İlahi aşkın peşinde: ‘Kıyamet Emeklisi’

Şule Gürbüz’ün iki ciltten oluşan yeni romanı ‘Kıyamet Emeklisi’ ilahi aşka ulaşmaya çalışan Aziz’in yolculuğunu anlatıyor…

Google Haberlere Abone ol

Şule Gürbüz’ün ‘Kıyamet Emeklisi’ isimli iki ciltlik romanı ilahi aşka ulaşmak için iğreti benliklerinden sıyrılmaya çalışan Aziz’in manevi yolculuğunu çocukluğundan yaşlılığına kadar geçen süre içerisinde konu edinirken varlık, zaman, insan, özgürlük gibi sayısız felsefi sorunsalı da irdelemekte.

‘Kıyamet Emeklisi’nin ilk cildi ilk sayfalardan sonra başkahraman Aziz’in çocukluğuna dönmekte. Erzurum’da doğup büyüyen Aziz’in ailesi kendisi dışında üç kişi: Babası, annesi ve abisi Adem. Aziz’in babası dilsizlik orucu tutan bir yazıcı. Annesi de ona tabi olduğundan o da tıpkı babası gibi sık sık dilsizlik orucunda. Hal böyle olunca Azizlerin evi sessiz bir ev. Ancak bu sessizlik içerisinde Aziz ve abisi Adem karakterleri itibariyle tezat oluşturmakta. Adem, biraz büyüyünce kahvede çalışan, eli ekmek tutan, tabiri caizse tuttuğunu koparan bir karakterken Aziz ise yaratılış itibariyle munis, mütefekkir ve mütevekkil. Bu yüzden abisi yüzünden sürekli ezilmekte. Hatta annesi bile iki kardeşi ayırmakta, yemekteki et parçalarını gizlice Adem’in tabağına atmakta. Suskun baba ise o haliyle dahi Aziz’den memnuniyetsizliğini ifade etmekte. Oysa Aziz, evin kedisini kendine yoldaş bilen, onun fosforlu gözlerini fener eyleyip geceleyin dışarı çıkarak bu bilmediği âlemi gözlemlemekten hoşlanan bir çocuk. Ancak ailesinin onu istemediğine kani olmuş durumda. Ailesinden ayrılma fırsatı ise hasta bir çocuğu Sarılık Tekkesi’ne taşımasıyla başlıyor. Tekkedeki Hasan Amca, yaşlı ayısına insanları çiğneterek tedavi eden bir şifacı. Bu karşılaşmayla Aziz’in ilk konağı Sarılık Tekkesi oluyor fakat Melami piri Hilmi Baba’nın onu görüp yanına istemesiyle artık oraya kapılanıyor. Hilmi Baba, sürekli sigara içen, bazen asabi, bazen sevecen, nüktedan bir eren. Aziz’deki ilk keşfi onun dertli olması oluyor çünkü Hilmi Baba anlaşılmamaktan acı çekmekte. Etrafındakiler ona hürmet gösterip, onun bir dediğini iki etmezken sorduğu hikmetli sualleri yahut anlattığı kıssadan hisseleri kimse anlamıyor. Bir gün, rükû edenle rükû etmenin ne olduğunu sorduğunda herkes bunu namazla ilişkilendirirken etrafındakilere kızarak rükûunun sadece namazda olmadığını düşmüş olana el uzatmak gerektiğini söylüyor örneğin. Bu sayede Aziz’in ilk tasavvufi terbiyesi başlıyor. Bazen Baba ile Metaxa içiyor, bazen Baba’nın söylediği üzere kulağına iki yassı taş bağlayarak dışsal dünyayı kaale almamayı öğreniyor. Ancak aldığı en büyük öğreti kendi iğreti benliklerini saptayıp bunlara Mayacı, Kemal gibi isimler koyması ve onlardan sıyrılarak kendi cevherine ulaşma çabası. Ancak, 15-18 yaş arasını burada geçirdikten sonra birtakım olaylar sonrasında Aziz’i toplum tarafından sevilmeyen, dinsiz gözüyle bakılan Melami tarikatından alarak Halveti tarikatına, Kemaleddin Efendi’nin yanına veriyorlar. Bu dergâhta, sürekli bir talim söz konusu. Evrad okumaları, tesbihatlar, teheccüd namazları… İlahi aşka ulaşmak için pervane misali çabadan ziyade mütevekkilâne bir bekleyiş söz konusu. Aziz, buraya da mizacı doğrultusunda kolayca uyum sağlıyor.

Kıyamet Emeklisi - Birinci Cilt, Şule Gürbüz, 401 syf., İletişim Yayıncılık, 2022.

“Aziz bu serazatlıktan, boyunduruksuz gezmekten fevkalade memnundu, nasıl bu kadar memnundu belli değildi ama öyleydi. Bir oda, bir ocak, bir lokma ve zihni ona kâfiydi. Yeter ki didilmesin, bir tabiat örtüsü, bir taş duvar, bir yaşlı tekke gibi yaşayabilsin. Hiçbir şekil görmüyordu kendinde ve buna bazen dehşetle bakıyordu. Şimdi Baba’nın yanında olsa o şekildeydi, Kemaleddin Efendi’nin orada olsa hâlâ seccadedeydi, evinde olsa anasının görmeyi isteyeceği köşedeydi, kendi kendineyken ise işte boşlukta hiçbir yerdeydi. Sanki zihni bir salıncak ya da esnek bir daldı da onun üstünde kendiyle benlikleri ile konuşa görüşe, etrafı temaşa ede ede sallanarak bir vakti geçiriyor ama dalda değil de yerde görülüp didinen insan muamelesi görüyordu.” (s.334, Birinci Cilt)

Kemaleddin Efendi onda cezbe istidadı görünce onu bir dağ köyü olan Ayçukuru’na kışı geçirmesi için gönderiyorlar. Nüfusu köy imamı ve birkaç yaşlıdan oluşan bu köyde Aziz, sıska bir köpeğin yarenliğinde buraya da uyum sağlıyor ve kendini ibadete vermek yerine rızkının çoğunu köydeki yaşlı bir neneyle gün gün paylaşıyor.

AZİZ İLAHİ AŞK PEŞİNDEDİR

Burada bir es vermek gerekli çünkü Hilmi Baba -Melamilik- ve Kemaleddin Efendi -Halvetilik- üzerinden İslam’ın heterodoks ve ortodoks yorumları karşılaştırılmakta. Kökleri 10. yüzyıla kadar uzanan heterodoks yorum olan Melamilik toplum tarafından hor görülürken ortodoks yorum olan Halvetilik büyük hürmet görmekte. Zira ortodoks yorum Sünni İslam’ı temel almaktayken heterodoks yorum göçebe kültürden gelen kültürel kodları da muhafaza etmiştir. Osmanlı döneminde Sünni İslam en güçlü dönemini yaşarken ehl-i rafz denilen diğer mezheplere ilkin baskı kurulmadıysa da 16. yüzyıldan sonra ehl-i rafza yönelik sistematik bir baskı ve zulüm söz konusu. “Rafz” kelimesinin bir topluluktan veya bir görüşten ayrılmak anlamına geldiğini de eklemeli. Uzun lafın kısası Sünni yorum, yani “müesses din” hem toplum hem de devlet tarafından kabul görmekte ve desteklenmekte. Bunun en çarpıcı örneği ise Aziz’in lise diploması alması. Kemaleddin Efendi, ona sınav kâğıdına sadece adını soyadını yazmasını, gerisini onların dolduracağını söyler, böylelikle Aziz de çaba göstermeksizin lise mezunu oluverir. Hırkalı, şalvarlı, uzun sakallı Halvetiler muteber görülürken, kafası tıraşlı, kulağı küpeli Melamiler dışlanır. Burada kökü ta 16. yüzyıla uzanan bir çatışmayı görmek mümkün. Bununla beraber, Aziz’e de dönmeli. Aziz kendini değersiz hissettiği için kapılanmaya, iş görmeye, en ufak bir sevgi kırıntısından aşırı derecede mutlu olmaya meyilli bir genç. Bu yüzden de her yere kolayca uyumlanmakta. Yine de onu en çok etkileyen kişi Hilmi Baba olacak ve onu, öğretilerini ömrü boyunca unutamayacak, ondan bir anlık tereddüt sonucu ayrılmak zorunda kalışından her daim pişmanlık duyacaktır. Zira, Aziz ilahi aşk peşindedir. Öte yandan, birinci ciltte dikkate şayan bir karakter de Aziz’in matematik öğretmeni Nazif Bey’dir. Türk edebiyatında Tanpınar’ın ‘Huzur’undaki Suat benzeri son derece zekice kurgulanmış kötü karakterlere az rastlanır. Hayatta herkesin sahip olduğu her şeyi kıskanan Nazif Bey, bilhassa akıbetiyle bu eşine az rastlanır kötü karakterlerden biri olarak karşımıza çıkar.

Kıyamet Emeklisi - İkinci Cilt, Şule Gürbüz, 523 syf., İletişim Yayıncılık, 2022.

İkinci cilt ise vakıflar müdürlüğünde memur olan Aziz’in Tevhide ile evlenmesi, Adil ve Alev isimli iki çocuğu olmasıyla birlikte aile kurmasını anlatır. Tevhide, Manisa’dan İstanbul’a farklı umutlarla gelmiş, hep daha fazlasını isteyen, dergilerde gördüğü, okuduğu yaşamlara özenen, “orijinallik” peşinde bir kadındır. Öte yandan Aziz, zamanının çoğunu evlerinin damında oturarak tefekkürle geçiren varla yok arasında kanaatkâr bir insan olduğundan dolayı onu hep yetersiz bulur. Üstelik, iki çocuk, bilhassa da Alev babalarının yolundan gitmeyi tercih edecektir. Bu ciltte hayli sık karşılaştığımız, geçmişiyle sayfalarca hemhal olduğumuz bir karakter de Erzurumlu olmasına rağmen kendini tam bir İstanbullu olarak gören Nuhu’dur. Nuhu da bilhassa üniversite hayatında kendini diğer insanlarla kıyaslayarak büyük eksiklikler çekmiş olup kendini yetersiz hisseden bir karakter olarak karşımıza çıkar. Kendinde eksik gördüklerini zamanla onarmamış fakat Fahrettin Bey isimli ahalinin büyük saygı duyduğu bir kimseye yarenlik ede ede itibar kazanmıştır. Öyle ki Fahrettin Bey ölünce yerine Nuhu geçmiştir. Konuşmayı seven, sözü en olmadık yerden başlatarak konuya bir türlü giremeyen, kendini tasavvuf ehli olarak gören kibirli bir kimsedir Nuhu. Buna rağmen entelektüel ve vicdanlıdır da. Tek arzusu, Aziz’in ona intisap etmesidir. Ancak Aziz’in hem Baba’ya hem de benliklerinden sıyrılarak ilahi aşka ulaşma özlemi asla dinmeyecek, menzile varmak için türlü çareler arayacaktır. Önündeki en büyük engel ise Baba’nın vakti zamanında uyardığı gibi baskın iğreti benliği Kemal’dir. Ayrıca, Aziz’in bu tutkusu farklı şekillerde Alev ile Adil’e de geçecektir… Netice itibariyle Aziz, menzile varmak için bir mürşide ihtiyacı olup olmadığını sorgulama noktasına varacaktır.

KÖYLÜ-KENTLİ, KADIN-ERKEK, GÜNCEL-MAZİ

Kısacası, ‘Kıyamet Emeklisi’ bir ilahi aşk hikayesi, beşer değil insan olma çabasıdır. Ancak bu tahkiye anlatının gövdesidir, demek daha doğru olur çünkü bu gövdeden baş veren sayısız ontolojik, teolojik, epistemolojik soru da irdelenir. Nitekim romanda karakterlerin iç monologları, iç çözümlemeleri geniş yer tutar. 1960’ta doğan Aziz’in ellili yaşlarına uzanan süreçte sadece felsefi sorunlar yer almaz. Köylü-kentli, kadın-erkek, güncel-mazi gibi çeşitli çatışmalar da metinde yer alır. Metnin dili ise anlaşılır olmakla birlikte eski kelimelere de kucak açar. Vermek istediği anlamı mükemmelen karşılayan kelimeleri özenle seçen bir yazar vardır karşımızda. Son olarak, Aziz karakterinin daha iyi anlaşılması için yazıyı şu alıntıyla bitirmekte fayda var:

“Aziz bu heyulaları kendine anlatılanlar, müesses dinin devletleşmiş binalarının arkasında görünmez olmuş yeşillik, sanki her şeyi söyleyip atlanan bir özne, sanatın ve şiirin arkasındaki mana kadar heyula buluyordu. Onun tanrısı öyle ciltlerce simgenin ve sembolün arkasından görmediği halde gördüm denecek, milyarlarca insan halkedip içlerinden en zeki ve derin bir iki tanesine malum edilecek, neyse ne şimdi burada bu ayaltı seviyede bunları karıştırma ibadetini et, sonra altın fiyatları ile ilgilen denecek, kandillerde yanan mahyanın ve simidin susamının, güllacın buruşuk yüzünün ve üstündeki nar tanelerinin, pideden dökülen çörek otlarının, erbain turşusu ve helvası ile müzeyyen şubat sofrasının, nevruz sütünün, Hıristiyanın koyu sarı mumunun titrek ışığının, Yahudinin tek tek topladığı mayalı kırıntılarının, buhurdanın, gülabdanın yaydığı kokunun… arkasında önünde değildi, yükseğinde değildi. Bütün bunlar olurken kiliselere, camilere, fırınlara… dışarıdan bakmak için şöyle bir giriveren hava olması bile daha gönlüne yatıyordu.” (s.317, İkinci Cilt)