Hande Birsay: Önce ağladım sonra gülmeye başladım

Anneliğin kitabını yazacakken hayat, onun planlarıyla dalga geçti. O da önce ağladı sonra gülmeye başladı. Şimdi hayat düşünsün! dedi ve annelikle, bakımlı, kariyer sahibi kadın olmakla kısaca mükemmellikle özdeşleştirilen her şeyin absürt yanlarını instagramına taşıdı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Mükemmelliğin adresi instagramda bir sıyrık otu gibi büyüdü Hande Birsay, nam-ı diğer ‘hihieved.’ Toplumun dayattığı bütün annelik ve kadınlığa dair klişeleri, mizah kullanarak başından savurmaya çalışıyor. Hayatta absürt bulduğu ne varsa minik postlar halinde instagrama yapıştırıyor. “Emiyor mu?” kitabının yazarı Birsay ile kadınlığın tüm hallerini konuştuk…

Mükemmel anne olamayacağını ilk ne zaman anladın?

Anne olmadan önce mükemmel bir anneydim aslında. ‘Bu çocuğu bana verseler muma çeviririm’ edasıyla anneleri kınayarak ortalıkta dolaşıyordum. Bilmiş bilmiş konuşan, ötekileştiren, kınayan bir yapıdaydım çevremde gördüğüm annelerle ilgili. ‘Bir çocuk alışveriş merkezine neden getirilir’, ‘Neden çocuğuna o patates kızartmasını yediriyor’ diye ukalalık taslıyordum. Çocuğu bir oyun hamuru gibi kodlayacağımı, ona her türlü şekli vereceğimi düşünüyordum herhalde! ‘Her şey anne babada bitiyor’ yaklaşımının tek başına yetersiz ve saçma olduğunu daha sonra fark ettim. Tam olarak anne olunca mükemmel anne olamayacağımı anladım.

‘NEYE MARUZ KALIYORSAN ONU İÇSELLEŞTİRİYORSUN’

Hamileliğin mükemmel miydi?

Hamilelik döneminde yalnızca 4 kilo alacaktım, sebze ağırlıklı beslenecektim. Hepsi ‘hi hi eved’ oldu. ‘Hamilelikte sadece 7 kilo aldı kiviyle beslendi ve bir haftada eski kilosuna geri döndü’ türünden haberler okuyordum. Hayal ettiğim gibi spor yapamadığım, düşündüğümün çok ötesinde kilolar aldığım, ağrılarla geçen bir hamilelik geçirdim. Hiç hayal etmediğim bir şekilde 31. haftada erken doğum yaptım. Hastane odasını süsleme planları yapacağımı zannederken, hayat tosladı. Yaşayıp yaşamayacağı endişesi yaşadım. Kucağıma alıp alamayacağım bile belli değildi. