İnsanın aşındığı yerde dikiş payı: ‘Parça/Parça’ bir bütün 

Gamze Arslan'ın yazdığı, Sanem Öge'nin uyarlayıp yönettiği 'Parça/Parça', oyunculuktan sahnelemeye metne kadar sahiden kendine özgü bir deneme. Kendi başına bir ekipten kendi tarzında bir yolculuk.

Google Haberlere Abone ol

Postpandemik Cemiyet ekibinin ilk oyunu 'Parça/Parça'yı seyretmeye Bahçe Galata’ya gidiyorum ve bence cemiyet üyelerinin “Nasıl sonuçlanacağı meçhul bir deneme” olarak yaptıkları tarifin aksine şiddetin “şeyleşmesi” üzerine sağlam bir deneme olduğu sonucuyla çıkıyorum kapıdan. Oyunun dikkate değer yanlarından biri ilk çalışmalarıyla bile adından söz ettiren Gamze Arslan’ın öykülerinden Sanem Öge’nin sahneye uyarladığı bir deneyim tasarlamış olmaları. Hem tiyatro hem edebiyat tarafı çağdaş bir dil ve biçimde buluşuyor.  

Bu defa mekan da benim için bir ilk aslında; Bahçe Galata’da oyun seyretmeye giderken kule civarında ne zamandır kültürel karşılaşmalar yaşamadığımızı bu vesileyle hatırlıyorum. Pek çok şeyin kısa zamanda değiştirildiği ya da yok edildiği şimdilerde yakın geçmiş bile nostalji konusu olabiliyor; mesela 2013 yılında yine Galata Kulesi etrafında Tiyatro D22 sahne açmıştı ve biz o mıntıkaya tiyatro için sık sık gider olmuştuk. Sonrası Gezi eylemleri, hakkaniyetli bir yerlerde duran sahneler, bunun bedeli olarak desteklerden yoksun bırakılarak “ekonomik” kırılmalar yaşamaları ve kapanış senaryosunun yaşanması tabii. Bunlarla da beraber güzergahlardan bahsetmeyi önemsiyorum, dahası tiyatro özelinde de elimizden alınan koca bir tarih var. Ve karanlık hikâyelerden oluştuğunda tarih kaçtığımız bir şey oluyor sanırım.

'KAÇILACAK BİR ALAN'

Bence kaçtığımız şeylerle de ilgileniyor 'Parça/Parça'. Komşunun yardım çığlığını üst katta ya da bin km mesafede de olsa duymaktan kaçmak gibi… Kaçmak ne kadar kapsayıcı değil mi?  

Sahiden korkunç olaylardan kaçmakla “korunduğumuz” için haklı mıyızdır yoksa konfor alanımız mı sıcaktır! Oyunla birlikte kafamda tekerlek dönerken topluluğun hem geçmişi hem modernizmi aşan çağrışımları birlikte yansıtan isminden de konuşalım istiyorum. “Post”,  “pandemik” ve “cemiyet” birlikte kullanıldığında zamansız bir yere tabelasını asmış gibi geliyor. Postmodernizmi refere eden bir yol çizmediklerini söylüyor Sanem Öge, ancak reji formu da Gamze Arslan’ın anlatısı da yapı bozumunda mahir bu bakımından biraz “post” belki de? 

Arslan’ın 'Kanayak' ve 'Çerçialan' isimli kitaplarında yer alan öykülerden Öge’nin çekip çıkardığı 'Parça/Parça' üç epizotta monologlar halinde akıyor. “Kriminal” görünen karakterler, karanlık hikâyeleri gerçek üstü bir hava yaratarak anlatıyor. 

Yazarın “büyülü gerçekçi” denilen anlatı evreni ve 'Parça/Parça' oyunun tavrı “distopyaları” düşündürse de gerçek kadar sert olabilirler ancak. Zaten bu nedenle de huzur kaçırıcı, kaçılacak bir alan halini alıyor belki de.

Karakterler de öyle aslında. “Abartılı” ya da biraz fantastik özelliklere sahip gibi dursalar da bu köhnemiş düzenin irkiltici insan yaratma kabiliyetini düşündüğümüzde onlara gerçek dışı diyebilir miyiz! Açlık, yokluk, kayıp, yalnızlık ya da haksızlık insanları bir zümrenin penceresinden bakıldığında “ucubelere” dönüştürmez mi? Kaçımız evsiz ya da sokakta dilenen birinin gözünün içine bakmak yerine yokmuş gibi yapıp telefona bakıyoruz? Kötü şeyler biz bakmadığımızda kaybolur mu dersiniz? 'Parça/Parça' güzel uykularda çimdikliyor sizi. Oyundaki üç karakter de kayıt altında olduğunu biliyor gibi bir havada anlatıyorlar öykülerini sanki, sözlerinin kaybolmaması memnuniyeti hissedilir tavırlarında. Belki görünür olmanın memnuniyeti, kim bilir!

SADE GÖRÜNEN HER ŞEY 'BASİT' DEĞİLDİR

Oyunculuklar sahneleme tavrı içinde en güçlü ayak gibi duruyor. Bu bakımdan Kumbaracı50’de yıllardır nüanslarını takip ettiğim Sinem Öcalır, hep başka bir havuzda görmeyi istediğim Cenk Dost Verdi ve uyarlayan, yöneten ve oyuncusu olarak Sanem Öge sade görünen her şeyin “basit” olmadığını sergiliyorlar oyunculuklarıyla. 

Kostüm tasarımında Başak Özdoğan imzası görüyoruz ki yine sıradan görünen ama kırmızı bir dokunuş var orada da. Kırmızı her karanlık, renksiz ve kasvetli kurulan sahnede bir kırılma gibi yerini alıyor. Anlatılacak hikâyelerin kanlı biteceğini imliyor gibi de karanlıkta renkli, al yanaklı bir tazelik temsil ediyor gibi de; kırmızı bir sabahlık, kırmızı bir eldiven ve kırmızı bir mendil…

Bu sezon tiyatroların özgün müzikler konusunda sıkı çalıştığını yeri geldikçe vurguluyorum. Moda Sahnesi’nin 2015’te 'En Kısa Gecenin Rüyası' ve 2016’da 'Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz' oyunlarının müziğini yapan Can Güngör’ün tiyatroda imzasını yeniden 'Parça/Parça' ile görüyoruz. Ki müzik oyundaki gerilimi tırmandıran öğelerden. Zaten oyun bu güçlü gerilim damarıyla kimi zaman korkuya kimi zaman polisiyeye dönmeye çok elverişli görünüyor. Metin zaten gülümserken gelen bir tokat gibi. Sersemletiyor. Müzik bu anların ürkütücü uyarıcılarından.

TUTTURMAYA ÇALIŞTIKÇA AŞINAN BİR MAKAS PAYI

Postpandemik Cemiyet, 'Parça/Parça' ile sersemletirken yer yer gerçek dışı görünen hikâyeler ve karakterinin gerçekliğiyle can sıkıcı aslında. Eşi, kardeşi savaşta, katliamda ya da yoksullukta ölmüş biri diyelim ya da hep basamağın altında kalmış bir başka kişi, hor görülmüş, ezilmiş, bağırdığı bile duyulmamış yahut da hep eğrisi görülmüş, takdir edilmemiş, sevmeye çalıştıkça yere çakılmış, aşmaya çalıştıkça yeniden tetiklenmiş biri ya da birileri şiddet ve sevgiyle yaşamın içinde nasıl bir ilişki kurabilir ki! Oyunun canımızı sıkan yanı hepimizde tutturmaya çalıştıkça aşınan bir makas payını gösteriyor olması. 

Suçlunun anti kahramana dönüştüğü, onu iten şartların kabahatinin üzerindeki tozu kaldırmayı, kurban olmanın da “avantajlarını” ya da bir kurbanın kendi adaletini sağlayacak kadar yalnız kalışını, suçlu ve kurbanın arasındaki sıcak teması; ayrımcılık, cinsiyetçilik, ırkçılık, sınıfsal eşitsizlik gibi çağımızın mutsuz fon kağıtlarıyla bir örgü oluşturuluyor. 

Gerilimden korkuya keskinleşen hat ve belki de kendi elimizle kafamıza uzanan keskin bir neşter gibi akıyor her sahne. Oyunculuktan mı alıyor en çok etkileyiciliğini bu oyun anlatıdan mı emin olamıyorum. Ama terzilikten, morglardan bile incecik detaylar teğelleyen, hayalet gibi içinden geçilen dertleri bile ete kemiğe dönüştüren metnin payı az uz olmasa gerek. 

Ekip ve oyun hakkındaki en kati fikrimse oyunculuktan sahnelemeye metne kadar sahiden kendine özgü bir deneme.

Tüm soğuk gerçekler içinde sıcak bir kırmızı 'Parça/Parça'. Kendi başına bir ekipten kendi tarzında bir yolculuk.

Ne zaman izleriz: Belki haziranda Moda Sahnesi’nde.

Künye 

Yazan: Gamze Arslan
Uyarlayan ve Yöneten: Sanem Öge
Oynayanlar: Sinem Öcalır, Cenk Dost Verdi, Sanem Öge
Sahne tasarım: Sanem Öge
Kostüm: Başak Özdoğan
Müzik: Can Güngör
Görsel İletişim Tasarımı: Bora Başkan
Teknik: Umut Rışvanlı
Fotoğraf: Barış Önder Güler
Teaser: Batur Belirdi
Oyun süresi: 1 saat 15 dk./Tek Perde