Karadakinden etkili bir 'Hava Muhalefeti'!

"Hava Muhalefeti" finaliyle, "Namuslu", "Dolap Beygiri", "Zübük" vb. filmleri güncelliyor ve olumsuz figürün altının çizildiği 80’ler ticari güldürülerine selam duruyor.

Google Haberlere Abone ol

Geçtiğimiz Nisan ayında vizyona giren "Hava Muhalefeti", aylar sonra Netflix platformunda yerini aldı. Eren Akyamaner ile Uğur Güvercin'in senaryosunu yazdığı filmi, Murat Kepez yönetiyor. Kontrolden çıkan bir uçuşu eğlenceli bir atmosfer eşliğinde işleyen "Hava Muhalefeti"nde başrolleri ise Ali Sunal ve Doğa Rutkay paylaşıyorlar. Filmin konusunu kısaca aktaralım. 

BALKONDAN 'BUSINESS CLASS'A MEMLEKETİMDEN SİYASET MANZARALARI

Cemil Yıldırım (Ali Sunal), Ortanca'nın medarı iftiharıdır. Memleketinde sevilip sayılır. Babası da bu ilçeden çıkmış, zenginlemiştir. Partisi Cemil'in Ortanca'daki popülaritesini şehri zehirleyen Kanada şirketine meşruiyet kazandırmak için kullanmaktadır. Aslında her şey hazırdır. Cemil'in Türkiye Oluşum Partisi'nden vekil olacak karısı Hatice de kurduğu paravan dernek Çikolata Yemeyen Çocuk Kalmasın aracılığıyla bağış adı altında rüşvet alacaktır. Ancak Cemil'in sosyal medyacısı Gözde'yle (Ege Kökenli) kaçamak yapmak üzere Bodrum uçağına binmesi bütün planları alt üst eder. Çünkü Hatice (Doğa Rutkay) de uçaktadır. Cemil karısına yakalanmamak için fantezi niyetiyle aldığı maskeyi takıp uçağı kaçırdığını söyler. Bu beklenmedik eylem, havada paniğe sebep olurken tüm yolcuların ve mürettebatın siyasi kariyerini ve refah düzeyini tartışmaya açan bir dizi tuhaflığın da başlangıcıdır.

POLİTİK MİZAH... MÜMKÜN MÜ?

"Hava Muhalefeti"nin bir taşla iki kuş vuran maharetli bir yapım olduğunu belirterek girmeli söze. Son yıllarda ticari komedilerimizde temel çizgi halini alan kaos güldürülerinin tüm vasıflarını sergileyen film, diğer yandan ölçülü bir politik mizah yaparak seyirciyi sıkmıyor. Mizahın beslendiği siyasi malzemeyi ve olay örgüsünü ayrı ayrı incelemekte fayda var. Siyasi malzemeyle başlayalım. 

Ülkemizde ana akım mizahta siyaset yapmak, gündemi konuşmak son yıllarda hep kaba hatlara sıkıştı. Bu sonucu da doğrusu siyasi iktidarın becerisi addedebiliriz. Salt sansürden yahut otosansürden söz açmıyorum. AK Parti iktidarı ilk yıllarında "sarı saçlı CHP teyzesi" karikatürünü ana akım mizahın tek gündem maddesi yapıp tüm üretimi bu alana hapsetmeyi başardı. Öyle ki "Levent Kırca mizahı" gibi daha çok olumsuz anlamda kullanılan bir söylemi AK Parti iktidarında sıkça duyduk. Kaba saba, ajitatif biçimde kodlanan bu mizahın basın yayındaki karşılığı ise "Sözcü muhalefeti"ydi. Levent Kırca mizahı ve Sözcü muhalefeti bir dönüşümden ziyade bir kopuşu işaret ediyordu. 

80'lerde ana akım mizah eleştirel güldürü filmlerde takip edilirken Kemal Sunallar, Şener Şenler, Başar Sabuncular öne çıkıyordu. Bu mizah, 90'larda kırıldı ve mecranın değişip skeçlerin televizyon ekranlarına taşınmasıyla diğer bir deyişle biletli seyirci yerine antenli seyirciye seslenilince daha genel geçer ve yüzeysel bir hal aldı. Diğer kırılma, yani Sözcü muhalefeti ise iktidarın siyasi yönelimini hedef almakla birlikte dilsel bakımdan da bir erozyona uğramasıyla gerçekleşti. Oğuz Aral mizahının muhalefeti Leman'da bir müddet daha yol aldıktan sonra dönüşünce o saha da Sözcü muhalefetinin ofansif ve rahatsız edici çizgisine terk edildi. 

Sözcü muhalefeti varlığını sürdürürken, Levent Kırca mizahı günümüzde 'Güldür Güldür' mizahında nefes almakta. AK Parti'nin başarısını burada da görüyoruz. Güldür Güldür mizahı tüm eksiklerine rağmen politik şeyler de söylüyor. Ancak bu sözler toplumun okumuş, entelektüel açıdan kendini geliştirmiş, beklentileri yüksek; istemediğini açıkça ifade edip ne istediğini tam da bilmeyen bir kesimi tarafından küçümseniyor. Kültürel iktidar tartışmasına uzanabilecek ve bir ihtimal burun kıvıranların bu iktidar mücadelesindeki (niyetlerinden bağımsız) olumsuz rollerini saptayabilecek bu meseleyi burada kesiyorum. Zira ne konumuz bu, ne zamanımız var. Yine de ana akımın ulaştığı kitle göz önüne alındığında politik mizah araçlarının ıskalandığı gerçeği insanın canını sıkıyor, tartışmaya itiyor. Halbuki ticari güldürülere sızan siyaset ülke siyaseti için de yol gösterici olabilir. Tüm bu olanaklar harcanıyor. 

"Hava Muhalefeti", 'Güldür Güldür' politik mizahından türetilmiş bir malzemeyle haşır neşir. Karakterler kaba... Örneğin devrimci, solcu olarak çizilen Ercan çok basit bir karakter. Temsil ettiği partinin iktidar şansına erişmesi ise ütopik. Emek ve paylaşım adını taşıyan bir parti Türkiye siyasetinde hiçbir zaman iktidar olacak bir toplumsal desteğe kavuşmadı diyebiliriz. 

Filmde 'Güldür Güldür'dekinin aksine güncel siyasete doğrudan temas eden bir sahne yer almazken iktidardaki parti (Türkiye Oluşum Partisi) amblemi itibarıyla geçtiğimiz aylarda kendini lağvedip ana muhalefete katılan Türkiye Değişim Partisi'ne benzemiş. Tabii siyasetçinin Ortanca'da yaptığı balkon konuşmasında giydiği turuncu gömlek ve yolculuğun (filmin) büyük kısmında üzerinde gördüğümüz mavi takım elbise malum partiyi çağrıştırmakta. 

"Hava Muhalefeti", bir bakıma eleştirdiği siyaseti açık adres göstermektense ortalamacı bir portreye yönelmiş. Bunun yanı sıra belli göndermelerden de kaçınılmamış. Filmin her cumartesi ekranlara gelen skeç programı gibi doğrudan tespitlerde bulunmayışını, sinemanın ticari doğasına yorabiliriz. 80'ler ticari güldürüleri ile 'Olacak O Kadar' üslubu arasındaki ayrım burada da karşımıza çıkıyor ve filmde farklı bir özen gösterilirken genel çerçeve yeğleniyor. 

Zaten dolandırıcılık meselesi ve üçkağıtçı siyasetçinin yalanlarına herkesi ortak etmesi bir Ertem Eğilmez-Şener Şen klasiği olan "Namuslu" filmini akıllara getiriyor. 80'lerin politik taşlaması bol güldürüleri "Hava Muhalefeti"nde dirilmiş adeta. Fakat filmde sosyal yapıya dair gerçekçi gözlemlerin pek yer almadığını, ezberin döküldüğünü görüyoruz.

KAOS GÜLDÜRÜSÜ OLARAK HAVA MUHALEFETİ

Film, pürüzsüz ilerleyen olay örgüsüyle hayli başarılı fakat bu düz hat bazı bölümlerin sindirilmeden geçilmesine yol açmış. Yalancıların uzlaşma hızı anlatıdaki ana fikirle çelişmese de seyirciyi ikna edemeyecek bir konsensüs söz konusu... Uçak sahnelerinde kurulan çatışmanın ahlaki boyutu es geçilmiş ve dürüst bir karakter kullanılmamış. Üstelik başından beri muhalefet edecek görüntüsü verenler de uzlaşma sepetine tıkıştırılmış. Elbette bu tercihte herkesin bir menfaati olduğu ve ikbal uğruna büyük hırsızlığı görmezden geleceği düşüncesi rol oynuyor. Açıkçası insanların bu denli kolay boyun eğmesi, herkesin hırsızlığa ortak olması pek gerçekçi durmuyor. 

"Hava Muhalefeti", kaosu dozunda tutan, olayların gelişiminde yaratıcı engeller yerine bildik engelleri süren bir film. Kaosun temelindeki çatışma ise makul. Cemil tam da karısına yakalanmamak için panikleyip uçak kaçıracak bir adam zira tüm yaşamı karambol üzerine kurulu. Uçağı kaçırırken fantezi araçlarını kullanması ve soyunup don atlet kalması da siyasi kimliğiyle çelişmiyor! Bir fırıldağa yakışacak biçimde davranıyor Cemil.

Kartopundan çığa gidiliyor "Hava Muhalefeti"nde. Bir düzenbazın tezgahına tüm uçuş listesi katılıyor ve siyasi manevralarında kendine bir yer buluyor. Ancak filmde kontrolün elden bırakılmadığını not düşmeliyiz. Sürenin iyi bölündüğünü, uçağın doğru yerde kaçırılıp korsanın doğru noktada deşifre olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum seyirciyi de filme bağlıyor. 

Uçaklar kaos güldürüleri için cruise tipi yolcu gemileriyle birlikte belki en uygun araçlardan… Karaya uzaklık, yolcularda ve mürettebatta bir gerilim yaratırken bu anksiyeteden şekillenen olayları ise rahatlıkla köpürtüyor.

GÜLDÜR GÜLDÜR ETKİSİ

'Güldür Güldür', light bir mizahın tarifi aslında. Politik dokundurmaları, genelgeçer sosyal tespitleri, esprinin suyunu çıkarma telaşı "Hava Muhalefeti"ne de damga vurmuş vaziyette. Filmdeki siyasi çerçeve ve sığ yorumlar 'Güldür Güldür' çizgisini yansıtırken espriler de skeç programının esprilerini andırıyor. Mesela seks shop sahnesinin matematiği ve sündürülmesi tamamen televizyon alışkanlığı... Komik bir espri bulunduğunda canı çıkarılana kadar uğraşılıyor. Buna karşın komik bir sahne...

'Güldür Güldür' tespitlerini aratmayacak bir tespit ise çağdaş dans gösterilerinin halk üzerindeki yıldırıcı etkisine dair... Halk, çevreye zarar veren fabrika önüne yığılıyor. Kapıyı tutan bekçi, dansçıların figürlerine daha fazla dayanamıyor ve geri çekiliyor. "Sanattan anlamayan halk" söyleminin öne çıkarıldığı bu sahne filmin genel yapısına zarar vermese de katkı sağlamıyor. 

Çikolata Yemeyen Çocuk Kalmasın Derneği esprisi için benzer şeyler söylemek mümkün. Günümüz taşlamalı mizahının kaba bir örneği... Müşterisi hazır... Bu dernek Hatice'nin abartılı karakterini ve olayların gelişimini desteklemiş ancak filme zenginlik getirmemiş, siyasi eleştirileri derinleştirmemiş.

**

"Hava Muhalefeti", beyazperdede siyasi mizaha hasret kaldığımız bir dönemde, tam da "bir şeyler değişecek mi?" diye umulan günlerde vizyona girmişti. Bir şeyler değişmedi, aylar sonra film platformda seyirciyle buluştu. 

Bir şeyler ne zaman değişir yahut bu filmler uyanışa hizmet eder mi? Filmdekine benzer bir aydınlanma, ayılma yaşanır mı bilinmez fakat "Hava Muhalefeti" finaliyle, "Namuslu", "Dolap Beygiri", "Zübük" vb. filmleri güncelliyor ve olumsuz figürün altının çizildiği 80’ler ticari güldürülerine selam duruyor. Namuslunun yaşamaya imkanı kalmadığını bir balkon konuşmasında bildiren, enayiler oldukça binilecek sırtın da her zaman hazır olduğunu bilen bir Zübük izliyoruz Cemil Yıldırım'da. 

Ankara'ya deniz getirenler yerlerini zehir saçan fabrikalara siper olmuş politikacılara bırakıyor. Yerel seçimler yaklaşıyor, önümüzdeki süreçte daha çok Yıldırım göreceğiz. Bu kez maalesef sahilerini!