Kasım Süleymani’den geriye kalanlar

Bölgedeki Şiiler ve bunların alt kolları açısından Malik-î Eşter gibi tarihi bir şahsiyet aynı zamanda emperyalizm ve siyonizm karşıtı kahraman bir asker olan Süleymani, Irak, Suriye, Suudi Arabistan ve Türkiye’deki kimi Sunni gruplar açısından ise mezhepçi yayılmacılığın acımasız bir komutanıydı. Kimi Filistinli örgütler için önemli bir direnişçiyken bazı Afgan ve Tacik hareketlerin akıl hocasıydı.

Google Haberlere Abone ol

Veysel Başçı*

Tüm dünya Müslümanlarına ait bir yapılanmayı çağrıştırsın diye vakti zamanında isminin önüne “İran” kelimesinin konmadığı İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani geçen yıl bugün Bağdat Havaalanı yakınında ABD’nin düzenlediği bir hava saldırısında öldürülmüştü. Parçalanmış bedeninden kopan sol elindeki kırmızı taşlı yüzük, uluslararası basın ajanslarının dikkatinden kaçmamıştı o gün. Ancak Süleymani’den geriye kalan sadece bu yüzük değildi. Olay mahallinde toplanan özel eşyaları arasında, “Dûrrü Necef” taşından doksan dokuzluk bir tespih, patlamanın etkisiyle mekanizması dağılmış da olsa “düşmanın silahıyla silahlanın” hadisinden neş’et bir adet 45’lik colt marka silah, cephe hatlarında boynuna doladığı bir Filistin kefiyesi ile Suriye’deki Zeynebiye Türbesi'ne teberrüken sürülmüş yeşil bir kumaş parçası da kendisinden geriye kalmış eşyalar arasındaydı. Süleymani’ye ait bu eşyalar, İran askeri terminolojisinde “Direniş Ekseni” olarak tabir edilen Şiî-İranî nüfuz sahasının özeti gibiydi. Irak’tan tespih, Yemen’den akik, Filistin’den kefiye ve Suriye’den yeşil kumaş parçası... Ancak ona ait bu özel eşyalar arasında o günkü hengamede pek kimsenin dikkatini çekmemiş bir şey daha vardı. Bir şiir defteri!

Süleymani’ye ait bu şiir defteri Ortadoğu haritasını tamamlar nitelikteydi, çünkü o da İran’dandı. Generalin doğup büyüdüğü ve korumak adına canından olduğu topraklardan. Geleneksel-tarihsel gücünü şiir ve edebiyatından, nüfuzunu ise uzun menzilli füzelerle değil kültür, sanat ve medeniyetinden alan yerden. Günlük tutulurcasına şiirin yazıldığı o yerlerde, askeri-sivil veya molla her yetkilinin bir şiir defteri illaki olurdu. İranlıların duygu ve düşüncesini, sahip olduğu ideolojiyi yansıtan bu şiir defterlerinde, Aras kıyısından Merağe’ye oradan Umman Denizi’nin derinliklerine kadar çarpan yürek sızısının izlerini de görmek mümkündü. Kuşkusuz Süleymani’nin şiir defterinde de aynı yürek sızısı mevcuttu. Ancak ona ait bu şiir defteri, vasiyet kısmı ile “canını aşk pazarında satmaya hazır olanlara” münacaatlarla seslenilmiş ilgili bölümler dışında henüz yayınlanmamıştı. Tamamı yayınlandığında içinde ne olduğunu görebileceğimiz bu defterde belki gizlilik adına hiç öğrenemeyeceğimiz beyitler de olacaktır. Ancak o zamana kadar sosyo-politik edebiyat çalışanlar, Süleymani’ye ait bu defterde Hafız Şirazî’nin uluslararası ilişkilerin mottosu kabul edilen, “İki dünyanın huzuru şu iki sözün tefsiridir: / Dostları sevmek, düşmanla uzlaşmak!” beytine iham yoluyla da olsa göndermelerin olduğunu merakla beklemeye devam edecektir.

Süleymani’nin öldürülüşünün ardından üç günlük süreçteki kalabalık cenaze törenlerini de ondan geriye kalanlara eklemek mümkündür. Uluslararası kamuoyunun hafızasında yer edinen bu yoğun katılımlı cenaze törenlerinin birinde izdihamdan ötürü 60 kişi hayatını kaybetmişti. Batılı birçok düşünce kuruluşunu ters köşe eden bu cenaze merasimlerine yoğun katılımın tek sebebi rejimin kitleler halinde buralara insan taşıması değildi tabii. Cenazesine katıldıkları kişi ülkenin sembolü haline ge(tiri)lmiş bir “kahraman”ıydı. Ülkesinin propaganda aygıtları onu sembolleştirmiş ve ona “Yaşayan Şehid” lakabını vermiştiler çok öncesinden. Şiirsever bu insanların şairin, “Tavusun düşmanı kanatlarıdır / Nice şahı öldüren kendi görkemidir” beytini unutmuşcasına sembolleştirdikleri bu adamın hedef haline gelmesinde yadsınamaz katkısı vardı. Oysa İran’ın güvenlik doktrinlerinin belirlenmesinde önemli yeri olan Süleymani, IŞİD ile mücadeleye kadar hep perde gerisinde kalmıştı. Örneğin dış politikada Putin’i Suriye sahasına aktif olarak çekmeye ikna edecek kadar etkili bir komutan iken bunu gözlerden ırak yapmayı tercih etmişti. Aynı şekilde 2008 yılında Şam’da bombalı araçla suikasta kurban giden Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından İmad Muğniye ile birlikte 2006 yılındaki 33 günlük Lübnan-İsrail çatışmalarında aktif olarak operasyonlarda da yer almıştı. 33 günlük operasyonun 31 gününü sahada geçirmiş olmasına rağmen ülkesinin propaganda aygıtları onun bu operasyonda yer aldığını gösterme gayretinde olmamışlardı. Uluslararası karizmasının büyük bir kısmını da bu şekilde çalışmasına borçluydu aslında. Ancak IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte bu büyü de bozulacaktı. IŞİD’le birlikte Süleymani İran tarafından bayraklaştırılarak sembol haline getirildi. Çünkü IŞİD’le savaş, uluslararası aktörlerin semboller üzerinden birbirinden rol çalma ve alan kapma savaşıydı bir anlamda. Süleymani’nin bu savaşla birlikte Ortadoğu’da günden güne artan karizmasına bir de boğazına kadar yolsuzluklara batmış ülkesinde yolsuzluğa bulaşmamış olması eklenince, İran toplumu tarafından kahramanlığı satın alınmıştı. DMO’nun kurucu kadroları arasında yer alan kimi akranlarının aksine, ailesinden ya da yakın akrabalarından hiç kimse devletteki etkinliğini kullanarak yolsuzluğa yahut hırsızlığa bulaşmamış, ülkesinde “Aqazâde” olarak anılmamıştı. Daima lüksten ve yolsuzluktan kaçınmış Süleymani’nin, ülkenin iç politikası ve gündelik siyasi tartışmalarına pek müdahil olmayan bir çizgisi vardı. 1999 yılındaki öğrenci olayları sırasında dönemin cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’ye muhtıra çeken komutanlar arasında oluşunu saymazsak, “iç siyaset” üstü çizgisini ve sade yaşamla özetlenen “devrim tipolojisini” hep korumuştu. Bu sebeple ülkesinin kahir ekseriyeti -ki buna kısmen muhalifler de dahildir- tarafından sahiplenilmişti. Dışarıdan bakınca bu sahiplenmeyi anlamak pek çok kişi için mümkün olmayabilir, hatta bazılarına paradoksal da gelebilir. Lakin yarım asra yakındır rejime karşı silahlı mücadele veren Halkın Mücahitleri Örgütü liderlerinden Meryem Recebi’nin bir röportajında, “Tahran caddelerinde Amerikan askerlerinin postalına selam durmaktansa bir Besicinin (gönüllü rejim milisleri) kırbaçları altında can vermeye hazırım” dediği sözleri bu sahiplenmenin ruhsal motivasyonuna dair birtakım ipuçları verebilir belki.

Süleymani’den geriye kalanlar arasında bir yolcu uçağının enkazı da vardı. Öldürülmesinden beş gün sonra, Ukrayna Hava Yollarına ait PS752 sefer sayılı Tahran-Kiev uçuşunu gerçekleştiren yolcu uçağı, kalkışının hemen ardından DMO’ya bağlı Füze Güçleri tarafından ülkenin hava sahasında düşürülmüştü. Süleymani’nin intikamı için Irak’taki ABD üslerine gönderilmek istenen füzelerin vurduğu bu uçak, ülkenin o bir hayli önemsenen ancak kapasite ve teknolojisinin çok üzerinde bir propaganda aparatına dönüştürülmüş hava ve füze savunma sisteminin başının üzerine enkaz olup düşmüştü. Bir koordinat hatası yüzünden 176 masum sivil hayatını kaybetmişti. DMO’nun uluslararası caydırıcılık gücünü ciddi manada zedelemiş bu hatalı koordinat, Süleymani suikastını bile gölgede bırakmıştı o gün. Ancak hatalı koordinatlarla yanlış hedefi vurmak sözü edilen DMO’nun ilk icraatı değildi. İran-Irak savaşının ikinci yılında 21 Haziran 1981 tarihinde Dehleviye bölgesindeki bir operasyon sırasında 120 mm’lik havan topuyla komutanları Mustafa Çamran’ı da yine böyle bir yanlış koordinat sonucu kendileri hedef almıştılar. Çamran’ın kaybı, tıpkı Süleymani gibi DMO için 176 sivilin ölümünden daha ağır ve daha trajikti. Çünkü Süleymani’nin de idolü olan Çamran, sıradan bir Devrim Muhafızı değildi. Muhtemelen yaşasa Süleymani yahut Muhsin Fahrizade gibi isimler ona bağlı olarak çalışacaktı. Çünkü Çamran hem üst rütbeli bir komutan hem de NASA’da staj yapmış önemli bir fizikçiydi. Süleymani’nin 1998’den sonra çıktığı sahayı o İslam Devriminden önce dolaşmıştı. Mısır ve Filistin’de gerilla eğitimi alarak buradaki hareketlerle temas kurduğunda İran’da İslami bir devrim olacağını kimse tahmin bile edememişti. 1970 yılında gittiği Lübnan’da kayıp İmam Musa Sadr ile birlikte Hizbullah’ın ilk nüvesi kabul edilen Emel Hareketi’ni kuran ve örgütleyen isimdi. Dolaysıyla Süleymani’nin kaybı DMO için Çamran’ın kaybıyla eşdeğerdi. DMO’nun Himmet, Bakırî, Şirazî ve Mutevessilyan gibi sembol isimlerinin kaybı Süleymani’nin kaybı yanında hafif kalıyordu.

SÜLEYMANİ YERİ DOLDURULAMAYACAK BİR İSİMDİ

Çamran’ın kaybını unutmakta zorlanan DMO ve DMO’nun farklı ülkelerde örgütlediği “Direniş Cephesi” açısından Süleymani yeri doldurulamayacak bir isimdi. Adı geçen cephe açısından intikamının hâlâ alınabilmiş olmamasının sebeplerinden biri de budur. Bu cephenin son günlerde Irak’taki ABD Büyükelçiliği'ne füze ateşleyen militanları, global benzerlerinin yüreğine henüz su serpemediği gibi Trump’ın halefi Biden’a bir şans vermek adına bizzat Süleymani’nin halefi tarafından frenlenmişlerdir. Ancak bu cephenin gözü ve kulağı Irak’tan ziyade Hasan Nasrullah ve Lübnan Hizbullah’ından gelecek haberleri beklemektedir. Çünkü İmad Muğniyenin oğlu Cihad Muğniye’yi evladı gibi sahiplenen Süleymani’yi, Lübnan Hizbullah’ı da kendi öz evladı gibi sahiplenmiştir. Dolaysıyla bu cephe açısından 23 Ekim 1983’te Beyrut’taki ABD Deniz Piyade Üssü'ne yapılan ve toplamda 242 askerinin ölümüyle sonuçlanan benzer bir saldırı olmazsa, Süleymani’nin intikamı alınmış sayılmayacaktır. Biden’ın göreve geleceği tarihe kadar “bir yol kazası” yaşanmazsa bugünkü siyasi konjektörde bunun olması da zordur, çünkü Süleymani’den geriye girift ilişkilerin, karmaşık dengelerin içiçe geçtiği uçak enkazı gibi bir ülke ve bir coğrafyadan söz ediyoruz. Malum coğrafyanın kesin öngörülere müsait bir yapısı olmazsa da realitesi budur.

Kuşkusuz Süleymani kendisinden geriye bu satırlara sığmayacak kadar çok şey bırakmıştı. Ortadoğu ülkelerindeki çeşitli halk ve inanç grupları tarafından farklı şekillerde algılanmak da ondan geriye kalanlar arasındaydı. Bölgedeki Şiiler ve bunların alt kolları açısından Malik-î Eşter gibi tarihi bir şahsiyet aynı zamanda emperyalizm ve siyonizm karşıtı kahraman bir asker olan Süleymani, Irak, Suriye, Suudi Arabistan ve Türkiye’deki kimi Sunni gruplar açısından ise mezhepçi yayılmacılığın acımasız bir komutanıydı. Kimi Filistinli örgütler için önemli bir direnişçiyken bazı Afgan ve Tacik hareketlerin akıl hocasıydı. Kürtler açısındansa bazen pragmatist bir yardımcı unsur iken bazen de Kohgiluye - Buyer Ahmed dağlarından Kirman ovasına göç etmiş Büyük Lor Aşiretine mensup aile tarihini unutarak Kürtleri dağa sürmekle tehdit etmiş bir figürdü.

 Kısacası kendisinden geriye Ortadoğu gibi rengarenk algılar bırakıp gitmişti.

 *Dr., Bağımsız Araştırmacı