Her yer 'kurumuş ve unutulmuş' kanlarla bezeli

Álvaro Cepeda Samudio'nun Muz Katliamı’nı konu edinen romanı 'Büyük Ev', Süleyman Doğru’nun çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Nilgün Taylan

Dünyadaki emek mücadelesinin tarihi epey eskilere dayanır. Hemen her ülkede, çeşitli zamanlarda ve çeşitli koşullar altında gerçekleşen mücadeleler, bir yapboz parçası gibi hem bulunduğu ülke için hem de enternasyonalist mücadele için büyük bir anlam taşır. Bu mücadelelerden birisi de, Kolombiya’daki muz işçilerinin başlattığı ve ordu tarafından yapılan büyük bir katliamla bastırılan muz grevidir.

5-6 Aralık 1928’de United Fruit Company’ye bağlı işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve düzenli maaş almak için başlattıkları grevle seslerini Kolombiya’nın dört bir yanına duyururlar. Bölge polisi grevi bastıramayınca muhafazakar hükümet orduyu devreye sokar ve silahsız işçilerin üzerine bir demiryolu istasyonunda açılan ateş sonucu -sayısı tam bilinmemekle birlikte- 3 bine yakın insan öldürülür. Ancak ordu pek çok cesedi denize atarak yahut toplu mezarlara gömerek "imha ettiği" için resmi olarak 47 kişinin öldürüldüğü ilan edilir.

ZORBALARIN TAHAKKÜMÜ

Muz Katliamı’nı konu edinen en popüler eser şüphesiz ki Marquez’in 'Yüzyıllık Yalnızlık' (1967) romanıdır. Ancak Álvaro Cepeda Samudio adlı bir başka Kolombiyalı yazar da Muz Katliamı’nı konu edinen kısa bir roman yazar. 'Büyük Ev' (1962) adlı bu roman geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları etiketiyle, Süleyman Doğru’nun çevirisiyle raflardaki yerini aldı. Bu, Samudio’nun dilimize çevrilen ilk kitabı.

Samudio’nun başyapıtı olarak kabul edilen 'Büyük Ev'in konusuna kabaca bakalım:

Romanda bahsi geçen büyük ev, muz topraklarının sahibi olan bir aileyi imler. Zengin ve acımasız bir ailedir bu. Ancak acımasızlık sadece işçi ve köylülere yönelik değil, ailenin kendi içinde de mevcuttur.

Samudio bu aileye bir isim vermekten kaçınır. Hatta karakterlere “Baba”, “Anne”, “Kız Kardeş”, “Erkek Kardeş” şeklinde isimler verir. Böylece yaşanan zulmün, X ailesinin kişisel tercihleriyle değil, sınıfsal bir tutumun sonucuyla gerçekleştiğinin altı çizilir. Diğer bir değişle; hemen her toprak sahibi, çıkarları söz konusu olduğunda emek mücadelesi verenlere karşı cephe almaktan çekinmez.

İşçiler greve gidip haklı taleplerle ortalığı ayağa kaldırdıklarında orduya haber salınır. Zaten kitap da bölgeye sevk edilen iki askerin konuşmalarıyla açılır. Askerler nereye, ne amaçla gittiklerini bilmektedirler ama onlardan tam olarak ne beklendiği konusunda kafa karışıklığı içindedirler. Onca masum insanın üzerine ateş açılacağını kimse tahmin bile etmez.

Büyük Ev, Alvaro Cepeda Samudio, Çevirmen: Süleyman Doğru, 112 syf., İthaki Yayınları, 2023.

Askerler evvela salla, devamında trenle bölgeye intikal ederlerken, biz ağırlıklı olarak, toprak sahibi olan ailenin içsel çatışmalarını okuruz. Baba oldukça katı ve acımasız biridir. Kız çocuklarının dışarı çıkmalarına, okula gitmelerine bile izin vermez, en ufak bir hatada onlara fiziksel şiddet uygulamaktan çekinmez.

Hatta onları gördüğümüz ilk anda Baba, Kız Kardeş’i çizmesinin mahmuzuyla döver. Nedeni tam olarak açıklanmasa da ortada bir “ahlaksızlık” olduğunu anlarız. Ancak bu durum bazen bir askerin istismarına bazen ensest bir havaya bazen zoraki bir evliliğe bazen de hepsine birden yorulmaya müsaittir.

İşin ilginç yanı; Kız Kardeş’in Baba’ya tavır aldığını değil, yavaş yavaş Baba’ya dönüştüğünü okumaya başlarız. Bu dönüşüm ona ismi konulmamış bir özgürlük alanı da sağlar ancak artık onun böyle bir “özgürlüğe” ihtiyacı olmadığını, etrafındaki küçük özgürlük alanlarını da yok ettiğini görürüz. Baba’nın köylülerce öldürülmesinden sonra da ailenin başına Kız Kardeş geçer zaten.

Erkek Kardeş, ailenin görece en rahat hareket edebilen üyesidir. O da grevcilerden yana tavır alır ve bu yüzden aileden aforoz edilir ama sonradan gerisin geri eve döner. Zira olan olmuş, biten bitmiştir. Her yer “kurumuş ve unutulmuş” kanlarla bezelidir.

'CÜRETKÂR BİR TEŞEBBÜS'

'Büyük Ev'in en dikkat çekici yanı üslubunda ve kurgusunda saklıdır. Samudio kitabı on bölüme ayırır. Her bölüm “Askerler”, “Baba”, “Köy” gibi başlıklara sahiptir ve her başlık, ismi geçen kişinin bakışından, bazen de onun ağzından anlatılır. Evet, bu konuda kendine herhangi bir sınır koymamıştır Samudio. Zira ara ara, -sen dilli bir anlatıcı kullanmaktan çekinmez.

Beri yandan, bazı bölümlerin içlerinde de radikal tercihler söz konusudur. Örneğin “Askerler” adlı ilk bölümde bir-iki sayfa diyalog, bir-iki sayfa tanrısal anlatıcı söz konusudur ve bu ikilik birkaç defa tekrarlanır.

Ayrıca, sadece bölüm içlerinde değil, bölümler arasında da irili ufaklı zaman atlamaları mevcuttur. Bu, bölümler arası geçişte -özellikle de muğlak bırakılan alanları- anlamayı zorlaştırsa da, kitabı bitirince boşlukların dolduğunu görürüz. Elbette Samudio’nun bilerek boş bıraktığı bazı alanlar da yok değildir. Bu gibi kısımlar da okurun hayal gücüne, eh biraz da Muz Katliamı’na dair yapacağı okumalarla daha derli toplu bir hale gelebilir.

Samudio’yu kurgu ve üslup konusunda avangart bir yazar yapan şeylerden biri de “Resmi Karar” adlı bölümde karşımıza çıkar. Zira Samudio burada Muz Katliamı’na yönelik hazırlanan 1928 tarihli resmi bir kararı koyar. Bu da romanın kurgu ile gerçek dengesine katkı sağladığı gibi, romanın belgeselci tavrına da destek olur.

Marquez 'Büyük Ev'le ilgili şunları söyler: “Büyük Ev güzel bir roman olmasının yanı sıra cüretkâr bir teşebbüs ve şiirsel yaratımın öngörülemez, keyfi ve ürkütücü kaynakları üzerine bir kafa yorma davetidir.”

'Büyük Ev', avangart ve cesur anlatıları seven okurların akıllarında tutmaları gereken bir kitap. Ancak her şey bir yana, bu kitabı değerli kılan şeylerden biri de, Samudio’nun kendisidir. Zira Samudio 2 yaşındayken, katliamın yaşandığı istasyonun tam karşısındaki ahşap bir evde yaşamıştır.