YAZARLAR

 İzmir’de iki miting ışığında seçim manzarası

Çatışmaya, dışlamaya, kutuplaştırmaya dayalı hâkim söylemini bir kere daha tekrar eden AKP ya İzmir’den umudunu kesti ya da seçimlerden... Millet İttifakı’nın mitingi bildiği denizde, güvenli sularda olmanın özgüveniyle çoşkulu ve umut dolu geçti.

Siyasi kampanyalar son dönemecine girerken bu hafta sonu İzmir iki parti mitingine sahne oldu. Cumartesi günü bir taraftan Alaçatı’da Ot Festivali, Urla’da Enginar Günleri ile yelken yarışları devam ederken Alsancak’ta AKP mitingi düzenlendi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık sorunları sebebiyle dört gün ara verdikten sonra kampanyasına geri dönmesi, bir taraftan kötü zamanlamanın diğer taraftan şenlikli İzmir baharının kurbanı oldu, miting beklenen ilgiyi görmedi, planlanan zamandan iki buçuk saat sonra başlayabildi. Organizasyon sorunlarının ötesinde, mitingde öne çıkan temalar ve vurgulanan başlıklar da gündemde güçlü bir yer bulmadı. Bu söylemdeki temel sorun geleceğe yönelik ve İzmir’e özel bir takım politika kalemlerini vurgulamak yerine geçmişe dönük yapılanların –üstelik her zaman doğru olmayan biçimlerde, örneğin Adnan Menderes Havalimanı’nın yapımı- sayılması ve muhalefetin eleştirilmesi oldu. “Yol yaptık, stadyum yaptık.” ifadeleri ise seçmeni doğrudan etkileyecek konular olmadı. İzmir’le ilgili tek vurgu yağmur ve su baskınları oldu; ama buradaki ifade de sorumluluktan kaçan, bütün kabahati belediyenin üstüne yıkan bir yaklaşım oldu. Sonuç olarak çatışmaya, dışlamaya, kutuplaştırmaya dayalı hâkim söylemini bir kere daha tekrar eden AKP ya İzmir’den umudunu kesti ya da seçimlerden.

Pazar günü Gündoğdu Meydanı’nda düzenlenen Millet İttifakı mitingde bir gün önceki mitinge kıyasla çok daha büyük bir kalabalık gözlendi. Miting organizasyonunun Cumhuriyet Meydanı’ndan başlatılması ve üç ana girişten insanların kabul edilmesi alanın daha etkin kullanılmasına imkân tanıdı. Önce ilçe belediye başkanları daha sonra milletvekili adaylarının tanıtıldığı mitingde milletvekili adaylarının yüksek ilgiyle karşılanmaması dikkat çekti. Bunun bir nedeni milletvekili adaylarının, özellikle üst sıralarda yer alan adayların İzmir’le bağının bulunmaması dolayısıyla seçmen tarafından tanınmamaları olabilir. Mitingde açılan pankartlar arasında demokrasi talebi, İstanbul sözleşmesi, KHK’lılara adalet talebi ve işsizlik gibi konular görüldü. Altılı Masa’nın tüm liderlerinin yanı sıra cumhurbaşkanı yardımcısı adayları Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun da konuşmaları masadaki uzlaşıyı yansıtması, demokratik yönetim anlayışına işaret etmesi açısından anlamlıydı. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında önceliği kadınlar ve gençlere vermesi, demokratik haklar, eşitlik ve refah vurgusu konuştuğu kitlenin beklentilerine temas etmesi açısından önemliydi. Millet İttifakı’nın mitingi bildiği denizde, güvenli sularda olmanın özgüveniyle çoşkulu ve umut dolu geçti.

İzmir’in siyasi eğilimlerini sadece Millet İttifakı mitingi üzerinden değerlendirmek doğru olmaz. Geçtiğimiz yıl İzmir’in kurtuluşunun yüzüncü yılı için düzenlenen 9 Eylül mitingi, bu mitingde sahne alan Tarkan konserine yönelik yoğun ilgi de aslında İzmir’in baskın CHP eğiliminin ötesinde demokrasiye, ifade özgürlüğüne ve yaşam tarzı siyasetine yönelik taleplerini temsil etti. Tarkan konseri için Kordon’daki dairelerin fahiş fiyatla kiralanması bile bir tarafıyla piyasa ilişkilerinin vardığı tuhaf noktayı gösterse de diğer taraftan sanatçıların hedef gösterildiği, konserlerin iptal edildiği veya festivallerin yasaklandığı bir dönemde özgürlükçü bir yaşam tarzına yönelik açlığın bir işareti oldu. Benzer bir biçimde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Yılbaşı Konserinde Gülşen’in sahne alması da şehrin muhalif kimliği ve yaşam tarzı talepleri için bir başka göstergeydi. Sonuç olarak İzmir, diğer şehirlere kıyasla değişim talebini kamusal alana taşıma konusunda daha açık ve cesur davranıyor.

SİYASET MİTİNGLERDEN İBARET DEĞİL

Siyasi mitingler önemli propaganda alanları olsa da mitinglere katılım, burada öne çıkan sloganlar, liderler veya öncü figürlerin söylevleri siyasi iradeyi ya da seçmen iradesini doğru okumak için yeterli değil. Bu noktada “Seçmenler seçimlerden ne bekliyor?” sorusu önem kazanıyor. İzmir’de CHP mitingine katılan ve katılmayan ama değişimden yana tercih kullanacak olan seçmenin ortak beklentisi mitingin başında baskın olan slogandaki gibi hak, hukuk ve adalet. Yıllarca iktidar partisine oy vermediği için cezalandırılan, bütçeden pay alamayan, metro inşaatı için komik ödeneklerle altyapı yatırımlarından mahrum bırakılan seçmen siyasi otoriteden adalet bekliyor.

Daha özel olarak, İzmirli seçmen laik, demokratik bir yaşam alanı talep ediyor. İzmir’de özellikle CHP’nin kemik oyunu temsil eden 65 yaş üstü seçmen cumhuriyetin fabrika ayarlarına, kuruluş değerlerine dönmesini bekliyor. Bu noktada İzmirli seçmenin de kendine has bir muhafazakarlığı olduğunu, modern-muhafazakâr ikiliğinde modern olanı sorgusuz sualsiz kabul ederek muhafaza etme eğilimi gösterdiğini söylemek gerek. Bu durumun arka planı, özellikle son yirmi yılda siyasal İslam’ın artan etkisi ve yarattığı baskıya dayanıyor. Bu hafta Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Seçim akşamı ya şampanya patlatıp sabaha kadar kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabb'ine hamdedenler olacak.” sözleriyle kendini gösteren ikilik içinde İzmirli seçmen tercihini modern, laik ve demokratik olandan yana kullanıyor.

İzmir’de seçmen kitlesinin önemli bir kısmını da öğrenciler oluşturuyor. CHP de dahil olmak üzere neredeyse bütün partilerin gözden kaçırdığı en önemli konu gençlerin, özellikle bu seçimlerde ilk defa oy vereceklerin siyasi kaygıları Türk siyasetinin yerleşik Kürt kimliği, başörtüsü, terör gibi konular değil. Gelecek kaygısı, ekonomik kriz, istihdam sorunu en çok dile getirilen konular. Sıklıkla devlet kurumlarında iş başvurusu yapan, memuriyet sınavlarına giren mezunlar güvencesizlik karşısında çaresiz hissediyor. Eğitimlerine devam eden kesim aldıkları eğitimin kendilerine fırsatlar sunduğuna inanmıyor. KYK borçları, yurt sorunları, pandemi sürecinden itibaren yüz yüze eğitimden mahrum kalmaları da öğrenci seçmeni umutsuzluğa sürüklüyor, bu da değişim talebini güçlendiriyor.

Yerel siyaset açısından bakıldığında talepler biraz daha çeşitlilik gösteriyor. Örneğin metropol ilçelerin beklentileri çeperdeki ilçelerden farklılık gösteriyor. Merkezde barınma, ulaşım altyapısı, sanayi yatırımları gibi talepler dikkat çekerken İzmir’in art bölgesini oluşturan ilçelerde kalkınma odaklı, tarımı canlandırmaya yönelik talepler öne çıkıyor. Burada Urla özel bir ilgiyi hak ediyor. Son yerel seçimlerde Urla belediye başkanlığında aday gösterilen ve seçimi kazanan Burak Oğuz’un FETÖ soruşturması kapsamında görevden alınması, ardından hüküm giymesi ve Urla’ya kayyum atanmasıyla yaşanan süreç ilçeyi bir rant merkezi haline getirdi. Bu rant döngüsü ilçenin sosyal ve doğal yapısına zarar verirken, 2020 yılında atanan kayyumun görevden alınmasıyla ilçe yönetimindeki kriz derinleşti. Nitekim Tuncay Özkan’ın geçen haftalarda ilçeye yaptığı ziyarette de yaşananlar vatandaşlar tarafından dile getirildi. Bu nedenle İzmir ilçeleri içinde kayyumla yönetilen tek ilçe olan Urla’da seçmen eğilimini görmek biraz daha zor.

Sonuç olarak, seçimlere iki hafta kala İzmir bir kere daha hâkim eğiliminden çok farklı bir seçmen davranışı göstermiyor. Yaklaşık on bin sandıkta oy kullanacak üç buçuk milyona yakın seçmen, tercihini değişimden yana kullanıyor. Bu tercih ezber edilmiş söylemlerden, alışkanlıktan ya da partizan bir bakış açısından kaynaklanmıyor, İzmir’de seçmen değişimin artık kaçınılmaz olduğunun bilinciyle sonucu riske atmak istemiyor. Bunu yaparken de yerele özel bazı talepleri en azından bu seçimde ertelemeyi de göze alıyor, bu iradeyle de aslında bir fedakârlık gösteriyor.


Aslıhan Aykaç Kimdir?

İzmir’de doğdu. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Binghamton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Burada yazdığı doktora tezi Yeni İşler, Yeni İşçiler adıyla 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlandı. 2007 yılında Middle East Research Competition fonundan yararlanarak yürüttüğü araştırmanın sonuçları Toplum ve Bilim dergisinde “Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısından Sosyal Güvenlik Reformunun Emek Piyasasına Etkisi” başlığıyla yayınlandı. 2014 yılında Fulbright Doktora Sonrası Araştırma Bursunu kazandı ve 2014-15 akademik yılını Rutgers Üniversitesi’nde araştırmacı olarak geçirdi. Bu araştırma 2017 yılında İngiltere’de Routledge yayınlarından Political Economy of Employment Relations: Alternative Theory and Practice adıyla İngilizce olarak yayımlandı. 2018 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan Dayanışma Ekonomileri bu araştırmayı temel almaktadır. Makaleleri Toplum ve Bilim, New Perspectives on Turkey, Anatolia gibi dergilerde yayımlandı. Nazilli Basma Fabrikası üzerine yürüttüğü araştırması Devletin İşçisi Olmak: Nazilli Basma Fabrikası’nda İşçi Sınıfı Dinamikleri adıyla 2021 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Çalışma alanları arasında, siyaset sosyolojisi, çalışma ilişkileri, sosyal politika ve turizm sosyolojisi yer alıyor. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmalarını sürdürüyor.