İktidar ABD ile masaya oturdu finale oynuyor

İktidarın tüm hamlelerini kendisini kalıcı kılmak üzerinden şekillendirdiği bir ön kabul ise söz konusu taleplerin Afganistan seferi için değil kendisini kalıcı kılmak için istediği de kabul edilmeli.

Google Haberlere Abone ol

Musa Piroğlu*

Konya’daki katliam sıcaklarla kavrulan ülke gündeminde toplumsal bir napalm etkisi yaratarak düştü. Bir aile herkesin gözü önünde, göre göre gelen vahşi bir katliamla yok edildi. Aile Kürt’tü ve Türkiye şehirlerinde Kürt işçileri , HDP binalarını hedef alan saldırı dalgası yayılarak büyüyordu. Saldırganlar daha önce bir aileyi kalabalık bir grup eşliğinde linç etmeye kalkmış, bir insan hayatını kaybetmiş, konu mahkemelere taşınmıştı. Klasik refleks işliyordu. Mahkeme saldırganları birer birer serbest bırakırken aile tehdit altına alınıyor ve Konya’yı terk etmeye zorlanıyordu.

Dışarıdan bakıldığında her şey hep olduğu gibi yaşanıyordu. Toprağı katliamlarla yoğrulmuş, ruhu şovenizmle kavrulmuş coğrafyada benzer saldırıları daha önce yaşamış toplumsal muhalefet sürecin aynı şekilde işleyeceği ve bir şekliyle üzerinin örtüleceğini bekliyordu. Uzun mahkeme süreçleri işleyecek, katiller eninde sonunda serbest kalacak, ölen öldüğüyle kalacaktı.

Hemen her sene mevsimlik Kürt işçiler, Karadeniz şehirlerinde, Ege ve Akdeniz sahillerinde benzer saldırılara uğruyor, göçe zorlanıyordu. Irkçılığa varan milliyetçilik her çeşit rant hesabının ve ekonomik kaygının üzerini örten bir perde işlevini görüyor bütün saldırılar Kürt düşmanlığı üzerinden gündeme getiriliyordu. Kürt’ün canı yanıyor, kanı akıyor, saldırıya uğrayan işçi grubu, aile  devletin de zorlamasıyla göçe zorlanıyor, saldırganlar cezasızlık politikalarının korumasında serbestçe dolaşmaya devam ediyordu.

Saldırı gündeme geldiğinde hemen herkes  daha önce yaşanmış olanlarla benzer bir okumayla süreci ele aldı. Bu klasik devlet politikası ve yargı refleksi idi. Aynı okuma katliamdan sonra da devam etti. Katliam ırkçı bir saldırı olarak ele alındı ve ırkçılık karşıtlığı üzerinden lanetlendi. Oysa saldırıyı ırkçı bir saldırı olarak ele almak içerisinden geçilen konjonktürü eksik kavramak anlamına geldiği gibi katliamın organize yapısının gizlenmesi ve münferit bir olgu gibi sunulmasının zemininin yaratılması anlamına da gelir. Nitekim iktidar katliamı böyle sunmaktadır. Irkçılık Konya’daki katliamın politik ve örgütlü yapısını örten ucuz bir maskeden başka bir şey değildir. Saldırı politik ve sistemli bir dalganın üst boyuta sıçramış bir aşamasından başka bir şey değildir.  

Yaşanmakta olanları sıcağı sıcağına ilişkileri ve sonuçları ekseninde kavrayabilmek içim baş vurulan temel kaynak tarihsel deneyimlerdir. İzmir’de HDP  il binasını hedef alan ve Deniz Poyraz’ın katledilmesi ile sonuçlanan kanlı saldırının 7 Haziran-1 Kasım sürecini hatırlatması bu yüzden tesadüfi değildir. Garipsenmesi gereken İzmir saldırısını böyle okuyanların Konya katliamını ırkçılık gibi amorf bir tanımlama ile sınırlandırmış olmalarıdır. Kabul edilmesi gereken 7 Haziran sürecinde ortaya konan senaryoya benzer bir planın devrede olduğu gerçekliğidir.

Kaybeden ama kaybetmeye tahammülü olmayan bir iktidar gerçekliği göz önüne getirilmeden, kaybeden iktidarın ülkeyi nasıl bir cehenneme çevirdiğini gösteren 7 Haziran-1 Kasım süreci unutularak yaşanmakta olanları anlama şansı olmadığı bilinmelidir. Toplumsal muhalefet soldan sağa pek çok öznesi ile bir seçime bağlamış ve kaybedeceği neredeyse kesin olan iktidarın, sandıkla gideceği umuduna yaslanmış görünmektedir. Gözden kaçırılan sandık yoluyla değiştirilmek istenenin bir hükümet yapısı değil devlet şekli olduğu gerçekliğidir. İktidar tüm stratejisini kalıcı olmak üzerinden kurmaktadır ve bu noktada iktidar bloku Türkiye halklarını değil emperyalist güçleri ikna etmek için uğraşmaktadır.

Karşısında derli toplu ve direngen bir muhalefet gücü olmadığına inanan, halk kitlelerini şiddet sarmalı içerisine alıp ırkçılık ve din üzerinden manipüle ederek kontrol edebileceğini düşünen iktidarın temel sorunu, uluslararası güçlerin tüm bu hamlelere onay vermesini sağlamaktır. 7 Haziran 1 Kasım sürecinde Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri üzerinden tüm toplumu hedef alan katliam dalgası iki temel dinamiğe yaslanarak yürütülmüştür. Bu dinamiklerden birincisi devletin tüm sınıf ve fraksiyonlarıyla bu şiddet dalgasının arkasında durması ikincisi emperyalist güçlerin ekonomik ve siyasi olarak süreci desteklemesi olmuştur.

Yani 7 Haziran-1 Kasım arası ve sonrasında şehirlerin yıkılması ile sonuçlanan katliam ve şiddet dalgası devletin uluslararası güçlerin ortak bir hamlesi olarak okunmalıdır. Şimdi devlet içinde ve iktidar bloğu içerisinde çatlakların magazinel basın içerisinde bile tartışıldığı süreçte yeni bir saldırı dalgası ancak uluslararası diplomatik bir destekle yürütülebilir. İktidar blokunun kalıcı olmasının yegane güvencesi ABD’nin desteğinin sağlanmasından geçmektedir.  .

Seçimde kaybedecek ama kaybetmeye tahammülü olmayan bir iktidarın yapabileceği tek şey sandığı çalmak ve sonrasında seçimleri anlamsız hale getiren açık baskı rejimine geçmektir. Bu noktada sandığı çalmak sadece sandıktaki oyları çalmakla izah edilemez sandık koşullarının ortadan kaldırılması muhalif güçlerin sandığa gidemez hale getirilmesi yani seçimin ilan edilmiş ya da edilmemiş olağanüstü koşullarda gündeme getirilmesi de sandığı çalmaktır.

OHAL yasasının 3 yıl daha uzatılması, polise ordu silahlarını kullanma yetkisi verilmesi, sosyal medyanın kısıtlanmasına yönelik yeni tedbirlerin gündeme getirilmesi, bağımsız medyanın yasaklanması ile sonuçlanacak tartışmaların başlatılması ve benzeri uygulamalar seçime nasıl bir konjonktürde gidileceğini şimdiden göstermektedir. Bütün bu uygulamalara ekonomik ve siyasi destek arayışlarının işaretleri ise Kıbrıs açıklamalarında açığa çıkmıştır. Erdoğan açıkça ABD ile Afganistan üzerinden pazarlığa oturmuş Kıbrıs’ta ilhak imasında bulunarak el yükseltmiş ve Avrupa’yı şantaj altına almıştır. Afganistan’da Taliban’a karşı top yekûn savaşa girme karşılığında ABD’den  askeri, diplomatik ve ekonomik destek talebini gündeme getirmiştir. İktidarın tüm hamlelerini kendisini kalıcı kılmak üzerinden şekillendirdiği bir ön kabul ise söz konusu taleplerin Afganistan seferi için değil kendisini kalıcı kılmak için istediği de kabul edilmelidir.

Kabul edilmesi gereken bir diğer olgu ise bütün bileşenleri ile toplumsal muhalefetin ülkenin kaderini ABD ve Avrupa’nın tercihlerine bırakamayacağı gerçekliğidir. Erdoğan’ın mutlak bir sandık yenilgisi ile sonuçlanacağı bir seçimi beklemenin Pollyanna'cılıktan  başka bir anlam ifade etmeyeceği görülmelidir. Saray kaybedeceğinin farkındandır ve kaybetmeyeceği bir sandık için uğraşmaktadır. Beklemek iktidarın  planını uygulanması için ona zaman vermek anlamına gelecektir. Beklemek yeni katliamların gerçekleşmesine seyirci kalmak demektir.

Yapılması gereken katliam ve saldırı dalgasına karşı Kürt halkı ile omuz omuza sokağa çıkmaktır. Yapılması gereken iktidara erken seçim çağrıları yerine halka sarayı istifaya zorlayacak mücadele çağrıları yapmaktır. İktidar bloku kaybedecektir, kaybetmesinin yolu mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.