Diyarbakır'da iftar çadırı: Perihan Hanım, Azeri abla…

Dağkapı Meydanı’nda Yenişehir Belediyesi’nin kurduğu iftar çadırında 1200 kişiye yemek veriliyor. Uzun yemek kuyruğunu görünce, iyi bir iftar sofrasına ihtiyaç duyan diğer yoksul insanları düşünüyor insan. Meydana bakan binaya asılan dev Recep Tayyip Erdoğan posteri ise iftar çadırı hizmetinin AK Parti tarafından verildiğini düşündürüyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - İftara beş dakika kadar bir zaman vardı. Ta uzaktan bir kargaşanın görüntüleri ve sesleri geliyordu. Çocukların seslerine arada bir büyüklerin bağıran sesleri karışıyordu. İftar için toplanan oruçlu insanların hem bütün gün hiçbir şey yiyip içmedikleri için hem de itikatları gereği daha bir sükûnet içinde olması gerekmiyor muydu?

İftar çadırında kadınlar bir kapıda erkekler bir başka kapıda sırada bekliyorlardı. Erken gelenler yemeklerini alarak masalarda yerlerini almışlar, ezan okunmasını bekliyorlardı. Çocuklar çok gürültücüydü. Kadınların sıra beklediği kapıdan sesler yükseliyordu. Çadırın etrafını dolanıp o tarafa geçince, yemek dağıtan görevli ile kadınların tartıştığı anlaşıldı. Konu neydi? O kadar gürültü vardı ve sesler öyle birbirine karışıyordu ki, tartışmanın nedenini anlamak mümkün değildi. Yemek dağıtan adam, bir şeyler söyleyerek elinde tuttuğu yemek tabağını parçaladı. Ne dediği anlaşılmıyordu ama çok öfkelendiği belliydi. Kadınlar bir şey söyledi ama onların da ne dediği anlaşılmadı. Gülmelerinden anlaşılan oydu ki çocuklar bu gerilimli andan da bir eğlence çıkarmışlardı.

İftar çadırının ilerisinde bir sahne hazırlanmıştı. Yüzlerce plastik koltuk, düzenli bir şekilde sahnenin karşısında sıralanmıştı. Birkaç kişi, daha ezan okunmadığı halde, yemeklerini burada yiyordu. Bir kadın, en ön sırada bir koltuğa oturmuş, ayaklarını da diğer bir koltuğa uzatmıştı. Rahat görünüyordu. Ezanın okunmasını, insanların iftarını açmasını kadına yakın bir koltuğa oturarak beklemeye başladım. İftar çadırının içinden bir uğultu geliyordu.

Meydana bakan eski orduevine Recep Tayyip Erdoğan’ın dev bir posteri asılmıştı. Yenişehir Belediyesi’ne kayyım atanan kaymakam, bu posteri asarak, verilen hizmetin AK Parti’ye ait olduğunu belirtmek istiyordu.

ÜSKÜDARLI PERİHAN HANIM

Etrafta koşturan çocuklara, ezanın okunmasıyla yemeğe kaşık sallayanlara bakarken Perihan Hanım’ı hatırladım. Perihan Hanım, İstanbul Üsküdar’da otururken benim ev sahibimdi. Ev iki katlıydı. Benim oturduğum alt katın mutfak kapısı küçük bir bahçeye açılıyordu. Bahçede bir muşmula, bir limon ağacı ve bir çift kumru vardı. Zamanımın çoğunu apartmanların arasında sıkışmış gibi görünen o bahçede geçiriyordum.

Perihan Hanım Kadıköy’deki evinde yalnız yaşayan 6o yaşlarında dul bir kadındı. Ama eski mahallesinden kopamamıştı. Evi kiralarken, “Ben bu bahçede oturmayı çok severim. Ara sıra gelip burada oturabilir miyim?” diye sormuştu. “Elbette” demiştim.

Perihan Hanım ile uzun sohbetlerimiz oldu o bahçede. Bu sohbetler sırasında televizyon kanallarının sabah programına gittiğini, bunun için televizyon kanallarından para aldığını öğrenmiştim. Dediğine göre programları stüdyoda izleyen arkadaşlarıyla çok eğleniyordu. Ona göre bu bir sosyalleşme anlamına da geliyordu. Beni hep evde gördüğü için olacak, “Sen de gelsene televizyona, hem para da kazanırsın” demişti bir keresinde ve beni ikna etmek için epey dil dökmüştü.

Ramazan ayı başlayınca Perihan Hanım bu sefer de iftar çadırında karnımı doyurmamı istemeye başlamıştı. Doğru dürüst yemek yapamadığımı ve civardaki lokantaların müdavimi olduğumu biliyordu. Beni ikna etmek için iftar çadırlarında dağıtılan yemekleri anlata anlata bitiremiyordu. Bu çabası da boşa çıkmıştı.

Perihan Hanım, birkaç saat bir televizyon stüdyosunda eğlenerek geçireceğim birkaç saat için alacağım parayı ve iftar çadırında dağıtılan nefis yemekleri reddetmeme bir mana vermiyordu. Ben de yoksul insanların yılda bir ay hatırlanmasına, yemek için saatlerce kuyrukta bekletilmelerine, bunun bir propaganda aracına dönüştürülmesine ve herkesin bunu kabullenmesine bir anlam veremiyordum.

DİYARBAKIR’DA BİR AZERİ

İstanbul’dan gelen arkadaşım renkli gözlü, açık tenli, muhtemelen bu nedenle, “Sen İzmirli misin?” diye sordu ona. Bana da, “Sen Diyarbakırlısın” dedi. “Tutturamadın abla” dedim. Birlikte güldük. Ayaklarını önündeki koltuğa uzatmış kadınla birlikte bir süre meydanda koşturan çocuklara bakmıştık.

