İklimler, dev(let)ler ve insancıklar

Dünya dev(let)lerinin 1990’lardan beri giriştikleri Kyoto Protokolü, Paris Antlaşması gibi iklim değişikliği inisiyatifleri sorunun çözümünde devede kulak kalıyor.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Ocakoğlu*

Başlıktaki üç sözcüğün üç önemli yapıta karşılık geldiği değerli okurların gözünden kaçmamış olmalı. Les Climats (İklimler) Fransız yazar Andre Maurois’nın bir psikolojik romanıydı. Kahramanı burjuva çocuğu Phillippe’in yüreği aşkları yüzünden bir bahar havası gibi kah kararıyor kah açıyordu. Devlet, Platon’un İlk Çağ’da ideal devletin yapısını bireylere benzetişim yoluyla irdelediği bir çalışmasıydı. Eski Yunan’da kamusal gücün oluşumunu fazlasıyla bireysel, sınıf kavramından yoksun ve gerçekçi olmayan bir perspektiften ele alıyordu. İnsancıklar, Dostoyevski’nin ilk ve halkçı romanıydı; acıma, sevecenlik ve toplumsal gerçekçilikle bezenmişti. Dünya’nın değişen iklimi de bazı devletlerin başrolü oynadığı, özellikle kalabalık üçüncü dünya halklarının figüran oldukları, romanı yazılmayı bekleyen bir başka senaryoya benziyor. Bu popüler yazıda değerli okura her biri ayrı kapsamlı yazıların konusu olabilecek bir dizi konuyu çerez tadında açıklamaya çalışacağım.

‘DEĞİŞİM’ KAVRAMI ÜZERİNE

Gece gördüğünüz ürkütücü bir kabus yüzünden sabah gergin uyandınız. Bu haliniz bir dostunuzun gönül alıcı bir jesti ile hızla öğle saatlerinde değişti ve günün kalanını çok mutlu geçirdiniz. Böylece ruh haliniz olumsuzdan (-1), olumluya (+1) saatler mertebesinde kaydı. Doğrusu çok belirgin bir değişim! Peki, tek bireyin nesnel değerlendirme sürecini aşan, 10-100 yıllık süreleri kapsayan daha yavaş değişimleri nasıl kavrayacağız? Örneğin bir derenin yatağını kazıma hızında bir değişiklik olup olmadığını? Bunun için öznel değerlendirmelerin ötesine geçip hassas ölçüme dayalı uzun dönemli gözlemlere ihtiyaç duyuluyor. Ancak, doğal gerçekliğin anlaşılmasında bu da çoğunlukla yeterli olmayabilir. Acaba 1950’den günümüze ölçtüğümüz bu değişimin geçmişteki eğilimleri nelerdi ve neden kaynaklanmaktaydı? Farklı faktörlerin bu değişimin geçmiş ve bugünündeki payları nelerdir? Bu paylar gelecekte nasıl değişebilir? Günümüzden geriye ve öne doğru giderek artan belirsizliği içeren çok değişkenli ve oldukça karmaşık bir sorunla karşı karşıya olduğumuz açık.

Değişimin süre ve şiddetine ilişkin üç kurgusal örnek. A- Ruh halinde kısa süreli şiddetli
değişim B- Bir akarsuyun kısa süreli kazınma hızındaki değişim C- Bir akarsuyun uzun
süreli kazınma hızı değişimi ve gelecek olasılıkları.

 

HAVA DURUMU VE İKLİM

Bu ikisi sıklıkla birbiri yerine kullanılsa da konunun uzmanları bunları ayırıyorlar. Hava durumu atmosfer parametrelerinin (yağış, sıcaklık, rüzgâr yön ve hızı vs.) anlık ya da kısa süreli değerleridir. Örneğin, “Öğleden sonraki fırtınada Üsküdar’da bir saatte 25 mm yağış beklenirken sıcaklık 3 0C birden düşecek” keskin bir hava tahmini sayılabilir. İklim, benzer özelliklere sahip bir bölgenin/kuşağın uzun yıllar (çoğunlukla 30 yıldan fazla) hava durumu ortalamasıdır. “İç Anadolu bölgesi yazları sıcak ve kuraktır (<10 mm)” ifadesi tipik bir iklim tanımlaması. Burada, iklimin güneş patlamalarından kaynaklanan daha kısa süreli (ortalama 10 yıl periyotlu) düzenli/yarı düzenli hava durumu salınımlarının bir ortalaması olduğunu hatırlamalıyız.><10 mm)” ifadesi tipik bir iklim tanımlaması. Burada, iklimin güneş patlamalarından kaynaklanan daha kısa süreli (ortalama 10 yıl periyotlu) düzenli/yarı düzenli hava durumu salınımlarının bir ortalaması olduğunu hatırlamalıyız.

İKLİMİN DEĞİŞTİĞİ NASIL ANLAŞILIR?

Şimdilerde orta yaşlarını yaşayan benim gibiler iklim değişimini dolaylı gözlemlerle bile kavrayabiliyorlar. Örneğin 1970’lerde Batı Anadolu’da yazın bile akan dereler artık mayıs ayıyla birlikte kuruyorlar. O zamanlar hiç sulanıp gübrelenmeyen zeytin ve narlardan her yıl iyi hasat elde edilirken, bugünlerde tüm çabalara karşın iyi hasat 3-4 yılda bir kapımızı çalıyor. Ancak bunların dolaylı ve oldukça öznel veriler olduğunu kabul etmeliyiz. Günümüzün teknoloji seviyesi, yaygın modern meteorolojik ağların yanı sıra uydular vasıtasıyla da kara ve denizlerin sıcaklıklarını ölçmeyi mümkün kılıyor. 90’lardan beri bu ikinci grup teknoloji uç meteorolojik olayların yayılım ve seviyesini de eşzamanlı olarak ortaya koyabiliyor. Bu sayede, son birkaç 10 yıldır maksimum küresel sıcaklığın her 3-5 yılda bir yeni rekorlara koştuğunu anlayabiliyoruz. Benzer durum tropikal fırtınaların sıklık ve gücünde de izleniyor. Daha da önemlisi, iklim değişikliğinin ajanları/taşıyıcıları olan sera gazlarının (başlıcaları CO2, metan ve su buharı) farklı kaynakları ve salınım miktarları, yüksek güvenirlikle belirlenebiliyor. Bütün bu verilerin süper bilgisayarlarda bir araya getirilmesi bütünleşik okyanus ve atmosfer dolaşım modellerini mümkün kılıyor. Böylece bölgesel ve küresel ölçekte bazı iklim parametrelerinin gelecek 10-100 yıllar içinde nasıl evrileceği tahmin edilebiliyor. Örneğin böyle bir model önümüzdeki 2100 yılı son çeyreğinde Anadolu’nun Ege ve Akdeniz sahilleriyle İç Anadolu bölgemizde yüzde 30’a ulaşan yağış azalmasını ve 50C’ye ulaşan sıcaklık artışlarını öngörüyor.

GEÇMİŞ İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİNİN ANLAŞILMASINA NEDEN İHTİYAÇ VAR?

Üstte örneği verilen modeller her ne kadar somut öngörüler üretiyorlarsa da farklı model girdi parametreleri ve hesaplama algoritmalarının çok farklı sonuçlar ürettiği de bir gerçek. Bu yüzden bu modellerin test edilmesi gerekiyor. Bunun için de geçmiş iklim değişikliği olaylarının incelenmesi gerekli. Bütün küreye yayılan bu türden araştırmalar geçmiş iklim değişikliklerinin zamanı, ne kadar sürdükleri, bu süre boyunca iklimsel parametrelerin (örneğin yağış ve sıcaklığın) ne ölçüde değiştiği ve değişime yol açan meteorolojik dinamikler konularında güçlü modeller sağlar. Öte yandan bu çalışmalar yerel arkeolojik/ antropolojik kayıtlarla birleştirildiğinde geçmiş insan faaliyetlerine çok farklı bir gözle bakmayı mümkün kılabilir. Geçmiş iklim değişiklikleri nasıl belirlenir? İklim, bir bölgede insan yaşamı başta olmak üzere tüm canlıları, cansız nesneleri ve yeryüzünde süregiden yüzey süreçlerini (ayrışma ve toprak oluşumu, aşınma ve birikme vs.) doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. İklim, civardaki karasal bitki örtüsünün bileşim ve yoğunluğunu belirler. Örneğin nemli iklimlerde nemi seven Kayın (Fagus), Kızılağaç (Alnus) ve herdem meşe (Quercus) gibi türler baskın iken kurak iklimlerde otlar (özellikle Asteraceae ve Chenopodium) yaygındır. Benzer şekilde, bir bölgede derelerin taşıdığı toprak miktarı yarı kurak iklimlerde daha yüksektir. Bunun iki nedeni toprağı tutan bitki örtüsünün zayıflığı ve yağışların kısa süreli ve şiddetli gerçekleşmesi. Ancak yukarıdaki bu iki parametre (bitki örtüsü ve derenin taşıdığı toprak) çevredeki insan faaliyetleriyle de yakından ilgili. İnsanlar yakıt olarak ya da tarım alanı açmak için ormanları tahrip edebilir; bu durum bölgesel iklim durağan iken otların artmasına yol açabilir. Benzer şekilde ormandan açılan tarım alanlarının çoğalması, uygun olmayan toprak işleme teknikleriyle birleştiğinde iklimden bağımsız olarak derelerin taşıdığı toprak miktarını anormal ölçüde artırır. Bu konu, teknik adıyla “sediman dinamikleri” (yani toprağın aşınması ve dere yataklarında ve göllerde birikmesi) olarak bilinir. Sediman dinamiklerinin Erken Tunç Çağı’ndan bu yana nedenleri (iklime karşı insan etkisi ya da bunların bir kombinasyonu) en hararetle tartışılan konulardan biri. Sonuç olarak, geçmiş iklimsel sinyallerin deşifre edilmesi Holosen’de arkeolojinin dikkatle incelenmesini gerektiriyor.

A- Mağara tavanında oluşan sarkıtlar,
B- Bir sarkıtı oluşturan kalsit laminaları.

Geçmiş iklimlerin araştırılması “iklim arşivi” denen çeşitli çökelme ortamlarındaki çökellerin/sediman birikimlerinin incelenmesini içerir. Bu ortamlardan sıklıkla kullanılanlar göller, mağaralar ve buzullardır. Bu arşivlerin ortak özelliği atmosferle doğrudan ya da dolaylı olarak temas halinde olmaları, dolayısıyla atmosferdeki değişimleri farklı biçimlerde kaydetmeleri. Örnek olarak iki iklim arşivini ele alalım. Mağaralar, yeraltında çözünme ile oluşan büyükçe boşluklardır. Bu boşlukların tavanlarından sızan sudan itibaren kireçten (tam olarak kalsit kristallerinden) ibaret dikitler oluşur. Yağmur/kar suyundaki oksijen henüz zeminle buluşurken atmosfer sıcaklığının belirlediği belli bir izotopik bileşime sahiptir. Bu bileşim zemindeki toprakla etkileşim yüzünden değişir. Toprağın izotopik bileşimini ise büyük ölçüde bitki örtüsü ve hava sıcaklığı belirler. Açıktır ki, bitki örtüsünü belirleyen de yine iklimdir. Topraktan aşağıya süzülürken izotopik olarak yeniden şekillenen yağış suları, mağara üstündeki kayaların çatlak ve boşlukları boyunca derinlere süzülür ve mağara tavanından aşağıya damlar. Bu damlalar dikitte ince tabakalar oluşturur. Bu süreç yüz binlerce yıl sürüp birkaç metre büyüklüğünde bir dikitin oluşmasına yol açabilir. Son 30-40 yılda kireçtaşı kayalarındaki U/Th tarihlendirme teknikleri her bir tabakayı hassas bir şekilde tarihlendirmeyi mümkün kıldı. Bundan sonra tek yapılacak şey dikitteki her bir tabakanın kalınlığını, karbon (C) ve oksijen (O) izotoplarını ölçmek ki bunu birçok laboratuvar kolayca ve uygun fiyata yapabiliyor. Sonuç? Sonuç, Zonguldak yakınlarındaki Sofular Mağarası’ndan alınan örnekteki gibi olabilir. Bu grafik, zamanla C13/C12 izotop oranlarının değişimini gösteriyor. Bu grafiğe göre 26-15 binyıl arasında C13/C12 oranı çok düşüktür ki, bu son buzul döneminin otlarca zengin bitki örtüsünü ve düşük sıcaklıklarını yansıtıyor. Bu zamanda ortalama tabaka kalınlığı da az çünkü yağış oldukça sınırlı. Benzer şekilde, Holosen’de (son 12 binyılı kapsayan dönem) 8 bin 200 ve 4 bin 200 yıl öncesi civarında da bu izotop oranında sapmalar gözüküyor ki bunlar da iklime paralel olarak değişen bitki örtüsünün dikitlerdeki yansımasıdır.

