YAZARLAR

Kadınlar daha iyisini hak ediyor

Maalesef ana karakteri kadın olduğunda bile hikaye dünyalarını kaplayan “seri” şiddetin “eril” bir karakteri var.

Kırk gün boyunca aç ve susuz kalmayı deneyeceğini ilan eden Rus YouTuber Vitaliy Vygranovskiy öldü. Dün gece bu yazıya başlarken gözüme çarpan haber böyle söylüyordu. Adı geçen YouTuber ölümünün birkaç gün öncesine kadar sosyal medyadan adım adım bu deneyi paylaşmış. Sosyal medya dünyasında her gün bir başkasına rastladığımız bir tür challenge... Ben “büyük oynamak” demeyi tercih ederim. Kaybettiğinde hayatını kaybediyorsun.

Sanki dünya büyük oynamak dışında bir seçeneğimizin olmadığı bir kavşağa gelmiş ve uzun zamandır orada duruyor gibi. Toplumlar da insanlar da giderek daha büyük oynamaya meylediyor sanki. Büyük oynamanın temel motivasyonu büyük seyredilmek, yani büyük izleyici veya takipçi sayısı. Bir YouTuber bakımından da bu böyle, bir film ya da dizi bakımından da.

Büyük oynama meselesini bence sağın yükselişinde, otoriter sağ popülist liderlerin dünyanın birçok yerinde iktidara yürüyüşlerinde de gördük. Challenge mütemadiyen büyüdü ve büyük yankı buldu. Bunun filmler ve diziler gibi anlatı dünyalarında da bir karşılığı oldu. Nitelik anlamında çıtayı epeyce yükseltmiş birçok hikayede bile “büyük oynama” çok sık karşılaşılan bir zaaf olmaya başladı. Büyük oynamayı oyuncuların tepkilerini abartılı mimikler ya da jestlerle dışa vurduğu, fazla teatral bir oyunculuk filan anlamında kullanmıyorum kesinlikle. Gayet minimal, gayet tasarruflu oyunculukların olduğu anlatılarda bile rastlanan ve daha çok felaket çeşitliliği ile insanın başını döndüren bir olaylar silsilesine yüklenmekten söz ediyorum. Akla hayale gelmez birçok felaket iki saatlik bir filmde veya toplamı dört saat filan süren altı ya da sekiz bölümlük bir dizide ardı ardına yaşanabiliyor.

Çok beğendiğim Masum gibi bir dizide de vardı bu zaaf, birçok filmde de. Bu belki eskiden de böyleydi. Fakat sanki eski örneklerde bu türden bir zaafı olan filmler ya da diziler zaten çok ilgi alanımıza girmiyordu ve üzerinde durmuyorduk. Şimdi ise karar vermek o kadar da kolay olmuyor. Kendini izlettiren ve birçok yönüyle beğenilen ama bir yandan da fazlasıyla sorunlu bulduğumuz yapımlar söz konusu. Tabii ki aradığım şey kusursuzluk değil. İnsan hikayenin sadece olaylar silsilesinin gerilimiyle değil, inandırıcılığıyla ve detaylara özeniyle de içine almasını istiyor. Oysa Promising Young Woman’da da bu filmin beni büyük hayal kırıklığına uğrattığını söylediğimde, izlemem için önerilen Fatma dizisinde de olan şey bu.

Bu hafta Emerald Fennell’in yazıp yönettiği ve en iyi özgün senaryo dalında Oscar alan Promising Young Woman filmiyle, Özgür Önurme’nin yazdığı ve Özer Feyzioğlu ile birlikte yönettiği Fatma adlı yeni Netflix dizisini arka arkaya izledim. Arka arkaya izleyince, ikisini birlikte düşünme eğilimi de ağır basıyor zaten. Üstelik her ikisinde de ana karakterler “erkek” bir dünyayla bir başına savaşmak zorunda kalmış kadınlar. Oysa iki hikayenin sosyal ve kültürel coğrafyası o kadar farklı ki. Bundan da öte Promising Young Woman’ın ana karakteri Cassie (Carey Mullighan), vaktiyle ne kadar umut vaat eden bir genç kadınsa, dizinin Fatma’sı umut vermekten de umut etmekten de hep çok uzak olmuş bir karakter...

Bundan sonrası bir miktar spoiler içerebilir. İzlemeyenleri uyarmış olayım. Her iki hikayede de adaleti kendi bildiği yollarla tesis etmeye çalışan kadınlar var gibi gelse de aslında Fatma için bu tam da gerçeğe denk düşmüyor. Fatma’nın derdi adalet ya da intikam filan değil, o daha ziyade, hiç hesapta olmayan nedenlerle adım adım şiddetin içine çekiliyor. Kendi yolunda ve kendi arayışının peşinde ürkek ürkek yürümeye çabalarken, yoluna çıkanları ancak şiddet kullanarak defedebiliyor. Birkaç saatlik hikayede beş kişiyi öldürmesinin ardında bir intikam motifi de adalet arayışı da en azından başlangıç itibarıyla yok. Fakat bir yandan da erkek şiddetinin ve cinsel istismarın çocuk yaşta mağduru olmuş Fatma gibi bir kadın, şiddet sergileme potansiyeli olan herhangi bir erkeği ortadan kaldırdığında, izleyiciye, hak yerini buldu duygusu da vermiyor değil...

Yine de adaleti kendi eline alma ve ceza kesmenin neredeyse epik bir anlatıyla sunumunda sağ popülizmle ve otoriteryenlikle buluşan bir şeyler var. Merkezde kadın karakterlerin olmasının bu hikayeleri bu riskten uzaklaştırdığından hatta onları feminist birer film ya da dizi yaptığından çok emin olamıyorum. Bu iki hikayede de kadınlar hayatla başa çıkmanın -şiddet dışında- onarıcı bir yolunu bulamıyor. Başka kadınlarla dayanışma kurmuyor ve birlikte mücadele etmiyor. Yalnız kurtlar olarak kalıyorlar. Cassie’nin korkunç sonu ve bu sonu bütünüyle öngördüğü düşünüldüğünde, Promising Young Woman kadınlar için ne vaat ediyor? Cassie, aşırı ölçülerde alkol etkisi altındayken bir kadınla seks yapmanın kadının aktif rızasına dayanmadığı ve bu nedenle tecavüz kategorisinde bir fiil olduğu gerçeğiyle erkekleri yüzleştirmeye çalışıyor. Bu yüzleştirme çabası bir “seri katilin” davranış paternini andırıyor. Cassie’nin “büyük oyunu” giderek şeytanileşmekle ve cadı gibi yakılmakla nihayet bulduğunda, patriyarkal düzene nasıl bir çomak sokulmuş oluyor? Yine de bunları bir cevap olarak değil birer soru olarak formüle ettiğimin de dikkatten kaçmayacağını umuyorum.

Bu anlatıların eril tahakküm düzenine “kabul edilebilir” bir feminist cevap üretmekten çok, bir ihtiyaca tekabül ettiği sır değil. Peki tıp fakültesinden terk Amerikalı Cassie’yi gündelikçi Fatma’yı yaklaştıran ihtiyaç nasıl bir ihtiyaç olabilir? Belki de bu tür anlatılar biraz da böyle bir yerden anlaşılmaya çalışılmalı. Hiç hız kesmeyen ve giderek korkunçlaşan bir erkek şiddetinin dünyanın her köşesinde hüküm sürmesi. Şiddetle “ödeşmenin” adil ve ahlaki bir imkanının esasen bulunmaması. Ne cezanın ne de cezasızlığın “bir daha asla” dedirtmeye muvaffak olması. “Gerçek dünyada” siyaset alanındaki şovun ve büyük oyunların kadınlar aleyhine mütemadiyen el artırması...

Öyleyse bu “gerçekliğe” hikaye dünyası içinden feminist yanıtlar üretildiğinde, bu yanıtın “kabul edilebilir” bir yanıt olmasını istemek için nasıl bir nedenimiz var? Diğer bir soru da bu olabilir. Erkek şiddetinin sona ermesinin ancak cinsiyet eşitliğinin ve şiddetsizliğin radikal biçimde içselleştirilmesine imkan veren bir zihniyet dönüşümüyle, bir kültürel ve elbette bu anlamda da siyasal dönüşümle mümkün olduğunu düşündüğümüzde, şiddetin yeniden üretildiği anlatıların bu dönüşüme hizmet edip etmediği de düşünülmeli. Maalesef ana karakteri kadın olduğunda bile hikaye dünyalarını kaplayan “seri” şiddetin “eril” bir karakteri var.

Promising Young Woman’da da Fatma’da da bu tür sorulara bir de inandırıcılık meselesi ekleniyor. Gerçekçi bir zeminde adalet ya da intikam öyküsü kurulamayınca, hikayeler de inandırıcı olmaktan uzaklaşıyor. Mesela Fatma, kameralara hep onlarla yakalanmasına rağmen, sırtındaki pejmürde pardösüden de başındaki eşarptan da kurtulmayı aklına bile getiremiyor. Fakat en tehlikeli durumlarda ürettiği güçlü reflekslerle her belayı savuşturabiliyor. Burcu Biricik’in oyunculuğu gerçekten de muhteşem. Fakat Fatma’nın başından geçen olağanüstü olaylar, yüz ifadesinde de “ezik” duruşunda da pek az değişiklik yaratıyor. Geçirdiği dönüşüme kendisi de şaşkın, belki de bu yüzden beden dili ve mimikler “gündelikçi Fatma” olarak kalıyor. Fakat o zaman da akıl ettiği onca aksiyon tümüyle inandırıcılıktan uzaklaşıyor. Bu yüzden de Fatma’nın koşullarında “görünmezlik” bir metafor olarak muazzam olduğu halde, dizi boyunca mütemadiyen inandırıcılığı aşınarak kullanılıyor. Promising Young Woman’a gelince, tıkır tıkır ilerliyor olmayı -Fatma’da da burada da- bir başarı kriteri olarak koyarsak sorun yok gibi. Fakat defterine attığı sayısız işaretler, her hafta bir erkeğe aynı oyunla dersini vermeler inandırıcılıktan epeyce uzak. Gerçi filmin bazı mecralarda Amerikan kara komedi-gerilim türü altında sınıflandırıldığını da ekleyeyim. Böyle bakarsak inandırıcılık beklentimizi askıya alabiliriz belki.

Filmde de dizide de temel sorun, eril şiddetin ev, aile ve toplum bağlamını ya da yapısallığını aslında epeyce net biçimde ortaya koyuyor olmakla birlikte, kadınların suça doğru “gelişimlerini” bir türlü ikna edici kılamayışından kaynaklanıyor bence. Tanık oldukları ya da maruz kaldıkları cinsel şiddete çok güçlü referanslar olsa da Ne Cassie ne de Fatma’nın yapıp ettiklerini -anlatı aracılığıyla- temize çekme çabası yok. Hatta bunun reddi söz konusu. Bu aslında övgüye değer bir tercih olabilirdi. Fakat Cassie’nin -üstelik de kendi ayrıntılı planının sonucunda- katledilmesi söz konusu olduğunda, bu reddetmeden feminist bir tavır da doğmuyor. Okuduğum bir İngilizce değerlendirmede “kadınlar daha iyisini hak ediyor” gibi bir ifade vardı. Bence Promising Young Woman’da da Fatma’da da mesele biraz böyle bir şey. Kadınlar anlatı dünyalarında daha iyi konumlanışları ve daha iyi sonları hak ediyor. Netflix dizisi de Fatma’nın sonunun iyi gelmeyeceği yönünde bir hissiyat yaratarak birinci sezonu tamamladı. Sonsöz için gelecek sezonu bekleyeceğiz. Dilerim öyle olmaz...


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.