Karanlığa gömülen bir kent

İnanıyorum ki 6 Şubat’tan beri karanlığa gömülen kent çok yakın zamanda hepimiz için ışık olacak. Hatay’ın yeniden ışık olması ancak örgütlü dayanışmacı gücümüzü diri tutmamıza bağlı.

Google Haberlere Abone ol

Emircan Yıldırım*

Ailelerimizi, dostlarımızı ve canlarımızı yitirdiğimiz bu büyük depremde enkaz altında olan insanlara şahit olmanın üzüntüsüyle bu yazıyı kaleme alıyorum.

Depremin ilk günlerinde Hatay’a devlet kurumlarının gitmediği ve yardımların ulaşmadığı bilgisi yayılmaya başladı. Hatay Havalimanında meydana gelen hasar ve İskenderun Limanında çıkan yangın yardımların ulaşmasında bir engeldi. Ancak depremin ilk günlerinde gönüllüler, ellerindeki kısıtlı yardımlarla karayolunu kullanarak Hatay’a ulaşırken devlet kurumları henüz ulaşamamıştı. Bölge halkına göre yardımların bölgeye geç ve dengesiz bir biçimde gitmesinin çeşitli sebepleri vardı. Bu yazı, depremin 10. günü ve sonrasında yardımların ulaşmasındaki problemleri depremzedelerin görüşleriyle ele almaktadır.

NEREDE BU DEVLET?

Depremin meydana geldiği günden itibaren depremzedelerle dayanışmak için bölgeye giden birçok gönüllü gibi biz de depremin üçüncü günü bölgeye doğru yola çıktık. Antakya’ya vardığımızda akşam olmak üzereydi ve tamamıyla bir kaos ortamı vardı. Gece olduğunda karşımızda yıkıntılarla dolu karanlığa gömülmüş bir kent ile karşılaştık. Bölgedeki yurttaşlar depremin ilk günlerinde uzun süre yardımların gelmediğini ve kendi çabalarıyla enkazlara müdahale ettiklerini dile getirdi. Bölge halkı, ellerindeki sınırlı imkanlarla enkaz altından onlarca insan kurtardıklarını, ancak bazı enkazlarda insanların seslerini duymalarına rağmen ellerinde yeterli olanağın olmaması nedeniyle çaresizce beklediklerini ifade etti. Enkaz altından gelen seslere rağmen yardımların hala gelmemiş olması “nerede bu devlet?” sorusunun sıkça yankılanmasına neden oldu. Öyle ki depremin üstünden on gün geçmesine rağmen herhangi bir resmi görevlinin ve yardımın gitmediği mahalleler bulunmaktaydı.

YARDIM TIRLARININ ÖNÜNÜ KESEN HARBİYELİLER

Antakya farklı milletlerin ve dinlerin bulunduğu kozmopolit bir kent. Asi Nehri’nin ikiye böldüğü kentin bir tarafı Eski Antakya bir tarafıysa Yeni Antakya’dır. Eski Antakya yoksul mahallelerin yanı sıra, zamanda Musevilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların birlikte yaşadığı bir bölgedir. Bu bölgede yaşayan yurttaşlar bölgeye gelen yardımların dengeli bir şekilde dağıtılmadığını, bazı kesimlerin ayrımcılığa uğradığını düşünüyor.

Örneğin Yayladağı’na giden yardımlar Harbiye yolundan geçmektedir. Harbiye bölgesinde yaşayan yurttaşlar Yayladağı’na yardımların gittiğini ve kendilerine yardım gelmediğini görünce tırların önünü keserek yardımları mahalleliye dağıttıklarını belirtti. Tırların yağmalandığına yönelik haberler bulunmaktadır ancak bu bölgede yurttaşlar yardımların kendilerine gelmemesi nedeniyle zorunlu olarak tırların önünü kestiğini ifade ediyor. 

Hıristiyan depremzedelerin durumları da diğer bölgelerden farksız değildi. Kendi çabalarıyla hayatta kalmaya çalışan yurttaşlar depremin üstünden günler geçmesine rağmen kendilerine herhangi bir yardımın ulaşmadığını dile getirdi. Aşağıdaki görsel depremin onuncu gününde Hıristiyanların yaşadığı bir bölgede yer alan “tek” çadırın fotoğrafı. Bu bölgeye yardımların gitmemesiyle birlikte mahallelilerin çabasıyla bir iş makinesi getirilerek enkazlar kaldırılıyordu.

Depremin onuncu gününde Hıristiyanların yaşadığı bir bölgede yer alan “tek” çadır.

DEPREMZEDE MÜLTECİLER

Deprem bölgesinde yardımlara ve desteklere ulaşamayan, vefat edenlerin dahi sokak ortasında kaldığı bir diğer kesim mültecilerr. Özellikle Fatih caddesinde kimsesiz mültecilerin cansız bedenlerinin sokaklarda kaldığı bölge sakinlerince belirtildi. Kurtuluş Mahallesinde yer alan tekstil, otomotiv yedek parça, ambalaj üretim haneleri gibi atölyelerde ucuz iş gücü olarak çoğunlukla mülteciler çalışmaktaydı ve bu atölyeleri barınma alanı olarak kullanmaktaydılar. Depremin ardından bu atölyelerin tamamı enkaza dönüştü. Bölge halkına göre bu atölyelerde kaç kişinin çalıştığı, kaç kişinin orada yaşadığı bilgisine ulaşmak çok güç ve bu sebeple burada hayatını kaybeden insanların sayısına ulaşmak çok zor.

İpek Sokaklar bölgesinde yaşayan mültecilerin brandaları kullanarak kendi çabalarıyla oluşturduğu “hayatta kalma alanı”.
 
YAĞMALANAN MARKETLER VE STOKÇULUK

Depremin hemen ardından marketlerdeki malzemelerin depremzedeler tarafından “yağmalandığı” haberleri ana akım medyada sıkça yer aldı. Depremin ilk saatlerini takiben Hatay’da yoğun yağmur yağışı nedeniyle depremzedeler, hem kötü hava koşullarıyla mücadele ettiklerini hem de temel gıdaya ulaşmada büyük sorunlar yaşadıklarını dile getirdi. Bu sürecin ne kadar süreceğinin belirsiz olması nedeniyle depremzedeler mücbir sebeple temel ihtiyaçları olan ürünleri marketlerden aldığını ifade etti. Mücbir sebep dışında birçok yerin talan edildiği görüntüler medyada sıklıkla yer aldı. Marketlerin yağmalandığına yönelik yapılan haberlerin ardından mücbir sebeple ihtiyaçlarını karşılayanlar da dahil olmak üzere birçok kişi zan altında kaldı. BBC’nin haberine göre temel ihtiyaçları için 7 Şubat’ta marketten ürün alan kardeşlerden biri olan Sabri Güreşçi, kardeşinin jandarma karakolunda dövülerek öldürüldüğünü iddia etti. Kendisi ise çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı*.

Bir diğer konuysa, dayanışma ve yardım merkezlerinden depremzedelerin “ihtiyaçtan” fazla malzeme alarak “stokçuluk” yapması. Hem enkazla hem soğuk hava koşullarıyla hem de gıda problemleriyle depremin ilk anlarından itibaren mücadele eden depremzedeler, bu sürecin ne kadar süreceğini bilemedikleri için ellerinde fazla ürün tutmaya çalışıyor. Özellikle şehri terk etmeyen depremzedelerce bu yoksunluğun uzun süre devam edeceği düşünüldüğü için yardım merkezlerine gelen yardımlar tasnif edilemeden hızlıca alınıyor. Bölgeye gelen belediyelerin ve yardım kuruluşlarının zamanla bölgeden ayrılması, bütün desteğin kesileceği korkusunu besliyor. Ancak bölgede, gönüllü örgütlerin verdiği “Biz buradayız ve hep sizinleyiz” mesajının yarattığı güven nedeniyle böyle bir durumun oluşmadığını görebiliyoruz.

Belki de Hatay diye bir şehir yok artık. Enkazların altındaki ortak acılar, etnik ve dini ayrımcılığı ortadan kaldıracak bir dayanışma yaratabilirdi. Bölge halkı tüm kayıplarına, tüm ölümlerine rağmen bu dayanışmayı örgütlü bir şekilde başardı. Transit geçiş yapan AFAD tırları, Hatay’ın ezilen kesimlerinin toplumsal hafızalarını tazeledi. Devlet kurumlarının yardım eli, depremin üstünden günler geçmesine rağmen bir türlü hissedilemedi. İnanıyorum ki yüzlerce yıl boyunca defalarca şehirleri yıkılan bölge insanları, en kısa zamanda yaralarını saracak ve kendi güzelliklerini yansıttıkları yepyeni bir şehir kuracaklar. 6 Şubat’tan beri karanlığa gömülen kent çok yakın zamanda hepimiz için ışık olacak. Hatay’ın yeniden ışık olması ancak örgütlü dayanışmacı gücümüzü diri tutmamıza bağlı. 

*DEÜ, İktisat Yüksek Lisans Öğrencisi