Sofular Mağarası dikitlerinden elde edilen son
26 bin yılın iklim kaydı.

Burada dinamiğini özetleyeceğim ikinci iklim arşivi buzullar. Buzullar kar yağışının kar erimesinden fazla olduğu soğuk (yüksek dağlar ya da kutuplar) bölgelere özgü alanlardır. İklim açısından ilk incelenen buzullar Grönland’da bulunuyor. Burada 800 binyıl geriye giden bir iklim arşivi mevcut. Kutup bölgelerine yakın bu alanlarda nem sınırlı olduğundan kar yağışı da az. Yeni kar, o anki atmosferik dolaşım sayesinde çöllerden kalkan çok küçük mineral parçacıklarını, denizel tuzlardan gelen sodyum ile potasyum elementlerini ve asıl önemlisi biriken karın gözeneklerinde hapsolmuş o anki atmosfer gazlarını (tabii ki bunlar arasında sıcaktan sorumlu CO2, metan ve su buharı gibi sera gazlarını) da içeriyor. Tıpkı dikitlerde olduğu gibi buzullarda yıllık/birkaç yıllık tabakaları gösteriyor. Buz içinde yapılan sondajlarda kesilen tabakalar bir kez tarihlendirildikten sonra (burada buz laminaları sayımı, 14C ve U-serisi gibi analitik teknikler kullanılıyor) bunlar üzerinde yukarıda söz edilen çeşitli parametreler ölçülerek iklimin zaman içindeki değişimi yüksek bir hassasiyetle ortaya çıkarılıyor.

Grönland buz karotundan elde edilen son 800
bin yılın iklim kaydı. Grafiğin sağında son bin
yıllık dönem gösterilmiştir. Son 200 yıl içinde
artan gaz konsantrasyonları küresel ısınmaya
karşılık gelir.

 

Bu grafikte de sera gazı konsantrasyonlarının yüksek olduğu dönemler, daha sıcak ve nemli buzularası dönemlere karşılık geliyor. Buna göre günümüzden kabaca 60-20 binyıl önce son buzul çağını, 16 binyıldan bu yana gelişen görece nemli buzularası dönem izliyor. Bu şekilde, yerkürenin 800 binyıllık iklim tarihi içinde 8-10 kadar buzul dönemi ayırt edilebiliyor. Bu şekil 1850’lerden itibaren atmosferdeki sera gazı artışının jeolojik tarihte hiç olmadığı kadar ivmelendiğini de gösteriyor.

İKLİM DEĞİŞİMLERİNİN NEDENLERİ NELER?

Şekil 4’te buzul kayıtlarının iki belirgin özelliği dikkatinizi çekmiş olmalı. Her iki eğri de on binlerce yıllık zaman dilimlerinde keskin değişimler gösteriyor. Uzmanlar, işte buradaki soğuk dönemleri buzul dönemleri, ılıman dönemleri ise buzularası dönemler olarak adlandırıyorlar. Buzul dönemleri bugünkünden yıllık ortalamada 10 0C kadar daha soğuk ve aynı zamanda kuraktır. Buzularası dönemlerin de tekdüze olmadığına dikkat ediniz. Holosen olarak adlandırılan 12 bin yıllık süreçten günümüze geçen dönem içinde 8 bin 200, 4 bin 200 ve 3 bin 200 yıl öncesine karşılık gelen bir dizi kısa/keskin dönemi içeriyor ki bazı araştırmacılar bunları iklim değişkenliği olarak adlandırıyorlar. Arkeoloji dışı camiadan gelen iklim değişiklikleriyle ilgili bu ciddi bulgular arkeolojik kaydın yorumunu kökten bir şekilde etkilemeye aday. Peki, bütün bu büyük ve küçük ölçekli soğumaların nedenleri neler? Daha 19’uncu yüzyılda Sırp araştırmacı Milankovitch zamanla yerkürenin güneşe göre konumundaki (mesafesi ya da güneşi görüş açısının) küçük değişimlerin dünyanın aldığı ısıda, dolayısıyla iklimlerde ciddi değişimlere yol açtığını savundu. Bu değişiklikler, her biri 20-100 bin yıl arasında değişen tekrarlamalara/devirlere sahip olmak üzere dünyanın güneş etrafında dönme yörüngesinin değişimi, dünyanın kendi etrafında dönme ekseninin eğikliğindeki ve dönme rotasındaki değişimdir. Bunların bir bileşkesi olarak yerküre on binlerce yıllık evrede buzul ve buzularası dönemleri yaşamaktadır. Buzul arası dönemlerdeki (örneğin Holosen’deki) iklim değişikliklerine gelince, bunlar bir hipoteze göre kutuplardan kopan kitlesel buzulların orta enlemlere inerek okyanusu ve çevresindeki karaları soğutmasından kaynaklanıyor. Bazı araştırmacılar bu iklim değişikliklerini güneşteki enerji yüklü patlamalar (güneş lekeleri) ile ilişkilendiriyor. Patlamaların çok olduğu dönemler sıcak, tersi ise soğuk dönemlere işaret ediyor. Güneş patlamalarının çok azaldığı son dönem 1450-1850 yılları arasını kapsıyor. Bu dönem tüm yeryüzünde ama özellikle Avrupa ve Anadolu’da soğuk ve kurak bir dönem olarak tanınmıştır; öyle ki bu dönemde Anadolu gölleri epey sığlaşmış ve hatta kurumuştur. Kurak iklim yüzünden Celali İsyanlarının Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesinde ciddi rol oynadığı ileri sürülür.

