Sınırın dibindeki mülteci kadın

Suriyeliler Türkiye'deki kamplarda neler yaşıyorlar? Neden bu kampları terk ediyorlar? Kimileri kamplardaki koşullardan memnun olduğunu söylese de özel hayatın mahremiyetinin sadece başını soktuğu çadırla sınırlı olduğu bu kamplarda, özellikle kadın olmak çok zor. 30 yaşındaki dört çocuk annesi Emine, savaştan kaçışlarını ve Türkiye'de yaşadıklarını anlattı...

Google Haberlere Abone ol

Buse Kaynarkaya - Tercüme: Samer Ashkar

DUVAR - Bir süre önce Ankara’ya yerleşen Emine ve ailesi savaş kapılarına dayandığında çıkmaya mecbur kaldıkları yolculukta sınırın çok ötesine gitmeye cesaret edemediler. Emine, sağlık durumları onları şehir hayatına zorlayana kadar deneyimlediği kamp hayatını anlattı.

Türkiye’ye beş sene önce Suriye’nin Halep kentinden gelen Emine 30 yaşında. 11 ve 5 yaşlarında iki kızı, 9 ve 12 yaşlarında iki oğlu var. 15 yaşındayken evlendiği eşi -halasının oğlu- Suriye’deyken saat fabrikasında işçi olarak çalışıyordu. Emine’nin hayatı olağan seyrinde devam ederken Özgür Suriye Ordusu’nun, yaşadıkları yeri boşaltmasıyla değişti: “Halep Havalimanı’na yakın bir yerde oturuyorduk. Bir gün Özgür Suriye Ordusu çatışma olacak diye herkesi şehirden çıkardı. Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilemedik. Kayınvalidemin böbrek hastalığı vardı, diyalize giriyordu. Onu da yanımıza alıp Türkiye’ye gelmeye karar verdik. Sınırlar kapalı değildi, duvarlar yoktu o zaman ama yine de çok zordu sınırı geçmek. Yanımıza aldığımız eşyaları sınırdan önce bırakmak zorunda kaldık.”

KAMP HAYATI

Hem ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını bilemediklerinden hem de ev tutmaya maddi imkânları el vermediğinden Geçici Barınma Merkezi’ne yerleştiler: “Türkiye’ye geçtiğimizde jandarmaya kampa gitmek istediğimizi söyledik ve kampa yerleştik. Üç buçuk sene orada yaşadık. Annem, babam, erkek kardeşim ve ailesi de başka bir kampta kalıyorlardı.”

Kamplarla ilgili medyada iki türlü haber yer aldı bugüne kadar: kimi ulusal/uluslararası heyetlerin, gazetecilerin yaptıkları ziyaretlerden izlenimleri(1) ve zaman zaman Meclis'e de taşınan cinsel istismar haberleri(2). Bu nedenle kamp hayatını bu kadar uzun süre deneyimlemiş birinden dinlemek çok önemli.

Emine’nin anlattıkları, bir ailenin tek özelinin çadır olduğunu gösteriyordu: “Hayat tente altında geçiyordu. Çadırlar hariç her şey ortak kullanılıyordu. Çoğunlukla lavabolarda sıra bekliyorduk. Küçük buzdolaplarımız vardı ama çamaşır makinesi yoktu, her şeyi elde yıkıyorduk. Kampın içinde Geçici Eğitim Merkezi vardı, öğretmenler Suriyeli’ydi. Hastane için kampın dışına çıkabiliyorduk, bizi yetkililer götürüp getiriyorlardı. Sağlık ocaklarına tabii. Eğer ciddi bir hastalık varsa oradan devlet hastanesine yönlendiriliyorduk. Hapishane sistemi gibi girip çıkarken çantalarımızı arıyorlardı. Onun dışında kampın dışına çıkmak yasaktı. Ortak yemekhane vardı. Belirli saatlerde yemekler gelirdi, topluca yenilirdi. Kırmızı ve mavi kartlar vardı, onlarla geçiniyorduk. İkisi de kişi başı 40 liraydı, mavi olan sonra 20 liraya düştü.” Bahsedilen kırmızı ve mavi kartlar Türk Kızılayı, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı(World Food Program – WFP) ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında oluşturulan işbirliğiyle yürütülüyor, Avrupa Birliği tarafından finanse ediliyor. Sıklıkla dillendirilenin aksine kamptakilere de şehirlerde yaşayan mültecilere de devlet tarafından ‘maaş’ bağlanmıyor.

'HER SEFERİNDE BİR ŞEY EKSİK'

Mülteciler, hem yazılı ve görsel medyada hem de sosyal medyada sıklıkla suçla ilişkilendirilerek yer alıyorlar. Sosyal medyada örgütlenen pek çok linç kampanyasına şahit olduk, oluyoruz. Emine, kampta yaşadıkları üzerinden bir gözlemini şöyle aktardı: “Biz orada yaşamaya başladıktan bir süre sonra market de açıldı. Gelen sebzeler de genelde çürüktü, kötü kokuyordu. Et olarak sadece tavuk vardı. Her seferinde bir şey eksik geliyordu. Mesela pirinç bir süre gelmiyor, geldiğinde insanlar saldırıyordu haliyle ve karışıklık çıkıyordu. Öyle olunca hem Türkler hem Suriyeliler fotoğraf çekiyordu kampta kavga çıktı diye.”

Marketin bir günlüğüne sağlam sebze getirdiğini de söyledi Emine: “Kamp dışından denetlemeye geldiklerinde birden market gelişiyor, iyileşiyordu. Sadece bir gün, sonra tekrar aynı... Kamptan atılmaktan korktuğumuz için bunları anlatamıyorduk. Durumumuz iyi, her şey gördüğünüz gibi harika, diyorduk soranlara.” Kamp yönetiminde sorunlarını anlatıp şikayetlerini iletebildikleri birilerinin olup olmadığını sordum: “Kampın müdürü her şeyi görüyordu ama bir şey değişmiyordu. Çok iyi bir subay vardı ama o da bir şey yapamıyordu. Çalışanlar iyi davranmıyorlardı bize. Arada kalmış bir kamp olduğu için kimsenin haberi yoktu. Kaymakam gibi sözü daha çok geçen birileri bakmaya gelmiyordu. Bütün kamplar kötüydü demek istemiyorum. Mesela annemlerin yaşadığı kamptaki çalışanlar iyi davranıyorlardı, koşulları da daha iyiydi. Güvenliydi de, hırsızlık falan olmuyordu.”

KADINLARIN RAHATSIZLIKLARI

Emine’nin anlattıkları, kadınların nefes alacak hiçbir alanı olmadığını gösteriyor: “Kadın olarak daha zordu tabii, rahat edemiyorduk. Hava karardıktan sonra lavabo için bile dışarı çıkamıyorduk. Genelde yanımızda eşlerimizle, ailedeki erkeklerle gidiyorduk. Ben görmedim ama bazı kadınların bir şeyler karşılığında kendi istekleriyle erkeklere izin verdiğini duydum.” Bu son cümle, cinsel istismara dair duyumları olduğunu gösteriyor ancak baş başa olmadığımızdan ve üstü kapalı bir tabir kullanmayı tercih ettiğinden daha detaylı sorular soramıyorum.

Kamplar arası geçiş yapmak çok olası değil. Bu yüzden Emine ve ailesi, koşulların daha iyi olduğunu bildikleri diğer kamplara taşınamadan bu şartlarda yaşamak zorunda kaldılar. Eşinin böbrek hastalığı ilerleyip kayınvalidesininki ciddi boyutlara ulaşınca kamptan ayrılıp iyi hastanelerin bulunduğunu bildikleri Ankara’ya taşınmaya karar verdiler.

ORTALAMANIN ÜZERİNDE BİR EV

Eşi hasta olduğu için çalışamıyor, mahallenin muhtarı aracılığıyla kendilerine ulaşan yardımlarla geçiniyorlar: “Oturduğum ev yıkılmak üzere, kirası 300 lira. Yağmur yağınca tavanlardan su akıyor. Evler ortalama 200 lira burada, bizimki daha iyi olan, öyle söyleyeyim.” 5 yaşındaki kızı hariç diğer çocukları okula gidiyorlar. Emine, hem bazı komşu çocukların hem de sınıf arkadaşlarının çocuklarına, “Kendi ülkenize geri dönün” diyerek onları oyunlarına almadıklarını, bu yüzden de onların sadece Suriyeli arkadaşlarıyla vakit geçirdiklerini anlattı. Kendisi de bazı komşularının ayrımcılığına maruz kalmasına rağmen kamptan ayrıldığı için daha mutlu: “Kesinlikle burada daha iyiyim. Orada hapis gibiydik, hareket edemiyorduk. Parasal açıdan rahat değiliz ama daha mutluyuz.” Emine, günün birinde doğup büyüdüğü topraklara geri dönmenin hayalini kuruyor.

(1) http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/suriyeliler-kampindan-notlar----1774262/

(2) https://www.haber-sanliurfa.com/ceylanpinar-multeci-cadir-kent-teki-fuhus-iddialari-meclis-e-tasindi/40617/