Keyfi Anayasallık: 8. Yargı Paketi yayımlandı

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin işi Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmaya kadar götürmesiyle Anayasa’nın mevcut Türkiye Cumhuriyeti açısından bağlayıcılığı fiilen sona ermişti. 

Fotoğraf: AA
Google Haberlere Abone ol

2 Mart’ta kabul edilen ve kamuoyunda 8. Yargı Paketi olarak anılan “Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 32487 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı.

Bu değerlendirmede yalnızca değişikliğin ceza hukuku açısından dikkat çekici bulduğumuz bazı yönlerini irdeleyeceğiz.

Toplam 41 maddeden oluşan kanunda öncelikle 2004 sayılı İcra İflas Kanunu ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki sürelerin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’ndakiyle eşitlendiği göze çarpıyor. Buna göre ceza mahkemelerince verilen kararlarda itiraz süresi, kararın tefhim olunduğu (yüze okunduğu) tarihten değil, gerekçeli kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren işleyecek ve süre, yedi günden iki haftaya çıkacak. Bu da ceza mahkemelerinde kararın açıklandığı tarihten itibaren yedi gün içerisinde verilen ve “süre tutum” olarak adlandırılan kısa istinaf dilekçesi uygulamasını ortadan kaldıracak ve evet, sürelerdeki yeknesaklık uygulayıcılar açısından daha elverişli olacak. Yeni süreler, 1 Haziran’dan itibaren uygulanmaya başlayacak.

AİHM Işıkırık – Türkiye (B. No: 41226/09, 14/11/2017, § 70) kararında 5237 sayılı TCK’nın 220/ (6). maddesinin keyfi ve öngörülemez uygulamalara yol açtığına değinmişti. Hamit Yakut kararında da bu maddenin, kişilerin örgütün hiyerarşik yapısıyla bir bağı bulunup bulunulmadığını yeterince irdelemeden cezalandırmaya sebep olduğuna hükmedilmişti. Nihayet, Anayasa Mahkemesi 2023/183 K. sayılı norm denetimi kararında bu hükmü iptal etmişti. Yeni metinde ayrıca örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme eylemini örgüt üyeliğinden de cezalandırmak yerine, “iki yıldan altı yıla kadar” hapis cezasıyla cezalandırma getirilmiştir. Yani, aslında hiçbir somut değişikliğe gidilmemiştir. Bir eylemden dolayı iki ayrı cezalandırma yerine, yaptırım olarak cezada artırıma gidilmesi daha yerinde olacaktı.

Türk Medeni Kanunu’nda Anayasa Mahkemesi’nin hükümlü kişilerin kısıtlanmasına dair (407). maddesinin iptalinin ardından, kısıtlanma hükümlünün isteğine bağlanmış, devam eden kısıtlamanın ise hükümlünün "isteminin bulunmaması" halinde sonlandırılacağına hükmedilmiştir. Fakat yeni düzenlemede de beş yıl veya daha fazla kesinleşmiş hapis cezasının infazı amacıyla ceza infaz kurumunda bulunan ergin kişinin istemi olmaksızın kısıtlanabileceği öngörülmüştür.

Değişikliğin (13). maddesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenerek Çözümüne Dair Kanun'un adı Tazminat Komisyonunun Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Kanun olarak değiştirilmiştir. Devlet aleyhine tazminat talebinde bulunulan uyuşmazlıklar hakkında kararın Adalet Bakanlığı bünyesindeki bir idari komisyonca verilmesi abest olduğu gibi düzenlemeyle ağır ceza mahkemelerince çözümlenecek haksız tutukluluk sürelerinden kaynaklı tazminat uyuşmazlıkları da bu komisyon bünyesine alınmıştır. Türkiye Barolar Birliği'nin önerisi, bu konuda örneğin fikri ve sınai haklar mahkemeleri gibi bir ihtisas mahkemesi kurulmasıydı.

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına ise bir alternatif bulunamadığı göze çarpıyor. Anayasa Mahkemesince bu kurum tümüyle iptal edilmesine rağmen, itirazın esas yönüyle istinaf kanun yoluna tabi olması dışında elle tutulur bir değişiklik görünmüyor.

Oysa Anayasa Mahkemesi 1/6/2023 tarihli, 2022/120 E., 2023/107 K. sayılı kararıyla HAGB’yi tümüyle iptal etmişti. Gerekçesinde de açıkça kuralın “kötü muamele” iddiası içeren suçları cezasız bıraktığını belirtmişti. Bu suçlar kamu görevlilerinin yaralama, işkence ve benzer suçlarla görevi kötüye kullanmaları olarak örneklenmişti. Yine, taslak hakkında önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi de iptal başvurusunda “kişilerin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığına” karşı işlenen suçların cezasız bırakıldığına dikkat çekmişti ve çözüm basitti.

HAGB’nin bütünüyle ortadan kalkmasının yarın başka garabetlere sebep olacağı açıktır. Fakat 5271 Sayılı CMK’nın 253/ (3). maddesinde yer alan; “Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda ve ısrarlı takip suçunda (madde 123/A), uzlaştırma yoluna gidilemez.” hükmü gibi bir sınırlamaya gidilmeli, vücut bütünlüğüne, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen ve “kötü muamele”ye örnek teşkil edecek suçlar bu kurum kapsamından çıkartılmalıydı kanaatindeyiz. Mevcut (231). maddenin (14). fıkrasında da zaten buna benzer bir ayırım mevcuttur.

1412 sayılı Mülga CMUK’taki Ceza Kararnamesi’nin modern bir uygulaması olan Basit Yargılama Usulü’nde (CMK m. 251) itiraz üzerine, genel yargılamanın ilk kararı veren mahkemeden başka mahkemece görülecek olması, sürelerin yeknesaklaştırılmasıyla birlikte en uygun değişiklikler olarak gözükmektedir. Anayasa Mahkemesi de iptal kararında “Basit yargılama usulünün ilk aşamasında verilen karara karşı yapılan itiraz üzerine hükmü veren mahkeme tarafından duruşma açılarak yargılamaya devam edilmesinin öngörülmesi, davanın esasına dair görüşünü açıklayan bir hâkim tarafından yeniden yargılama yapılması anlamına gelmektedir.” gibi oldukça yerinde bir gerekçe göstermişti.

Önceki yazımızda kadının soyadının da HAGB gibi değişikliğe gidilmeden aynen yer alacağı öngörüsünde bulunmuştuk, bu değişiklikte olmasa da belki birkaç yıl içinde “toplumda karşılık bulmadığı” gibi bir gerekçeyle aynen geri getirilebilir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin işi Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmaya kadar götürmesiyle Anayasa’nın mevcut Türkiye Cumhuriyeti açısından bağlayıcılığı fiilen sona ermişti. Şimdi ise Anayasa Mahkemesi’nin HAGB’nin ya da TCK m. 220/ (6)’nın iptali gibi norm denetimi kararlarına riayet edilmeyen, “keyfi Anayasal” bir düzene geçildiği görülüyor. 

*Avukat