KÜRESEL ISINMANIN YOL AÇACAĞI YIKIMLAR VE FIRSATLAR

Küresel hava dolaşım modelleri, küresel ısınmanın geleceğini öngörebiliyor. Buna göre 2050 yılında yerküre sıcaklığı 1990’lı yıllara göre ortalama 2 ile 4 0C kadar artacak, bu artış özellikle orta enlemlerde belirgin olacak. Uygarlığın beşiği olan Akdeniz Havzası küresel ısınma sonucu önemli ölçüde çölleşecek, buna karşın Avrupa ve Kuzey Amerika’nın yukarı enlemleri çok önemli besin üretim alanları haline gelecek. Anadolu özelinde, Ege ve Akdeniz kıyıları su kıtlığı yüzünden önemli ölçüde insansızlaşırken, benzer bir manzara İç ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde de gerçekleşecek. Bu değişimlerin ihracat kalemleri içinde yaş meyve ve sebze ile turizmin önemli rol oynadığı Türkiye için büyük bir tehdit olduğu açık. Halen, büyük metropollerde su ihtiyacı önemli ölçüde barajlardan ve yeraltı suyundan karşılanıyor. Değişen iklimin, bu en yaşamsal kaynakları ne ölçüde etkileyeceğine ilişkin çalışmalar yeterli değil. Ne yazık ki, son 20-30 yılını Cumhuriyet’in siyasal/kültürel birikimlerini koruma mücadelesinde tüketmiş, yine de bunda pek başarılı olamamış Türkiye Entelijansiyası bu büyük doğal dönüşüme hazırlıklı görünmüyor. Cumhuriyetin restorasyonu ile birlikte önemli önceliklerimizden biri bu konu olmalı. İklim değişimi tersine çevrilebilir mi? Bugün, tartışmasız olan konulardan biri atmosferdeki sera gazı konsantrasyonları ile küresel ısınmanın ivmesi arasındaki ilişki. Bu gazların kaynakları çeşitli. Bunların en baskını fosil yakıtların kullanımı (yüzde 91) ki bu alanlar eşit ağırlıklarla elektrik üretimi, taşıma ve endüstridir. Orman açımı, yangınlar ile büyükbaş hayvan yetiştiriciliği gibi tarım faaliyetlerinin payı yüzde 9. Sera gazlarının doğal sistemler tarafından tutulması/hapsedilmesi insan ömrü içinde ihmal edilebilir seviyede olduğundan atmosfere her yıl sera gazı ekleyenler ile atmosferdeki toplam sera gazında pay sahibi olanları ayrı ayrı listelemek daha uygun. 2018 yılında en büyük sera gazı üreticileri yüzde 26 Çin, yüzde 13 ABD, yüzde 7 AB, yüzde 6.5 Hindistan ve yüzde 5.6 Rusya’dır. Bunu yüzde 68 kapitalist/emperyalist ülkeler ve yüzde 32 eski ve mevcut sosyalist ülkeler olarak yeniden gruplayabiliriz. Atmosferde mevcut toplam sera gazında siyasal sistemlerin payları ise yüzde 82 kapitalist ülkeler ve yüzde 18 sosyalist ülkeler görünüyor.

Geçmiş ve mevcut sosyalist sistemlerin emperyalizmin sürekli baskısı altında piyasa ekonomisi ve tüketim temelli gelişmeye zorlanmasını dikkate aldığımızda, mevcut küresel ısınma sorununun, insanlığı ideolojik hegemonyası altında tutan emperyalizmin yarattığı bir sorun olduğu sonucuna varabiliriz. Bu sonuç, kapitalizmin kar maksimizasyonu ve bunun için doğa ve insan kaynaklarının sınırsızca sömürülmesi felsefesi ile uyumlu. Bu sorun emperyalizmin en az 100 yıllık toplumsal sorunlarını -yani sefalet, insani değerlerin bozulması, toplumsal adaletsizlik ve doğa yıkımı- daha da derinleştiriyor. Bu sorunların ağırlığı altında insanlık Andre Maurois’nın İklimler romanındaki Phillippe gibi sürekli savrularak vahşileşiyor, Dostoyevski’nin İnsancıklar romanında işlediği tipler gibi küçülüyor ve iktidarsızlaşıyor. Dünya dev(let)lerinin 1990’lardan beri giriştikleri Kyoto Protokolü, Paris Antlaşması gibi iklim değişikliği inisiyatifleri sorunun çözümünde devede kulak kalıyor ve bu bile Trump’ın geri çekilmesinde örneklendiği üzere emperyalist liderlerin kaprislerine bağlı görünüyor. Belki de çözüm, insanlığı kucaklayacak sosyalist bir ütopyanın yeniden hatırlanmasında ve gerçekleştirilmesinde aranmalı. Bütün çeşitlemelerinde bu ütopyanın paydaları aynı: Akılcılık, yeryüzünün tüm canlı ve cansızlarına saygı, evrimsel basamağın bir harikası olarak insanlığın aklını, kültürlerini ve sezgilerini kutsama…

*Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü