YAZARLAR

Katil cinayet yerine iki kez gelir: Ya da Titanların Laneti

Onların bugün yaşadıkları şey, kendilerinin de aktif olarak katıldıkları inşa ettikleri bir sistemin sonuçlarıyla yüzleşmelerinden başka bir şey değil. Zira, neo-liberalizm giderek spekülatifleşip, sermayenin azgınlığını kontrol altında tutan bütün denge ve kontrol mekanizmalarından kurtuldukça, güvenlik protokollerini, standart uygulamaları, kalite kontrollerini daha çok askıya alıyor ve Titan faciaları oluyor.

Evladımız Aylan Kürdi’nin hatırasına hürmetle.

TİTANİK’İN İKİNCİ BATIŞI

Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’nın 3. Bap’ı, Arhevelli İsmail’in hikayesini anlatır. İsmail, takasıyla Anadolu’ya silah kaçırmaya çalışırken açığa sürüklenir ve ‘kavganın dışına düşer’. Nazım onun hikayesini şöyle bitirir “Sonra malum olmadı insanlara Arhevelli İsmail’in akibeti”

***

22 Haziran günü, içinde 800 kadar göçmenin olduğu bir teknenin Yunanistan’ın Navarin açıklarında alabora olarak battığı, 100’e yakın insanın öldüğü (82 ceset bulundu) ve teknedeki 800 kişiden yaklaşık 300’ünün Pakistanlı olduğu duyuruldu.

Önceki gün de benzer bir şekilde, Samsun açıklarında, Türkiye bandıralı bir gemiye Kolombiyalı iki göçmenin kaçak olarak bindiği ve göçmenlerden birinin 15 gün önce öldüğü ve sağ kalanın bu süre zarfında, arkadaşının cesedi ile hangarlardan birinde saklanmaya devam ettiği haberlerini okuduk.

Akdeniz’de, Ege’de, Karadeniz’de ve dünyanın bütün karasularında, sınırlarında (dün de maskeli kişilerin bıçaklarla Yunan sınırındaki mültecilere saldırdığı haberlerini okuduk) binlerce insan, yoksulluk ve çaresizlik dışında bir hikaye bırakmadan, akibeti bizlere malum olmadan yaşamlarını yitiriyorlar.

***

Buna mukabil geçtiğimiz günlerde, içinde 3 yolcu bir firma sahibi bir de çalışan olmak üzere 5 kişinin bulunduğu bir turistik denizaltı, tarihi Titanik batığına dalmak için okyanusun dibinde yol alırken, bağlantı koptu. Şimdilik onların da “akıbetleri bize malum değil”

Ama onların bir hikayeleri var. Birincisi firma sahibi, yolcular ve mürettebat son derece zengin insanlar ve Batılılar (buna Pakistanlı baba oğul da dahil). ABD, Kanada, Fransa başta olmak üzere, karadan, havadan, denizden büyük bir arama çalışması ve seferberlik başlatılmış durumda, Ocean Gate firmasının denizaltısı ve içindeki 5 kişiyi kurtarmak için.

Dahası, olayın dramaturjisi şimdiden haberlerin değil, Netflix dizilerinin sinopsisi gibi. Titanik’in birinci batışı zaten yeterince sansasyoneldi ve Hollywood senaryoları ile best-seller raflarının en önemli hammadde kaynaklarından birisi. Titanik gemisine nazire ile ismi verildiği belli olan Titan’ın batışı (yani Titanik’in ikinci batışı aslında) en az birincisi kadar sansasyonel ve kendi kendini doğrulayan kehanetin ikinci kez yaşanması olarak, tam da günümüzün post-truth spirütielizmine güzel bir orta niteliğinde.

Titanik’in birinci batışını hatırlarsak: Titanik, 1912 yılında ilk seferini gerçekleştirmek üzere demir aldı. Zamanının en büyük gemisiydi ki bu yüzden Titan denildi. Pek çok gemi mühendisinin, henüz gerçek bir yolculuğa hazır bulmadığı ve yeterince test edilmediği iddialarına karşı, Titanik’i yapan firma, ismiyle müsemma olan büyüklüğün bu geminin batmasına asla müsaade etmeyeceğini iddia ederek bütün eleştirilere ve uyarılara kulağını tıkadı.

Ve Titanik daha ilk seferinde Atlantik okyanusunda bir buzdağına çarparak battı.

Sonrasında Titanik’in yarım kalan seferi pek çok film, dizi, romanın konusu oldu. Yaklaşık 40 yıl önce yerinin tam olarak keşfedilmesinin ardından, batık bir gelir kapısı haline geldi ve batıktan çıkarılan nesneler, batıkta sürdürülen biyolojik/arkeolojik çalışmalar ve yaklaşık 15 yıldır batığa düzenlenen turistik seyahatler başlı başına bir iş kolu haline geldi.

Bu turistik işkolu büyük oranda, şimdi denizaltısı kaybolmuş olan Ocean Gate firmasına ait. Zaten denizaltındakilerden birisi de bu firmanın sahibi olan eski bir pilot, Stockton Rush. Yani Rush, hem batığın sahibi hem de batığa seyahatler düzenleyen Ocean Gate firmasının sahibi. Son derece ekstrem bir turizm koluna sahip olduğu için ve batığın mülkiyet haklarını elinde bulundurduğu için Rush zaten bu alanda tam bir tekel durumunda ama onun bu kazaya da yol açan bir düşmanı var. Titanik batığının metal gövdesini kemiren deniz bakterileri. Dolayısıyla Rush piyasa ile değil zamanla yarışıyordu ve bu yüzden, şimdi içinde kaybolduğu Titan turistik denizaltılarının testlerini, kalite kontrollerini, basınç standartlarını ve güvenlik protokollerini güçlendirerek zaman kaybetmek istemedi.

Tıpkı, 1912 yılında Titanik gemisinin denize indirilmemesi yönündeki tüm uyarılara firmanın kulak tıkaması gibi (onlar da dünyanın en büyük gemisini yüzdürerek, kapitalizmin teo-politik mitolojisine altın harflerle isimlerini kazımak istiyorlardı ve aceleleri vardı) Ocean Gate firması da bütün güvenlik protokollerine kulaklarını tıkadı ve tek düğme ve basit bir joystickten mürekkep kokpit ile denizin binlerce metre altına daldı. 

Aslında onların bugün yaşadıkları şey, kendilerinin de aktif olarak katıldıkları (turizmden sermayeye, maceradan rekora, bilim insanlığından talana kadar pek çok biçimde) inşa ettikleri bir sistemin sonuçlarıyla yüzleşmelerinden başka bir şey değil. Zira, neo-liberalizm giderek spekülatifleşip, sermayenin azgınlığını kontrol altında tutan bütün denge ve kontrol mekanizmalarından kurtuldukça, güvenlik protokollerini, standart uygulamaları, kalite kontrollerini daha çok askıya alıyor ve Titan faciaları oluyor, ya da geçtiğimiz yıllarda ardı ardına yaşanan Boeing çakılmaları ya da Tesla otomobilin ölümlü kazaları ya da Japonya’nın kontrolden çıkan arabaları…

KOLOMBUS’UN İKİNCİ GELİŞİ

Kolombus’un ilk gelişinden itibaren köleliğin kalktığı 20. yüzyıl başlarına kadar, Afrika’dan kolonilere gönderilen köle sayısı yaklaşık 12 milyondur. Bunların 2 milyondan fazlasının denizde öldüğü, 2 milyon kadarının karaya çıkar çıkmaz kötü çalışma koşullarından yaşamını yitirdiği ancak 6-7 milyon civarında kölenin sonraki yıllarda hayatta kaldığı tahmin edilir.

Hindistanlı tarım hakları mücadelecisi ve feminist aktivist Vandana Shiva, 1980’lerden sonra yaşanan tarımsal dönüşümü, Kolombus’un ikinci gelişi olarak adlandırır. Shiva’ya göre, Agro, Monsanto gibi uluslararası firmaların atalık tohumu yasaklamaları, GDO’yu cebri hale getirmeleri, atalık tohumlarda basit genetik hileler ile onları kendi fikri mülkiyet hakları çerçevesinde patentlemeleri ve hepsinden önemlisi bütün tarımsal sistemin gübre ve zirai zehir döngüsü etrafında ve giderek mono-crop (örneğin, tümüyle mısır ekmek) hale gelmesi, neo-liberal dünya sisteminin kolonici bağlamını oluşturur.

Kolombus’un birinci gelişinde, koloniciler hukuku her biçimini askıya almışlardı, Shiva’nın ikinci geliş dediği şimdilerde de özellikle uluslararası tarım firmaları, farmasötik firmalar ve maden firmaları aracılığıyla benzer bir koloni hukuku(suzluğu)nu yaşıyoruz.

Kolombus’un birinci gelişinde, koloniciler kendi gemilerini yanlarında getirmişler ve Afrikalıları gemilere zorla bindirmişlerdi, ikinci gelişde ise görünüşte bir zorlama yok, çok uluslu şirketler dünyayı yeniden kolonize ediyorlar ve dünyanın yoksulları, Kolombus’un gemilerine üstelik para vererek, ‘gönüllü’ göçmenler (ya da neo-liberal köleler) olarak biniyorlar.

Ocean Gate firmasına ait Titan denizaltısı ile Titanik’e kişi başı 250 bin dolar ödeyerek seyahat edenlerden birisi  Davood Shahzade (yanında oğlu Süleyman Shahzade de bulunuyor). Davood Shahzade Pakistan’ın en zenginlerinden birisi. Kendisine ait büyük bir holdingi var bu holdingin iştiraklerinden birisinin ismi Davood & Hercul inc. (kibir seviyesi Titanları kudurtur) kimi holdinglerde yöneticiliği ve danışmanlığı var. Engro isimli zirai bir firmanın başkanı. Muhtemelen Agro, Monsanto gibi küresel tarım devlerinin Pakistan’daki partnerlerinden. Bütün bu Davutlu, Herküllü, Titanlı hikayelere baktığımızda, bir başka kendi kendini doğrulayan kehanet daha.

Ama burada mesele Davutla Golyat, Herkülle-Zeus, Titanlarla-Gigantlar değil. En basit ifade ile, Titanik’in kibir ile başlayan hikayesi, defter-i kebirine başka kurbanların isimlerini eklemeye devam ediyor ya da alegorik olarak sermaye zaten kendisi ile birlikte bütün kainatı tüketmeye azmetmiş bir bakteri, bir parazit gibi. Tıpkı Yukarı Bakma filmindeki gibi, sermayenin kâr hırsı, dünyayı apokaliptik bir yok oluşa sürüklüyor ama sermaye tıpkı bu zenginlerin içinde olduğu denizaltı gibi dibe doğru giderken, kolonilerden tek dişi kalmış medeniyete doğru bir nefes almaya giden, hepimizin içinde olduğu o gemileri de aşağıya çekiyor.

Ya da lafı dolandırmadan şöyle soralım, Yunanistan’ın Navarin açıklarında batan mülteci gemisinde hayatını kaybeden ya da kazazede olan Pakistanlılardan kaçı acaba, Davood Shahzade’nin endüstriyel tarım firması tarafından topraksızlaştırılmıştır, onun danışmanlığını yaptığı bankalar tarafından borç batağına sürüklenmiştir ve onun beslediği küresel kolonici neo-liberal sistem tarafından mülteci olmak zorunda bırakılmıştır? 


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.