İftar çadırındaki kargaşa devam ediyordu. Abla konuşkandı. “Ben Kürt değilim ama Diyarbakır’ın yerlisiyim” dedi. Kürt değilse Ermeni’ydi ya da Süryani olmalıydı. İkisi de değilmiş. Ruslarla savaşta, henüz 15 yaşındayken, Azerbaycan’dan Iğdır’a göç etmek zorunda kalmış babası. Oradan da Diyarbakır’a. Rahmetli babası polismiş ve ailede başka polisler de varmış. Ama rahmetli kocası Ankara’da, Türkiye Kömür İşletmeleri’nde müdürmüş. Bu nedenle yıllarca Ankara’da yaşamış. Kocası ölünce, birkaç yıl önce Diyarbakır’a dönmüş.

Bir ara, “Yemek yemedin” diyorum. “Böbreklerim yüzünden oruç tutmuyorum” diyor, “Buraya gelmeden ciğer yedim.”  Yediği ciğerlerin iyi terbiye edilmediğinden, en iyi kebabın hangi kebapçıda yapıldığından söz ediyor. “3 bin lira maaş alıyorum, evim de var. Kimseye muhtaç değilim, Allaha şükür” diyor. Çocuklarını soruyorum, “Çocuğum yok. Olmadı. Allah layık görmedi” diyor.

Koltuğa uzattığı bacakları feci şişmiş. Doktorlar varis çorabı kullanması gerektiğini söylemişler. “Tek başıma giyemediğim için kullanamıyorum” diyor. Söz akrabalara gelince kendisiyle ilgilenmediklerini, söylüyor, ağlayıp beddua ediyor.

1200 KİŞİYE YEMEK

İftar çadırı boşalıyor. İçeride birkaç görevli ve çok sayıda çocuk var sadece. Görevlilerden birine, günde kaç kişiye yemek verdiklerini soruyorum. “Belediye şirketle bin kişilik yemek için anlaştı. Ama şirket ayrıca 200 kişilik yemek dağıtıyor. Anlayacağın, günde 1200-1300 kişiye yemek veriyoruz” diyor.

Rakam hiç az değil. İftar çadırı Dağkapı Meydanı’nda olduğu için, iftar yemeği için insanların nerden geldiğini de soruyorum. “Her taraftan geliyorlar, Sur’dan, Bağlar’dan” şeklinde cevap veriyor.

Bu arada, yaşlı, sakallı bir adamın görevlilerden birinin yakasına yapıştığını görüyoruz. Yanımdaki görevli, araya girmek üzere o yöne doğru gidiyor hızla. “Bir kavga çıkmasa bari” diye geçiriyorum aklımdan. Sakallı adam, iri yarı bir kadını göstererek, “Karıma neden yemek vermedin” diye bağırıyor. Görevli, “Karın on defa yemek aldı” diye karşılık veriyor. Yine bağırarak tabi.

Yaşlı adamı dışarı çıkarıyorlar. Meselenin aslını, yaşlı adamın yakasına yapıştığı görevliden öğreniyorum. Artan yemekler isteyenlere dağıtılıyormuş. Görevli, “Abi git kadının çantasına bak, bugün üç defa yemek verdim ona” diyor. Ortalık karışıyor. Görevlilerin bir kısmı yaşlı adama dert anlatıyor, bir kısmı ortalığı toparlamaya çalışıyor.

BAŞKANIN ADI NEDİR?

Dağkapı Meydanı’ndan, artık unutulduğunu sandığım Gangnam Style şarkısı duyuluyordu. Ortalık karışınca iftar çadırıyla ilgili başka bir şey öğrenemeyeceğimi anlamıştım. Dağkapı Meydanı’ndan uzaklaşmadan Ramazan programının başlamasını beklemiştim.

Düzgün Türkçesi ve tok sesiyle sunucu, meydandaki insanları eğlenmeye davet ediyordu. Konuşmasının bir yerine Yenişehir Kaymakamı ve Belediye Başkanı’nın adını sıkıştırıyor, binlerce teşekkürünü iletiyordu. Arada Başkan ve Kaymakam için alkış da istiyordu ama pek karşılık bulmuyordu. Çocuklar sahnenin etrafını çeviren bariyerlere tırmanıyor, zabıtaların uyarılarını pek dikkate almıyorlardı.

Sunucu, bir televizyon kanalındaki yarışmada finale kalmış, kuklalarla dans eden bir adamı sahneye davet etti. Kuklalarla dans eden adam çiftetelli havasıyla dans etti sahnede. Keşke halay müziği olsaydı, diye geçirdim aklımdan, çünkü sunucunun ısrarına rağmen oyuna katılan olmadı. Ardından yine aynı yarışmada ateş yutan adam olarak ünlenen adam çıktı sahneye.

Bariyerlerin arkasından gösteriyi izliyorduk. Yanımdaki adama, “Belediye Başkanı’nın adı nedir, biliyor musun?” diye sordum. Biraz düşündü ve “Bilmiyorum” diye cevap verdi. Oysa yarım saatte defalarca adını zikretmişti sunucu. Beni cevapsız bırakmak rahatsız etmiş olmalıydı adamı, yanındaki arkadaşına sordu belediye başkanının adını. Bir süre konuştular gürültünün içinde. Sonra bana döndü ve öğrendiklerini hevesle aktardı: “Adı Serdar Kartal. Hem belediye başkanı hem de kaymakam. Ama esas belediye başkanı Selim Kurbanoğlu.” Kafası karışık değil bunları söylerken, olup bitenlerin farkında olduğunu “Böyle yaptılar abê, bütün belediyelere kayyım atadılar” diyor.