İslamcıların vicdanı yine Filistin’le imana gelirken…
Günün sonunda Filistin davasına yapılabilecek en büyük kötülük bunu bir din savaşına indirgemek olurdu. Bunu da “Olay haçlı-hilâl meselesidir'' diyerek Erdoğan yaptı. Filistinli Hıristiyanlar da işgalci sömürgeci ve soykırım savaşının kurbanları. Londra’dan, Dublin’den, Atina’dan, Madrid’den, Stockholm’den, Köln’den, Belgrad’dan gelen görüntüler başka bir şey söylüyor.
Türkiye’de ya da dışarıda kendi kimliğiyle özdeşleştirmediği sürece zulümlere ve haksızlıklara karşı sesini yükseltmeyen İslamcıların vicdanı bir kez daha Filistin’le imana geliverdi. Fakat bu sesin de Filistin’e bir faydası yok.
Siyasal İslamcıların vicdanı onlarca yıldır muhalifler hapishanelerde çürütülürken devrede olmadı.
Çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri itilip kakılırken sustu.
Ermeniler ve diğer dini azınlıklara güvercin tedirginliğinde bir yaşam reva görülürken umursamadı. Hrant Dink katledilip katilleri korunurken köreldi.
Bu vicdan iktidar ve yandaşlarının kömür hırsı için madenciler ölürken, her yerde işçi cinayetleri katlanırken, emekçiler tekmelenirken, HES’lerle köy yaşamı yok edilirken, ormanlar maden şirketlerine peşkeş çekilirken devletten yana çalıştı.
Bu vicdan kadınlar öldürülürken, eşcinsel bireyler aşağılanırken, üniversiteli gençlerin tepesine coplar inerken, cemaatlere ait yurt ve kurslarda çocuklara taciz skandalları patlak verirken yok oldu.
2016 darbe girişimi sonrası on binlerce insanın hayatı karartılırken, KHK’larla akademisyenler sokağa atılırken, yoksulluk, haksızlık ve adaletsizlikten insanlar intihara sürüklenirken köreldi.
Kürtlerin çektikleri kuşaktan kuşağa değişmezken hiçbir hukuksuzluğu, cinayeti ve zorbalığı mesele etmedi.
1990’larda binlerce Kürt köyü yakılırken, 34 kişinin öldüğü Roboski katliamı devlete zeval gelmesin diye kapatılırken, 2015-2016’da siyasi beka için Sur ve Nusaybin yerle bir edilirken iktidarın baktığı yerden baktı. Bir taraf siyasi soykırıma uğrarken “eyvallah” dedi.
Suriye’de işgal genişlerken, Afrin’de insanlar yerlerinden edilip evleri, iş yerleri, zeytinlikleri, ormanları cihatçılar eliyle yağmalatılırken, Haseke halkı susuz bırakılırken, güvenli şerit adına köyler habire bombalanırken ya da SİHA’larla suikastlar düzenlenirken iktidar için destan besteledi.
Terörle mücadele adı altında Irak Kürdistan’ında yüzlerce köyün boşalmasına neden olan bombardımanlar sürerken, top atışıyla Perah’ta turistler katledilirken, Şengal bombalanırken bölgenin yaşadığı her şeyi müstahak gördü.
2014’te IŞİD Ezidileri katledip kadınları köle pazarlarında satarken rahatsızlık duymadı. Devletin görüp izlediği IŞİD bombacıları Suruç, Ankara-Gar ve Diyarbakır’da katliamlar yaparken de sustu.
Liste o kadar uzun ve boğucu ki! Çok azı hariç İslamcıların vicdanı bu kara liste için asla kıpırdamadı. AKP’den önce devlete sadakat, AKP’den sonra devlete sahiplenme örgütlü kötülüğe mazeret üretti. İslami çevrelerin insan hakları örgütü Mazlum-Der de ‘kayyum’ ile dönüştürüldü, camiadan kimse iktidarın suç siciline işaret edemesin diye. Mağduriyetler çığ gibi büyüdü; itiraz edeni boğacak gürültü, manipülasyon ve yalan da o kadar azmanlaştı. İslami çevredeki sivil toplum AKP ile birlikte elde edilen kazanımlar ve çıkarların korunması için sisteme yönelik bütün eleştirileri geri çekmekle kalmayıp her halükârda iktidar için rıza üreten sözcülere dönüştü. O yüzden Gazze için akıtılan göz yaşları ağyara tesir etmiyor.
Filistin davası siyasal İslamcılığın günah çıkarma kabini sanki. Gazze’ye karşı her soykırım savaşı başladığında perdesini müminlerine açıyor.
Fakat burada da mızrağın çuvala sığmadığı durumlar var. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Hamas’ı sahiplenen tutumunu İsrail’in ABD’den sonra en sağlam destekçisi olmayı sürdüren Almanya’da da sürdürdü. Almanya’nın gelmiş geçmiş en çapsız şansölyesi Olaf Scholz’a dersini verdi, kendi tabanında duygusal tatmin yaşattı. Türkiye’de İslamcılığın Filistin sevgisi bırakın milyonluk nümayişi yüz binlik gösteriler için bile yetmiyor: İstanbul’un kalbi Gazze için atıyor ama göz ucuyla ayağa kalkan Londra’ya bakıyor. Belli ki Erdoğan’ın hepsi adına konuşması kâfi.
Erdoğan’ın sözünü esirgememesi basitçe kendi kişiliğine bağlanabilir. Fakat yüksek perdeden konuşmasının başka nedenleri yok mu? İsrail için yaptıkları ve Filistin için yapamadıkları mesela. Çıkardığı gürültü bunları fena halde perdeliyor. AKP ticari anlaşmalar bir kenara İsrail’le askeri anlaşmalara sadık kalmadı mı? Gazze’yi bombalayan İsrailli pilotlar en azından 2008’e kadar AKP iktidarı boyunca Konya semalarında uçuş tecrübelerini artırmadı mı? 7 Ekim’den bu yana Türkiye’den 300’ü aşkın yük gemisi Aşdod ve Hayfa limanlarına yanaşmadı mı? Yıllarca Kürdistan/Kerkük petrolü yasadışı anlaşmayla İsrail’i beslemedi mi? Bugün İsrail petrol ihtiyacının yüzde 40’ını Bakü-Ceyhan hattından karşılamıyor mu? İsrail’in demir-çelik ihtiyacının önemli bir kısmı Türkiye’den gitmiyor mu?
Erdoğan İsrail’i sıkıntıya sokacak hiçbir somut tepki ortaya koyamazken Filistin adına karşılıksız çekler yazıyor. İsrail ve en büyük destekçisi ABD’yi savaşı durdurmaya itecek hiçbir anlamlı tepki koymuyor. Direnişin kökünün kazınacağı senaryonun devamı olarak yarın Gazze’yi uluslararası bir güce bırakma önerisine ortak olursa da şaşmamalı. BM, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve diğer uluslararası zeminlerdeki girişimlerin İsrail üzerinde etkisinin olmadığı ortada. Bu alanda top çevirerek elinden geleni yaptığını söylüyor. Mavi Marmara’da ölenlerin kanını paraya çevirip dosyayı kapatan Erdoğan’ın İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ipe gereceğine inananlar az değildir. One Minute’un gerektirdiği hiçbir duruşu sergilemediği gibi 7 Ekim’e kadar İsrail’in doğalgazını Türkiye’den Batılı ortaklarına taşıma planının heyecanı içindeydi. Pek çok yazımda işaret ettim; AKP, bölgede İsrail’i huzursuz eden ne kadar ülke varsa hepsinin tasfiye edilmesinde Amerikan planlarına taşeronluk yaptı.
Üstelik siyasal İslamcıların tutarsız Filistin söyleminin ters tepen etkileri de az değil. Filistin davasında İslamcı hareketlerin öne çıkmasına paralel olarak sol ve seküler çevrelerde tuhaf bir biganelik yerleşirken öteki tarafta içi doldurulamayan bir duyarlılık arttı. 7 Ekim’den bu yana da Filistin konusundaki ilgisizlik halinde başka bir dönüşüm yaşanıyor: Binbir sebeple AKP’ye bilenenler İsrail’den yana konum belirliyor. İşgalci ve sömürgeci bir gücün soykırım savaşına arka çıkmanın hiçbir mazereti olamaz. Ne ahlaken ne de vicdanen. Filistinlilere karşı 75 yıllık yok etme siyasetinde yeni bir perde açılırken İsrail’e desteğini açık edemeyen utangaçlar da bunu “İsrail-Hamas savaşı” olarak görmeyi yeğliyor. Bu da özünde Netanyahu yönetiminin sunduğu senaryoya eşlik etmek demektir. Bir de Suriyeli sığınmacılar meselesinden beslenen Arap nefreti Gazze’deki savaşla birlikte bütün dizginlerinden kurtulmuş gözüküyor.
AKP iktidarıyla birlikte kirlenen İslamcıların kendini göstermek için Filistin’i araçsallaştırması İsrail’den yana dönüşümde pay sahibi. Filistin direnişi solun omuzlarındayken İslamcıların davaya ilgisi Kudüs’ün kutsallığına dair söylemlerden ibaretti. İslamcı olmayan bir örgüt direnişin lokomotifi olsaydı acaba ne olurdu?
Günün sonunda Filistin davasına yapılabilecek en büyük kötülük bunu bir din savaşına indirgemek olurdu. Bunu da “Olay haçlı-hilâl meselesidir'' diyerek Erdoğan yaptı. Filistinli Hıristiyanlar da işgalci sömürgeci ve soykırım savaşının kurbanları. Londra’dan, Dublin’den, Atina’dan, Madrid’den, Stockholm’den, Köln’den, Belgrad’dan gelen görüntüler başka bir şey söylüyor. Amerikan Kongresi’ni basarak savaşın durdurulmasını isteyen Yahudilerin sesi daha fazla yankılanıyor. Pek çok yerde Yahudiler Filistinli Arapların sesine ortak oluyor. Erdoğan meseleyi din savaşı olarak resmederek Filistinliler için canından olan Amerikalı Yahudi Rachel Corrie gibi insanların anısına da hakaret ediyor. Filistinlilerin yaşadığı zulmü raporlarıyla belgeleyen B’tselem’in sunduğu katkıyı herhangi bir Müslüman örgüt yapamadı. Haaretz’de çıkan cesur yazılar Müslüman medyanın topundan daha fazla etki uyandırıyor. Filistin’deki soykırımı ve apartheid rejimini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan Yahudi akademisyenler var. Ve daha etkililer.
Vicdani ve ahlaki duruşun referanslarını kendi dini kalıplarıyla daraltmaya yeltenen hiçbir yorum ya da çıkışın Filistinlilere faydası yok. Aksine zarar veriyor.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Soykırımdan ‘yeni düzen’ sanrısına: Aksa Tufanı’nın çıktıları 07 Ekim 2024
İran vurdu, sıra İsrail’de: Cehennemin kapıları açılıyor mu? 03 Ekim 2024
Nasrallah’tan sonra… 30 Eylül 2024
Cepheler birbirine geçerken… 26 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI