YAZARLAR

Hayvan Krallığı: Bir gün gelecek...

"Animal Kingdom"ı belli bir sınıfa koymamız zor gözüküyor. Çünkü filmin yapısı değişik yorumlamalara açık ve birçoğu akla yatkın gözüküyor: Filmi çevreci veya fantastik veya ergenlik üzerine hatta politik bir film olarak değerlendirebiliriz. Belki de "Animal Kingdom" bunların hepsinin bir toplamı!

Yönetmen Thomas Cailley, büyük çıkışını nerdeyse 10 yıl önce yaptı: 2014 yılında çektiği ilk uzun metrajlı sinema filmi "Les Combattants", sadece büyük dikkat çekmekle kalmadı aynı zamanda Fransa’nın Oscarları olan Cesar Töreni'nden tam üç ödülle döndü!

Yönetmenin bu sonraki adımı, aslında uzun süredir Hollywood sinemasının hegemonyasına aldığı 'dünyanın sonu' temasına doğru ilerliyor. Ancak yönetmen bu filmlerin aksine 'kıyamet sonrasından' ziyade 'çarpık', biraz yönünü şaşırmış ve 'acabalarla' dolu bir dünya sunmayı tercih ediyor. Günümüzün dünyasını yıkık, tükenmiş, kirli kısaca adeta bir cehennem çukuru gibi sunarak geleceğe çok pesimist bir bakış getirmeyi seçmeyen yönetmen, daha çok fantastiğe kayan, hatta zaman zaman bir masal dinliyormuş izlenimi uyandıran ama bunun yanında da insanlık, doğa ve dünyanın sonu gibi temaları da ıskalamayan bir film çıkarıyor. Hatta "Animal Kingdom" (Hayvan Krallığı), bizce doğa ile insan arasındaki hassas ilişkiye birçok benzerine göre çok daha geniş bir açıdan bakan ve bazı durumları kabul etmemiz şartıyla kendi içinde tutarlı bir yapı oluşturmayı başaran ilginç bir yapım!

Hikayeye bakacak olursak: François ve ergenlik çağındaki oğlu Emile, orta sınıftan gelen bir baba ve oğuldur. Ailenin annesi Lana, o zamanki dünyayı adeta 'kasıp kavuran' bir hastalığa yakalanmıştır: Bazı insanlar nedeni belli olmayan bir şekilde mutasyona uğruyor ve yarı insan yarı hayvan varlıklara dönüşmektedir. François ve oğlu hem anneyi daha yakın bir hastaneye nakletmek hem de hayatlarında yeni bir sayfa açmak için ülkenin güneyine taşınmaya karar verirler. Ancak anneyi taşıyan araç kaza geçirecek ve hiçbir şey planlandığı gibi gerçekleşmeyecektir.

‘BİRDMAN’ SAHNEDE!

"Animal Kingdom", daha en baştan bu tür (distopik ve fantastik) filmlerin katı kurallarını 'esneterek' başlıyor. Hatta belli ölçülerde bu kuralları kırdığını bile söyleyebiliriz: Açılış sekansında, bir baba ve oğul, her büyük şehrin caddelerinde olabildiği gibi trafiğe takılmış ve bütün arabalar durmuş, trafik felç olmuştur. Aniden arabalarının yakındaki bir 'nakil' aracı çok sert sarsıntılar geçiriyor ve dışarıya yarı insan yarı kuş bir adam fırlıyor! Hikayenin sonrasında ana karakterlerden biri haline dönüşen bu 'kuş adamı' bu kadar erken ve apaçık görmemiz zaten başlı başına beklenmedik bir durum. Bilindiği üzere bu tür filmlerde tehdit yaratan varlıkları genelde geç ve karanlıkta görürüz.

İkinci sürpriz, baba ve oğulun bu yaratık karşısında verdikleri tepki oluyor: François ve oğlu, saldırgan davranan bu yaratığı karşısında görüyorlar ve şaşırıyorlar ama en fazla havlayan bir köpekten çekindikleri kadar! Hemen sonrasında filmdeki dönemde bu tür olayların ara sıra yaşandığını ve tamamen normal gibi duran dünyanın aslında hiç de öyle olmadığın anlıyoruz.

Bu sekanstaki son sürpriz ise tabii ki 'hasta' olan anneye ziyarette, daha doğrusu onun bakışında yaşanıyor. Ancak aksiyonun ortasına daldığımız ve bu kadar rahatsız edici karakterin arz-ı endam ettiği bu açılış bile filmin her hücresine nüfuz etmiş olan masalsı yana ve şiirsel atmosfere zarar vermiyor.

YA BÖYLE OLSAYDI?

Ancak yönetmen sadece bir fantastik film sunmakla yetinmiyor. Öncelikle filmini senaryosu 'ucundan kıyısından' daha önce birçok filmin işlediği konulara ve karakterlere adeta göz kırpıyor! Örneğin ne yazık ki hala tam olarak kurtulamadığımız Covid 19 virüsü, ateşli bir şekilde hasta etmek yerine bize kanatlar verseydi? Veya Spiderman’in yaşadığı değişimi bir hayvanın ısırığına ihtiyaç kalmadan yaşasaydık? Konuyu endişe verici olduğu kadar derin sulara açan bu tip sorular, hikayenin hayal gücü tarafına sağlam bir güncel hava katarak olay örgüsünü daha dengeli ve dinamik bir hale sokmayı beceriyor.

"Animal Kingdom"ı belli bir sınıfa koymamız zor gözüküyor. Çünkü filmin yapısı değişik yorumlamalara açık ve birçoğu akla yatkın gözüküyor: Filmi çevreci veya fantastik veya ergenlik üzerine hatta politik bir film olarak değerlendirebiliriz. Belki de "Animal Kingdom" bunların hepsinin bir toplamı!

Hikaye bu 'yeni dünyanın' kapısını seyirciye açtıktan ve mutasyon geçirmiş insanlarını gösterdikten sonra daha ciddi bir tavır takınıyor. Zira yarı insan yarı hayvan haline dönüşmüş bu yaratıklar belli bir şaşkınlık ve ürperti yaratsa da diğer filmlerde olduğu gibi ölüm saçan ve insanları öldürmekten başka amacı olmayan varlıklar değil. Tabii ki bazı durumlarda zararlı hatta ölümcül olabiliyorlar ama sanki ilk hedefleri ellerinde olmayan nedenlerle bu değişimi geçirdikten sonra yine de normal insanlarla beraber yaşamaya devam etmek. İnsanların doğayla ilişkisini sorgulayan bu yaklaşım, doğanın zalim hatta sert olabileceğine ama 'kötü' olamayacağına, her insanın içinde var olan hayvansı yanın nelere yol açabileceğine işaret ediyor. Belki de en önemlisi insanın canlılar arasında 'en şereflisi' olarak kabul edilmesini sorgulamamıza yol açıyor.

"Avatar" filminden bu fikri sonrasında 'yüzüne gözüne bulaştıran' son "Jurassic World" filmine kadar giden bu 'onlarla beraber yaşama' konusu, burada çok daha dozunda işleniyor. Bazı insanların avlanması ve yok edilmesi gereken yaratıklar bazılarının ise beraberce yaşamanın bir yolunu bulamamız gereken canlılar olarak gördüğü bu mutantlar ortalıkta dolaşan ve herkese saldıran değil, aksine bir kısmının ormanın içinde saklanan ve değişim geçirdikleri anda bir marketin izbe köşelerine, arka odalarına gizlenen, biraz korkmuş varlıklar!

FİX VE DİĞERLERİ…

Bu 'bulaşan' hastalığın çekirdek aileden birisine ulaşmış olması hikayeyi daha da kişisel bir boyuta çekiyor. François karakterinin ‘Karımı aramaktan mı yoksa bulmaktan mı korkuyorum?’ diyerek kendini sorgulaması veya oğlu Odile’in başta ürktüğü yarı insan yarı kuş Fix karakteriyle bir arkadaşlık bağı kurması bu kişisel boyutun em güçlü kanıtı gibi. Gerçi Odile’in kendisini Fix’e bu kadar yakın hissetmesinin başka nedenleri de var ama sürprizleri bozmamak adına burada bahsetmeyeceğiz

Film, yaklaşık 16 milyon euroluk rahat bütçesinin de hakkını veriyor: Özellikle mutantlar için kullanılan özel makyajlar, protezler ve görsel efektler etkileyici. Hollywood yapımlarında alışageldiği gibi bir özel efekt 'banyosunda' boğulmuyoruz!

Filmin bizce asıl kusuru, hikayede çokça yan karakter olması: İki ana karakteri bir kenara koyarsak, Odile’in okuldan kız arkadaşı Nina, hikayeye pek bir katkıda bulunmuyor. Aynı şekilde François ile bağ kuran kadın polis Julia da olayların gidişatına bazı noktalarda müdahalede bulunsa da senaryoya biraz 'eklenmiş' gibi duruyor. Bunun yanında hikayenin ikinci yarıda biraz tempo kaybettiği de bizce bir gerçek. Özellikle Odile’in ormandaki arayış sekansları çok daha kısa tutulabilirmiş.

Uzunca bir zaman sonra en iyi performanslarından birini sunan Romain Duris, baba François rolünde gerçekten göz dolduruyor. Oğlu Odile’i canlandıran genç oyuncu Paul Kircher de aynı şekilde oldukça başarılı. Hikayeyi layığıyla sürükleyen bir ‘baba-oğul’ yaratmayı beceriyorlar. Filmin bir diğer dikkat çeken oyuncusu ise özellikle "Mavi En Sıcak Renktir" filminden sonra büyük bir yükselişe geçen Adele Exarchopoulos… Oyuncunun yeteneği tartışılmaz ama değindiğimiz gibi bizce rolü biraz ‘sınırlı’ kalmış. Göründüğü sahnelerde seyircinin adeta 'içini ısıtsa da' çok akılda kalır bir performans gösteremiyor. 'Kuş adam' Fix rolünde ise Tom Mercier etkileyici bir beden dili ve yüz ifadeleri kullanıyor.

Sonuçta bu performansları görünce anlıyoruz ki yönetmen Cailley sadece oyuncu aramamış. Aynı zamanda bu fantastik hikayeye gerekli yoğunluğu verebilecek ve bu 'gerçek üstü' ortamı kanlı canlı hale sokabilecek yüzler ve sesler aramış. Ve sonunda da bulmuş!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .