İbrahim Akın: Kürt halkının karşısına yoksullaşan Türk halkı konuluyor

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, eşitlik ve özgürlük isteyen Kürt halkının karşısına yoksullaşan Türk halkının konulduğunu söyledi, "Pes ettiğimizi kimse görmeyecek" dedi.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Hakkında kapatma davası bulunan ve siyasi çalışmalarını Yeşil Sol Parti’ye (YSP) devredeceğini açıklayan Halkların Demokratik Partisi (HDP), 4’üncü olağanüstü kongresini geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdi. Partinin yeni eş genel başkanları Sultan Özcan ve Cahit Kırkazak olurken, HDP’nin kurumsal kimliği korunarak tüm siyasi süreçler ve örgütlenme çalışmaları YSP çatısı altında devam edecek. Sürecin tamamlanmasının ardından Yeşil Sol Parti de eylül ayının sonuna doğru olağanüstü kongresini yaparak yeni yönetimini belirleyecek.

Kongrenin yapılmasına sayılı günler kala Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü ve İzmir Milletvekili İbrahim Akın’la HDP’nin kurumsal kimliğinin nasıl devam edeceğini, Yeşil Sol Parti’nin yerel seçimler öncesi alacağı tutumu, iktidarın uyguladığı güncel ekonomi politikalarını ve daha birçok konuyu konuştuk.

Özellikle Kürt coğrafyasında kayyım rejimine karşı güçlü bir cevap olacak şekilde hazırlıklarının devam ettiğini belirten Akın, “Şu an tabanımızda güçlü ve yaygın tartışmalar sürüyor. Bu tartışmaların sonunda ortaya çıkan fikirler bizim geleceği inşa etmek için bir karşı hegemonya oluşturma mücadelemize ivme katacak. Emeğe, doğaya ve insana saygı temelinde eşitlikçi, çoğulcu, katılımcı demokratik bir hayatın siyasetini inşa etmeye çalışıyoruz. Hassasiyetlerimiz buna göre şekilleniyor” dedi. Akın'ın sorularımıza cevapları şöyle:

‘MUHALEFETE KARŞI SARSILAN GÜVENİ YENİDEN GÜÇLENDİRMELİYİZ’

Öncelikle son zamanlarda gündemde daha fazla yer edinen Yeşil Sol Parti’nin geçmişi, bugünü ve geleceği ile başlayalım…

Yeşil Sol Parti’yi 2012 yılında Türkiye’nin toplumsal mücadele tarihinde büyük deneyimlere sahip olan sol-sosyalist-demokrat siyaset ve doğanın haklarını savunan ekoloji mücadelesini bir araya getirerek kurduk. O tarihten beri aynı zamanda HDP’nin bir bileşeni olarak siyaset yapmaya devam ediyoruz.

Yeşil Sol Parti, emeğin haklarından, toplumsal cinsiyet mücadelesine, LGBTİ+ haklarından, gençliğin mücadelesine, halkların demokrasi ve kimlik mücadelesinden hayvan haklarına ve doğa için yürüttüğümüz ekoloji mücadelesine kadar, yani aslında günümüz toplumunu ve doğayı ilgilendiren her konuda kapsamlı analizler yapıp çözüm önerileri geliştiren bir parti. Siyasal perspektifini ise dört ana başlık altında; iktisadi adalet, çevre ve iklim adaleti, tanınma adaleti ve katılım adaleti şeklinde özetleyebiliriz.

İktidarın değişme umudunun güçlü olduğu, sonuçları itibari ile de neredeyse toplumun yarısının siyasetten düştüğü seçim sonuçlarından sonra muhalefetin tutumuna dair neler söylersiniz?

