İnsan faaliyeti hayvan neslini tüketiyor: 12 kuş türünü kaybettik

Doğaya verilen tahribatlar sebebiyle 12 kuş türünün daha nesli tükendi. Uzmanlar, bu kayıpların en büyük sebebi olarak insan faaliyetini işaret ediyor.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 2023 yılı sonunda The Guardian’de yer alan habere göre, ABD topraklarındaki 12 kuş türünün nesli küresel ölçekte tükendi. Bu gelişme ile dünyanın en büyük altıncı soyu olan kuşların ve tüm canlıların ciddi bir tehdit ile karşı karşıya olduğu bir kez daha gündeme geldi.

İnsan eliyle yapılan faaliyetler sonucu birçok canlı türünün yok olma tehlikesi yaşadığını belirten uzmanlar, biyoçeşitliliği koruma çabalarının artırılması gerektiğini belirtiyor. 

Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Utku Perktaş

‘3,8 MİLYAR YILLIK CANLILIK MİRASINDAN KALAN BEŞ TÜRÜ 30 YILDA KAYBETTİK’

Geçtiğimiz aralık ortalarında Nature Communications'ta yayınlanan makaleye göre, 120 bin yıl içerisinde bildiğimiz kuş türlerinin yüzde 12’si ortadan kalktı. Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Utku Perktaş, biyoçeşitlilik krizinin temel sebeplerinden birinin iklim değişimi olduğunu belirtiyor. Günümüzde direkt olarak iklim değişiminin etkilerinden bahsedilemeyeceğinin altını çizen ve “Şu an insan faaliyetleri krizi gündemde” diyen Perktaş, dünyaya ve Türkiye’ye ilişkin şu bilgileri veriyor: “Bugün çok fazla tür kaybediyoruz. Güney Amerika'daki And Dağları'nda küresel ısınmanın getirdiği maliyet sonucunda özellikle yüksek rakımlarda bulunan kuş türlerinin kaybolduğunu görüyoruz. And Dağları'nda yüksek ve soğuk bölgeleri seven dünyanın hiçbir yerinde olmayan kuş türlerinin beş tanesini 1984 yılında görürken 2014 yılında görmemeye başladık. Dünya tarihi 4,5 milyar yıl, 3,8 milyar yıldır da dünyada canlılık görüyoruz. Ve biz sadece 30 yılda o canlılıktan kalan mirastan beş türü kaybetmişiz ve bu türleri tekrar kazanma şansımız yok. Onlar evrimsel sürecin meşakkatli yollarında birçok rastgele olay sonucunda farklı evrim mekanizmalarıyla bugüne geldiler. Dolayısıyla onları biz tekrar yaratamayız.”

‘ÜLKEDEKİ İNSAN FAALİYETLERİ SONUCUNDA 4 BİN BİTKİ TÜRÜ TEHDİT ALTINDA’

Anadolu’nun dünyadaki biyoçeşitlilik açısından önemli üç coğrafyanın kesiştiği çok zengin bir konum olduğunu belirten Perktaş, “Anadolu birçok endemik bitki ve hayvan türünün bulunduruyor fakat buralarda ciddi insan faaliyetleri yapıyoruz” diyor.

Perktaş, şöyle devam ediyor, “Türkiye'de yaklaşık 4 bin endemik bitki türü bulunuyor. Bu çok yüksek bir sayı ve kaybetmeye tahammülümüz olmamalı. Ama inşaat yapımı, hidroelektrik santraller... Nüfus artışına bağlı olarak yerleşim yerleri kurmaya çalışıyoruz ancak ormanları kaybediyoruz. Bunların hepsini yan yana getirdiğimizde coğrafyamızda endemik diyebileceğimiz 4 bin bitki türü tehdit altına giriyor. Hangisini kaybettiğimizi de bilmiyoruz çünkü bir kısmı hala tür olarak kaydedilmemiş olabilir. Örneğin Tuz Gölü havzasında her iki ayda bir tür bulma şansı olabilir. Ama yerleşim yerleri, kaçak kuyular ve tarım faaliyetleriyle Tuz Gölü habitat özelliğini yitirmiş durumda.”

‘GENİŞ DAĞILIMLI TÜRLER KÜRESEL ISINMAYLA TEHLİKEDE’

Türkiye'de yükseklerde bulunan türlerle geniş dağılımlı türlerin küresel ısınmayla tehlikede bulunduğunu belirten Perktaş tehdit altında olan türlerle ilgili şu bilgileri veriyor: “Türkiye'nin endemik kuş türlerinden biri Anadolu Sıvacısı. En büyük popülasyonu Türkiye'de bulunuyor. Ama bu türün 2080-2100 yılında Doğu Karadeniz'deki dağılımı iyice daralacak gözüküyor. Kafkas Horozu, Kafkaslar'da ve Doğu Karadeniz'in yaylalarında bulunan endemik bir tür. Bu tür, yüksek rakımları seviyor. Yükseklerde yaşayan türler küresel ısınmayla, insan eliyle ve habitat kaybıyla ciddi tehdit altına giriyorlar. Diğer bir tür ise Kafkas Çıvgını. O da yine Kafkaslar ve Doğu Karadeniz'de, Kars ve Ardahan yaylalarında bulunuyor. Kafkas Çıvgını ve Kafkas Horozu insan faaliyetleriyle oluşturan habitat kaybıyla tehdit altında. Anadolu Yer Sincabı türümüz ekilmeyen, sürülmeyen bozkırlarda yaşıyor. Fakat insan faaliyetleriyle beraber her yeri tarım alanı yapmaya başladık. Ankara'da gördüğümüz bir popülasyon Kars'a yürüyüp gidemez. Dolayısıyla bu tür de Türkiye'de tehdit altındaki türlerimizden bir tanesi. Bunlar artarak devam edebilir.”

‘SERA GAZINDA ARTIŞ YAŞANIYOR’

“Şu anda en büyük problemimiz ormansızlaşma, habitatların bozulması, insan eliyle ortadan kaldırılması, kirlilik, istilacı türler” diyen Perktaş bunlar durdurulursa iklim değişiminin de engellenmiş olacağını belirtiyor. İnsanoğlunun hayvanları bitkileri evcilleştirdiğini ve bunların sonucu olarak sera gazında artış yaşandığını vurgulayan Perktaş, "Atmosferde sera gazları olmak zorunda, sera gazları dünyayı canlılar için yaşanabilir bir noktaya getiriyor ama aşırı derecede artırdığımızda küresel ısınmayla karşı karşıya kalıyoruz. Küresel ısınma da küresel ölçekte gerçekleştiği için iklimi olumsuz değiştiriyor. Bugün yaşadığımız aşırı hava olaylarının, felaketlerin, kasırgaların küresel ısınmayla ilgili bir bağlantısı var. Şu anda en büyük problemimiz insan kaynaklı faaliyetler. Bunlar iklim değişiminden daha önce geliyor. Bunları durdurabilirsek iklim değişimini de zaten otomatikman engellemiş olacağız ve birçok türü de kurtarmaya başlayacağız" diyor. 

Doğa Derneği Koruma Programı Koordinatörü Şafak Arslan
‘İKLİM KRİZİNİ BİR SONUÇ OLARAK GÖRMEK GEREKİYOR’

Doğa Derneği Koruma Programı Koordinatörü Şafak Arslan da dünya üzerindeki biyolojik çeşitliliğin her geçen gün azalmaya devam ettiğini belirtiyor. Sanayi temelli karbon salınımı ile ormanlar ve sulak alanlar gibi karbon tutucu kaynakların tahrip edilmesinin doğa üzerinde bir baskı oluşturduğuna dikkat çeken Arslan, biyoçeşitlilik krizine ve çözüm önerilerine ilişkin şu bilgileri veriyor: “Ormanların madene açılması, aşırı ağaç kesimi, yanlış tarım ve su politikaları dengenin bozulmasını hızlandırdı. Bu alanlarda yaşayan sayısız canlı doğrudan etkilendi. Bu değişiklik biyoçeşitliliğe zarar veriyor. Hassas türlerin yaşam fonksiyonlarını zorluyor, yok oluşa sürüklüyor. Ancak iklim krizini bir sonuç olarak görmek gerekiyor. Gerçekleştirilen politikalarının bir sonucunu yaşıyoruz bugün. İklim krizine karşı hem küçük ölçekli hem de geniş ölçekli faaliyetler yürütmeliyiz. Karbon yutak alanlarımızı hem şehirde hem de doğal alanlarda korumalı ve arttırmalıyız. Ekosistemler üzerindeki tehditleri en aza indirmeli, uygulamalarımızda ekosistem tabanlı çözümler ortaya koymalıyız. Politikalarımızı daha fazla gecikmeden yerelde ve genelde bu doğrultuda oluşturduğumuzda değişimi de göreceğiz.”