YAZARLAR

İstanbul Film Festivali Günlükleri 2: Birtakım insani krizler!

42. İstanbul Film Festivali’nin ikinci günlüğünde “Ağrı”, “Burada”, “Kızıl Gökyüzü” ve “Dünyanın En Mutlu Adamı" filmleri var. Festivaldeki filmlerin geneline yansıyan ‘insani kriz’ halleri bu yapımlarda da mevcut.

İstanbul Film Festivali devam ederken ulusal yarışma filmlerine geçmeden gördüklerimize dair birkaç kelam daha edelim. Belki festivalin sonrasında genel bir yazının teması olarak belirlenebilir ya da bundan sonra ayrıca dikkatlice bu mevzuya bakılabilir ama ‘insani kriz’ ciddi bir konu olarak dikkat çekiyor son dönemin yapımlarında. Bunda çoğunun pandemi döneminde çekilmiş olmasının payı var gibi. Örneğin mekân kullanımları hayli sınırlı yapımların çoğunda. Genellikle tek mekânda geçiyorlar. Harekete, aksiyona dair değil de daha çok durumlara dair anlatılar dikkat çekiyor. Doğa ile kurduğumuz ilişki sıkça başrole soyunuyor…

‘AĞRI’MIZA GİTTİ

Adını bir doğa harikasından alan ama ne onunla ne de bulunduğu coğrafyayla ilişki kurmayı beceremeyen bir yapımla başlayalım o vakit. Almanya’da doğup büyüyen, sinema eğitimini orada alan Engin Kundağ’ı buradaki yönetmenlerden daha fazla ‘yerli ve milli’ olduğu için tebrik etmek gerek öncelikle! Berlin’de “Alman Sinemasına Bakış” bölümünde dünya prömiyerini yapan “Ağrı” (Ararat) filmi bizim için ‘çağdaş Türkiye sineması estetiğinin zirvesi’ oldu aynı zamanda. Çünkü Kundağ’ın kamerası yakın dönem memleket sinemasının bütün hastalıklı taraflarından mustarip. Biteviye susup duran adamlar, yaptıkları şeylere dair motivasyonlarını anlayamadığımız karakterler, bir fikrin olduğu ama senaryonun olmadığı hikayeler, finaldeki sürprize aşık olup aradaki birçok şeyi unutan bir anlatı, anlamsız ve işlevsiz suskunluklar ve tabii ki mizansen kurulamadığı için her mevzunun yemek masası etrafında konuşulması…

Ağrı, Engin Kundağ, 2023

“Ağrı”, maalesef Almanya’da doğup büyümüş Türkiyeli bir yönetmenin hikâye anlatım biçimine, estetik tercihlerine dair hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz, çünkü bunun için elle tutulur tek bir dal bile veremeyen bir film olmuş. Elimizin altında bu tür filmlerden bolca varken bir tane de ‘gurbetçi transferi’ne ihtiyaç yoktu. Ama görmüş olduk. Bu kadar kötü olması ‘ağrı’mıza gitti haliyle…

BURADA

Belçikalı yönetmen Bas Devos’un 2023 Berlin Film Festivali’nde büyük övgüyle karşılanan ve Karşılaşmalar Bölümü’nde En İyi Film Ödülü kazanan yeni filmi “Burada” (Here), şimdiye kadar izlediğim en iyi ‘pandemi’ filmi olabilir. Pandemi döneminde çekildiği belli olan yapım, evlere kapandığımız dönemde hem kendimiz hem de doğa ile kurduğumuz ilişkiye dair, bir süre için olsun değişen hislerimizin perdeye yansımış hali adeta. Öte yandan ‘geçicilik’ üzerine güçlü bir anlatı. İşler durduğu için Belçika’dan memleketi Romanya’ya gitmeye karar veren Stefan buzdolabında kalan malzemelerden çorba yapar ve bunu dostlarına dağıtır. Öte yandan Çin asıllı Belçikalı bir kadın olan Shuxiu, bitkiler üzerine araştırmalar yapmaktadır. İkilinin yolları bir biçimde kesişir ve ormanın derinliklerinde doğayla kurdukları ilişki hayatlarını da değiştirir.

Burada, Bas Devos, 2023

Bas Devos, bir metropol olduğunu anladığımız kenti bomboş gösteriyor özellikle. Ve karakterlerini kentin içinde/çeperinde yer alan doğayla ilişkiye geçirerek başka türlü düşünmenin kapılarını da aralıyor. Shuxiu’nun yosunlar üzerine yaptığı araştırmaya ucundan tanık olan Stefan’ın hayata bakışındaki değişim, ikili arasında bir yakınlaşmanın da kapısını aralıyor. “Burada”, bir yandan bu iki karakterin günlük rutinlerine dair görüntülerle akarken diğer yandan seyirciyi hem yabancılaştıran hem de doğayla kurduğumuz ilişkiyi sorgulatan güçlü imgeler barındırıyor. Doğaya bakınca anladığımız dünya ile kurduğumuz ilişkinin faniliğine, kendimizi ait hissettiğimiz yerlere dair anlamları bir kez daha düşünmek gerektiğine, on binlerce yıldır doğa ile kurduğumuz ilişkinin son 200 yıldaki hızlı değişiminin yarattığı ruhsal tahribatın büyüklüğüne dair şiirsel bir anlatı “Burada”.

KIZIL GÖKYÜZÜ

“Barbara” ile uluslararası alanda tanınan, ardından “Transit” ve “Undine” ile bunu devam ettiren Christian Petzold’un son filmi “Kızıl Gökyüzü”  dostluk, sanat ve yaratıcılık temalı filmler listesine girecek bir yapım öncelikle. Sıcak bir haziran ayında Baltık Denizi kıyısındaki dört gence ev sahipliği yapan bir yazlıkta geçiyor hikâye. Arabaları bozulan iki adamla tanışıyoruz önce. İkinci kitabını yazmaya çalışan Leon ve sanat eğitimi için hazırlanan Felix. İkili Felix’in ailesinin yazlığına gitmektedir. Eve vardıklarında genç ve gizemli bir kadın olan Nadja’nın da orada olduğunu öğrenirler. Bu üçlüye Nadja’nın arada sırada birlikte olduğu cankurtaran David’de katılır.

Kızıl Gökyüzü, Christian Petzold, 2023

Bu dört kişi, bir yandan birbirinin içine giren karmaşık ve geçişken ilişki ağları inşa ederken diğer yandan da kendi kişisel dünyalarındaki çelişkilerle baş etmeye çalışıyor. Ancak Petzold’un Leon’a özel olarak odaklandığını hatta filmin bir noktasından sonra diğerlerini daha çok onunla ilgili anlatıyı güçlendirmek için kullandığını söylemek gerek. Ama bunun hakkını veriyor. Leon hem bir yazar hem de belli ki sınıfsal içgüdülerinden ötürü kibirli birisi. Kendi ayarında görmediği bu insanları ‘sanatını’ konuşmaya değer bulmuyor. Öte yandan Nadja’ya karşı hislerini dile getirmekte, gereğini yapmakta özgüvensiz. Film, Leon’un kibrinin belirginleşip kabardığı ama sonra törpülendiği bu anlatının arka fonuna da hayatı tehdit eden orman yangınlarını koyuyor. Bunu birçok biçimde okumak mümkün. Ben kendi adıma, yaklaşan iklim felaketinin bir alegorisi olarak yorumladım. “Kızıl Gökyüzü”, bir sevip bir sevmediğim filmlerin yönetmeni olan Petzold’un ‘tam olamamış’ yapımları hanesine yazılabilecek türden bir yapım benim için.

DÜNYANIN EN MUTLU ADAMI

2019 tarihli “Onun Adı Petrunya” filmiyle bizi hayli mutlu eden Kuzey Makedonya doğumlu yönetmen Teona Strugar Mitevska bir kez daha kendi coğrafyasının hassas sinir uçlarında dolaşıyor. “Petrunya”da, erkeklerle anılan bir ritüelin içine dalarak dengeleri alt üste eden genç bir kadının hikayesini anlatmıştı. Gelenekler, kilise ve bürokrasi alışık olmadıkları bu durum karşısında paralize olmuşlardı. Festivalde gösterilen “Dünyanın En Mutlu Adamı” ise Yugoslavya iç savaşının kapanmayan yaralarına dair özgün bir anlatı sunuyor bizlere.

45 yaşındaki Asja, birileriyle tanışmak için buluşma etkinliğine katılır. Ancak eşleştiği erkek Zoran’ın gündemi aşkı bulmak değil, af dilemektir. Filmi izlemenizi tavsiye edeceğim için spoiler vermeyeyim ama Zoran, savaş döneminde şimdilerde pişmanlık duyduğu eylemlerin parçası olmuştur. Şimdilerde bundan kurtulmaya çalışmaktadır. Yönetmenin daha önce de birlikte çalıştığı senarist Elma Tataragic’in tanık olduğu gerçek bir hikâyeden uyarlanan yapım oyuncaklı bir anlatıya sahip.

Dünyanın En Mutlu Adamı, Teona Strugar Mitevska, 2023

Mitevska, bir otelin toplantı salonunda ‘yapay’ bir tanışma ortamında farklı etnik/ dini kökenden gelen, ayrı travmaları olan insanları bir araya getiriyor. Bu yapaylık ve giderek oyuna dönüşen süreç Zoran’ın geçmişini ifşa etmesi ve nedamet dilenmesiyle yerini kaskatı bir gerçekliğe bırakıyor. Gerçekliğin çarptığı salondaki herkes kendi payına düşeni alırken, kamera kimseyi canavar ya da kurban olarak resmetmemeye özen gösteriyor. Otel baskını, Asja’nın dansı gibi çok çarpıcı sahneleri de barındıran yapım Mitevska’nın giderek olgunlaşan sinemasının yeni duraklarını merak etmemizi sağlıyor böylece. Filmin tek kusuru, tanışma toplantısı bölümünü biraz fazla uzatması. Final bölümündeki yükselişten hemen önce hayli tempo kaybediyor yapım. Neyse ki ustaca bir manevrayla toparlanmış yeniden… “Petrunya”yı sevmiş olanlar, af-nedamet ve pişmanlık temalarına ilgi duyanlar kaçırmasın.