Siyasal muhalefet mayıs seçimlerinde iktidarı değiştirme amacında başarılı olamadı. Bu durumun gerçekleşmesinde hem muhalefetin parçalı ve dağınık hali hem de iktidarın bütün devlet olanaklarını kullanarak eşit olmayan koşullarda gerçekleştirdiği ‘sopalı seçim’ etkili oldu. Bugün ihtiyacımız olan şey güçlü bir çıkış ve bu çıkış için halkı ikna edebilecek güçlü bir siyasi söylemdir. Yerel seçimlere doğru yaklaştığımız bu dönemde halkın siyasete ilgisini yeniden yükseltmemiz ve siyasal muhalefete karşı sarsılan güveni güçlendirmemiz gerekiyor. Yani siyasal muhalefet, toplumsal muhalefetle arasında oluşmuş açı farkını kapatmak, toplumun bütün kesimleriyle gevşemiş olan bağını yeniden kurmak zorunda.

Böylesi bir dönemde, yani halkın alternatifsizliğe itildiği, siyasi alanda pasifize edildiği bir dönemde biz Yeşil Sol Parti olarak, ciddi, kapsamlı eleştiri ve öz eleştiri süreçlerinden geçerek, 3’üncü yol çizgimizle, bu iklimde gerçek anlamda muhalefet ve mücadele dinamiği olduğumuzu ifade ediyoruz. Bugünkü siyasal haritaya baktığımızda mevcut saray rejimine karşı gerçek anlamda eleştiri getirip AKP-MHP iktidarının yarattığı yıkıma karşı en kapsamlı çözüm önerilerini sunan başlıca siyasal odak Yeşil Sol Parti etrafında toparlanmış olan Emek ve Özgürlük İttifakı'dır. Yeşil Sol Parti'nin, önümüzdeki süreçte en önemli sorumluluklarından birinin de muhalefet cephesindeki bu dağınık hali ortadan kaldıracak hamleleri yapmak olduğunu düşünüyoruz.

‘HDP DENEYİMİ BÜTÜN EZİLENLERE REHBER OLDU’

HDP seçim sonrası bir nevi başarısız olduğunu ilan edip öz eleştiri sürecini başlatacağını söyledi. Ardından da eş başkanlar değişti. Öncelikle bu kadar baskının ve muhalif alan içinde politika yapmanızın sınırlı olduğu bir süreçte bir yenilgi değerlendirmesi partinin kendisine yaptığı abartılı bir öz eleştiri değil mi? Ne dersiniz?

Biz kendimizle yüzleşmeye eleştiri ve özeleştiri süreçlerini işletmeye devam ediyoruz. İçinde bulunduğumuz ağır saldırı koşullarına ve bizi yok etmek için bütün devlet gücüyle yürütülen eşitsiz, adaletsiz, hukuksuz bir seçim yaşamamıza rağmen sorunlarımızı örtmüyor ve kendimizi yenilemeye çalışıyoruz.

Bu dönemin yarattığı ortamı kötüye kullanmak üzere harekete geçirilmiş bazı kişi ve çevrelerin ağır, haksız, adaletsiz linç kampanyası yaptıklarına da tanıklık ettik. On yıldır Yeşil Sol Parti olarak yaşadığımız birikim, HDP paradigması çerçevesinde tarihsel bir buluşmaya dönüştü. Bu bizim için geleceğimizin yol haritası olmaya devam edecek. HDP pratiği ve deneyimi sadece ülke halklarına değil bütün ezilenlere rehber oldu, umut oldu. O nedenle sorumluluğumuzun farkındayız. Haklı eleştirilerle daha büyük daha geniş kapsamlı mücadele hattını yeniden inşa edeceğiz. Ama haksız, adaletsiz ve iyi niyetli olmayan saldırıların bizi demoralize etmesine izin vermeyerek kararlı bir şekilde mücadeleye devam edeceğiz

‘AKBELEN DİRENİŞİ BİZE BİR ŞEYLER SÖYLEMEYE ÇALIŞTI’

Türkiye’de Akbelen’le tekrar gündeme gelen ve aslında hiç eksilmeden birçok bölgede devam eden ekoloji mücadelesi ile emek, eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin birlikteliği, birbirlerini besleyen bir perspektifle başka bir seçenek yaratılabilir mi? Bu konuda Yeşil Sol Parti olarak nasıl bir yaklaşım benimsiyorsunuz?

Kapitalizmin bugün geldiği aşamada bu konuları birbirinden ayrıştırmak mümkün değil. Farklı alanlarda süren mücadelelerin hepsi kapitalizmin rant ve kâr hırsından kaynaklanıyor. Alanları birbirinden koparmak emekçileri karşı karşıya getiriyor. Akbelen’de direnenlerin önüne madende çalışanlar dikilmek isteniyor. Eşitlik ve özgürlük isteyen Kürt halkının karşısına yoksullaşan Türk halkı konuluyor. Dolayısıyla bize bunları bütünlük içinde ele alacak bir anlayış, dört adalet anlayışı lazım.

Akbelen’deki ekoloji direnişi bize bir şeyler söylemeye çalıştı. Toplumsal bir hareket olarak ekolojik bir direniş, bütün siyasetin gündemini oluşturdu. Toplumsal muhalefetin tek bir çizgiden yürütülmeyeceğinin, bu zamana kadar gündeme getirilmeyen ya da geldiyse bile ağaç sevgisine indirgenmekten öteye gitmeyen ekoloji meselesinin aynı zamanda politik bir mesele olduğunu, çeşitli toplumsal, ekonomik ve siyasi boyutlarının bulunduğunu bizlere gösterdi.

Bu talan süreci hızlansın diye devletin kaynakları seferber ediliyor, kolluk güçleri doğasını korumak isteyen halkın karşısına dikiliyor. Böyle bir durumda ekoloji mücadelesini, yaşam mücadelesinden, adalet mücadelesinden, emek mücadelesinden ayırmak elbette mümkün olamaz. Biz ekolojik mücadele derken, doğanın ve canlının yaşamını amasız fakatsız savunmak derken, beraberinde açığa çıkan mücadele alanlarını da görmek, o alanlara dokunmak ve politika üretmek durumundayız. Bu zamana kadar ekoloji mücadelesini, basitçe ağaç ve hayvan sevgisine indirgeyen bir anlayışın, teorik ve pratik olarak çok çok ötesindeyiz. Doğanın, sermayeye peşkeş çekilmediği, doğal yaşamın salt bir kaynak olarak görülmediği ve metalaştırılmadığı bir dünya kurmak amacıyla, doğa için, doğa ile birlikte, doğanın bir parçası olarak pozisyonumuzu belirliyoruz.



‘DEVLET GÜÇLERİ ORMANI KORUYAN SİVİL HALKA SALDIRIYOR’

Peki, son dönemde yaşanan orman yangınları ve sel felaketleri ile birlikte bahsettiğiniz ekolojik yıkımın derinleştiğini düşünüyor musunuz?

Evet, bugün etkilerini derin bir şekilde hissettiğimiz iklim krizini münferit bir doğa olayı olarak görmemiz mümkün değil. Bu zamana kadar bütün dünyanın ve Türkiye’nin artan sıcaklıkta, yaşanan ekstrem doğa olaylarında doğrudan sorumluluğu var. Bir yandan sürdürülebilir enerji alternatiflerinin gündeme geldiği ama bir yandan da karbona dayalı üretimde ısrarın sürdüğü, çeşitli çelişkilerin bir arada barındırıldığı bir sorumluluk bu. Bütün dünyada sıcaklığa bağlı orman yangınları artıyor ama Türkiye’de ormanlar ayrıca bir de devlet eliyle yok ediliyor, sermayeye ve rantçılara peşkeş çekiliyor. Devlet güçleri ormanın koruyuculuğunu üstlenen sivil halka saldırıyor. Hatta Kürt coğrafyasında bazı devlet görevlilerinin kötü niyetiyle başlayan ve ardından yurttaşların söndürme çalışmalarına izin verilmeyen orman yangınları olduğunu da görüyoruz. Yani burada çifte bir kriz çıkıyor karşımıza. Birincisi, doğa talanı ile ortaya çıkan ve belli açılardan geri döndürülmesi her gün daha da zorlaşan iklim krizi, ikincisi doğal hayatı salt bir hammadde olarak görüp sermayeye ve rantçı çevrelere sunan talancı bir yönetim pratiği. Bize göre bu çifte kriz bütün doğa talanının ve elbette orman yangınlarının da en önemli nedeni.

‘YEŞİL SOL PARTİ SEÇMENİNİN PES ETTİĞİNİ KİMSE GÖREMEYECEK’

Yerel seçimler yaklaştıkça olası adaylar konuşulmaya başlanırken gözler yeniden Yeşil Sol Parti’nin alacağı tutuma çevrildi. Bu bağlamda siz ne düşünüyorsunuz? İttifak tartışmalarındaki yeriniz nedir?

Seçimlerde bizi siyasi denklemin dışında tutacak hiçbir formül gündemimizde yok. Daha önce de belirttiğim gibi bizler, çözümsüz bırakılmaya çalışılan siyaset alanında alternatif dinamiğe sahip tek partiyiz; dolayısıyla siyaset alanının önemli ve kilit bir öznesiyiz. Elbette ilkeli mutabakatlara, demokrasi temelli görüşmelere kapalı değiliz. Fakat hiç kimsenin bizi siyasi denklemin dışında tutmasına da izin vermeyeceğiz.

Şeffaf demokratik siyaset ilkemizle, halkımızın iradesinin yansıtıldığı bir seçim çalışması yürüteceğiz. Eşit, adil, kadın ve LGBTİ+ perspektifiyle hareket eden, ekolojik bir yerellik anlayışını savunan ve halkımızın sorunlarına çözüm önerileri sunan bir seçim yaklaşımı içinde olacağız. AKP-MHP iktidarının kayyımlar eliyle iki dönemdir gasp ettiği, keyfiyet rejimi ile yolsuzluklara ve ranta doğrudan kapı araladığı hukuksuzluğun karşısında, halkımızın kırılmak istenen iradesinin daha güçlü bir şekilde ortaya çıktığı, yerel, yerinden ve demokratik ilkeler ışığında mücadele yürüteceğiz ve gasp edilen belediyelerimizi geri alacağız. Hiçbir yerelde Yeşil Sol Parti seçmeninin pes ettiğini, iradesinin kırıldığını kimse göremeyecek.

Özellikle Kürt coğrafyasında kayyım rejimine karşı güçlü bir cevap olacak şekilde hazırlıklarımız devam ediyor. Bütün ülke sathında iktidarın hedefini boşa çıkaracak en geniş demokrasi güçleriyle açık demokratik birlikteliği sağlayacak çalışmaları hayata geçirmeye gayret edeceğiz. Öte yandan Millet İttifakı'nın savrulmuş halinin iktidar güçlerinin işine yaradığının ve bu durumun, değişim talep eden çoğunlukta umutsuzluğa neden olduğunun da farkındayız. Bu siyasi manzara bizim sorumluluğumuzu artırmaktadır. Bunun için mücadeleyi en geniş demokratik güçlerle sürdürmeye kararlıyız. Biz mevcut siyasal iklimde Yeşil Sol Parti’yi ve onun taşıyıcısı olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı'nı bu ülkede ana muhalefet odağı olarak görüyoruz. Dolayısıyla hem söylemimizi hem de pratiğimizi bu anlayışla şekillendiriyoruz.

‘İKTİDAR EKONOMİDE SADECE GÜNÜ KURTARMA DERDİNDE’

Uzun bir aradan sonra Merkez Bankası art arda politika faizlerini yükseltme kararı aldı. Buradan hareketle iktidarın uyguladığı güncel ekonomi politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ekonomik hayatın birkaç büyük kentte yoğunlaşması ve yerellerin ucuz işgücü kaynağı olarak kente göçe zorlanması bugün yaşadığımız en büyük çarpıklık. Bunu ortadan kaldırmak yerelleri kendi özgünlüğü içinde ekonomik aktivitenin asli unsuru hâline getirmek gerekiyor. Bu ekolojik ekonominin en temel kuralı.

AKP-MHP iktidarı uzun yıllar boyunca milyonlarca insanı yoksullaştırma pahasına, sermayenin yararına bir mali istikrar sistemi oluşturmayı hedefledi. Bugün bu ekonomi politikasında tam anlamıyla büyük bir çöküş yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası faizleri 250 baz puan artırdı. Mayıs seçimlerinden sonra iş başına getirilen ekonomi yönetiminin aldığı bu kararlar, Erdoğan’ın zaman zaman NAS arkasına sığınarak savunmaya çalıştığı politikaların iflasının itirafı niteliğinde. İktidar yıllardır uyguladığı para politikasıyla milyonlarca insanı sistemli bir şekilde yoksullaştırdı. Hızlı şekilde bir servet transferi gerçekleşti. Faiz politikalarıyla halk yoksullaştırılıyor ve halkın cebinden eksilen paralar banka kasalarına akıtılıyor. Politika faizi, Merkez Bankası'nın bankalara borç verirken uyguladığı faiz oranıdır. Bankalar, Merkez Bankası’ndan yüzde 25 faizle aldıkları kaynağı müşterilerine yüzde 45-50 ile satarak (kredi vererek) ciddi anlamda kâr elde ediyorlar. 

Ekonomi yönetiminin bazı soyut söylemler dışında net bir enflasyonu düşürme planı yok. Umut bağladıkları tek çözüm, bireylerin borçlanmalarını zorlaştırmak, kredi kartı harcamalarını kısıtlamak. Bu, orta ve alt sınıflar için hayat standardının daha da düşmesi demektir. Bunun başka bir sonucu da kapımızın eşiğinde bekleyen büyük bir ekonomik durgunluk dalgasının, azalan mal ve hizmet talebi nedeniyle neden olacağı daha derin bir kriz olacak.

IMF müdahalelerine kapıyı sonuna kadar açan iktidar, ekonomide sadece günü kurtarma derdinde. Erdoğan yıllardır dilinden düşürmediği “faiz sebep, enflasyon sonuç” sözünün tam tersi bir pratiğe şimdi sessiz kalıyor. Çünkü yerel seçimler atlatılana kadar ekonomide bir istikrar varmış algısı yaratılmak isteniyor. Ekonomik çöküntü asıl yerel seçimlerden sonra ağır bir şekilde hissedilecek.

Türkiye’de başta demokratikleşme olmak üzere temel sorun alanlarında acil önlemlerin alınması ve hem siyasal hem de ekonomik alanda yapısal reformların yapılması gerekiyor. Ekonomik ve sosyal hayata dair güveni tesis etmenin yolu ise hiç kuşkusuz demokratik ve katılımcı bir devlet yönetim sistemini kurmaktan geçer. Bu anlamda toplumsal ve siyasal alanda olduğu gibi ekonomik alanda da öncelikli ihtiyacımız demokratik bir sistemin inşa edilmesidir.

‘EN AZ 40 MİLYON KİŞİ ATEŞLİ SİLAH BULUNDURUYOR’

Seçimler öncesinde güvenlik algısını ön plana taşıyan iktidar, siyasi propagandasını da bu aksın üzerine inşa etti. Görünen o ki bu çatışmacı siyaset tarzı devam edecek. Bu anlayışın toplumsal yansımaları hakkında fikriniz nedir?

Türkiye sınırları dışında sürdürdüğü çatışmalara ivme kazandırırken ülke içinde sokaklar da tamamen şiddete teslim olmuş durumda. Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye ile Kuzey Irak’ta çatışmalı sürecin tırmanmasında Türkiye’nin savaş odaklı politikalarının çok büyük etkisi var. Bölgede istikrarın bozulması, çatışmaların yayılması pahasına Kürtlerin ve diğer ezilen halkların var olma mücadelesini bastırmaya çalışan iktidar hem ülke hem de bölge için giderek daha büyük bir tehlike haline geliyor.

Öte yandan ülkenin sokakları da şiddete teslim olmuş durumda. Her gün işlenen cinayetler sıradan olaylar haline geldi. Türkiye’de bireysel silahlanma dehşet verici boyutlara ulaştı. Ülke genelinde 4 milyon ruhsatlı ve bunun 9 katı kadar da kayıtsız silah var. En az 40 milyon kişi bireysel silahlanma kapsamında ateşli silah bulunduruyor. Bu dehşet verici bir durum. Bundan daha dehşet verici olan şey ise AKP-MHP iktidarının bütün bu silahlanmaya ve şiddet dalgasına karşı hiçbir önlem almaması, hatta bu şiddet dalgasının büyümesine zemin hazırlamasıdır.

‘HER DAYATMA BİR SİVİL İTAATSİZLİĞİ HAKLI KILAR’

Yeni kabinede, hakkında en çok konuşulanlardan birisi de Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin oldu. Okulların açılacağı bu dönemde bakanlık politikaları ve eğitim sistemi hakkındaki düşüncelerinizi kısaca alabilir miyiz?

Birkaç gün sonra okulların açılmasıyla birlikte 20 milyona yakın öğrenci ders başı yapacak. Her yıl yaz ayları, öğrenci velileri için "nitelikli okul" bulabilme ve o okullara kayıt yaptırmaya çalışma telaşıyla geçiyor. Eğitim sisteminin yaz-boz tahtasına dönüştürülmesi ve iktidarın eğitimi dinselleştirme faaliyetleri sonucunda devlet okullarına olan güven azaldı ve birçok yurttaş özel okullara yönelmeye başladı. Bu hamlesiyle iktidar bir taşla çok kuş vurmayı hedefliyor. Devlet okullarına gidecek çocukları yoğun bir muhafazakârlaştırma programına maruz bırakıp, özel okullara gidebilecek mali gücü olanları ise sermayeye teslim ediyor. Bütün öğrencilerin yüzde 10’una yakın kısmı açık öğretim kurumlarına kayıtlı. Bu çocuklar aslında eğitim sisteminin fiili olarak dışında bırakılmıştır ki bunların büyük çoğunluğu da piyasada ucuz iş gücü olarak ağır bir sömürüye maruz kalıyor. MEB, aynı zamanda çocuk isçiliğinin de kapısını sonuna kadar sermayeye açıyor.

Öte yandan Mili Eğitim Bakanlığı, son anda yaptığı değişiklikle laik ve bilimsel eğitime bir darbe daha vurdu. Okullardaki zorunlu din derslerinin sayısını artırdı. Zorunlu din derslerinin hak ihlali olduğuna yönelik onca yargı kararı varken iktidar bu konuda hukuka ve insan haklarına uygun düzenlemeler yapmak yerine din dersi sayısını artırma yoluna gidiyor. Bu belli bir yaşam tarzına müdahale ve başka bir yaşam tarzının dayatılması demektir. Unutmamak gerekir ki her dayatma bir sivil itaatsizliği haklı kılar. Eğitim sisteminin en büyük sorunu ise sonunda gençlere iş ve insanca ücret kazandıracak, yeteneklerini kullanmasını sağlayacak bir yetkinlik kazandıramamış olması. Bu durum bütün bir eğitim sisteminin dört adalet anlayışıyla ele alınıp değiştirilmesini gerektiriyor.

Ayrıca okullarda “değerler eğitimi” adı altında din görevlileri tarafından yürütülmesi söz konusu olan bir de ÇEDES projesi var. Bu proje de laik ilkelere aykırı bir biçimde eğitimi dinselleştirme sistematiğinin bir parçası. Biliyorsunuz birçok sivil toplum kuruluşu 16 Eylül Cumartesi günü İzmir’de "Laik yaşam, laik eğitim, eşit yurttaşlık" sloganı ile yapılacak mitingde buluşacak. Ben de bütün yurttaşlarımızı bu mitinge katılmaya ve iktidarın laiklik karşıtı ayrıştırıcı eğitim politikalarına karşı tepki göstermeye davet ediyorum.

‘SİYASAL MUHALEFETİN DEMOKRATİK REFLEKSİNİ YETERLİ BULMUYORUZ’

İktidarın HDP’ye yönelik tutumu değişmedi, kapatılma davası da devam ediyor. HDP her ne kadar seçimlere Yeşil Sol Parti adıyla girmiş olsa da bu durum Demokles’in Kılıcı gibi hep tepesinde asılı durdu. Zor koşullarda siyaset yaptığınızı biliyoruz. Bu koşullar içinde siyaset yapıyor olma ve bunları aşma çabalarınıza yönelik neler söylersiniz?

Biliyorsunuz ki iktidar uzun süreden beri HDP’ye yönelik bir yalnızlaştırma politikası uyguluyor ve toplumsal muhalefeti çeşitli parametreler uygulayarak bölüp parçalamaya, muhalefet güçlerini kriminalize etmeye çalışıyor. İktidarın bu saldırısına karşı verilecek en güçlü yanıt, daha çoğul ve daha büyük bir birlikteliği sağlamakla mümkün olabilirdi. Seçimlerde HDP/Yeşil Sol’un yalnızlaştırılmak istenmesine de bu çerçeveden bakmak gerekir.

Bizler uzunca bir süredir farklı siyasal geleneklerden gelen yapılarla, toplumsal kesimlerle, çoğulcu, birleşik mücadele zeminini HDP/Yeşil Sol ile birlikte geliştirip güçlendirmeye çalıştık. Amacımız bu zemini büyütmek, ülkenin demokratik siyaset zemininde etkili olmaktı. Zaten Emek ve Özgürlük İttifakı da bu ortak mücadele fikrinin cisim bulmuş halidir. Bu nedenle hem Yeşil Sol Parti hem de Emek ve Özgürlük İttifakı iktidarın saldırılarının hedefi haline geldi. Bu saldırılar karşısında ülkede demokrasiden yana olan bütün güçlerin güçlü bir şekilde ses vermesini beklerdik. Siyasal muhalefetin bu konudaki demokratik refleksini maalesef yeterli bulmuyoruz. İçinden geçtiğimiz zor dönem, siyasal öznelerin dar grup hesabı yapmalarını değil, faşizan baskılara ve saldırılara karşı güçlü ve birlikte bir karşı koyuşu gerektiriyor. Gözünü bize çevirmiş, kulağını bize kabartmış olan halk kesimlerini, aralarına çeşitli saiklerle birtakım hatlar çizerek birbirinden uzaklaştırmaya değil, tam tersine yan yana getirip ortak mücadeleyi büyütmeye ihtiyacımız var.

‘ŞU AN TABANIMIZDA GÜÇLÜ VE YAYGIN TARTIŞMALAR SÜRÜYOR’

HDP’nin kapatılma ihtimaline karşı seçim döneminde Yeşil Sol Parti çatısı altında seçime girildi. Şimdi de isim ve tüzük değişimi de dahil birçok konu kongre öncesi gündemde. Bu geçişin ya da değişimin nasıl olmasını ön görüyorsunuz? Sizce her iki parti açısından da dikkat edilmesi gereken hassasiyetler neler olmalı?

HDP ve şimdiki haliyle Yeşil Sol Parti, çok bileşenli birer siyasi yapı. Bileşenli yapı olmasının doğal sonucu olarak da çoğul özellikleri var. HDP/YSP’yi, birçok siyasi öznenin kesişim kümesi olarak tarif edebiliriz. Amacımız, bu kesişim kümesini olabildiğince genişletmek ve güçlü kılmak. Elbette bu da örgütlü bir toplum oluşturmakla mümkün olur. Partiler, örgütlü toplumun kolektif aklı ve kolektif iradesi olarak faaliyet yürütürler. Biz, bu kolektif akılla iktidarın hegemonyasının karşısına, örgütlü halkların karşı-hegemonyasını kurma siyaseti ile çıkmayı hedefliyoruz.

İşte HDP’yi Yeşil Sol olarak örgütlediğimizde de şimdi yürüttüğümüz eleştiri-öz eleştiri süreci sonunda Yeşil Sol’u yeniden yapılandırırken de temel parametrelerimiz bunlardır. Şu an tabanımızda güçlü ve yaygın tartışmalar sürüyor. Bu tartışmaların sonunda ortaya çıkan fikirler bizim geleceği inşa etmek için bir karşı hegemonya oluşturma mücadelemize ivme katacak. Emeğe, doğaya ve insana saygı temelinde eşitlikçi, çoğulcu, katılımcı demokratik bir hayatın siyasetini inşa etmeye çalışıyoruz. Hassasiyetlerimiz buna göre şekilleniyor.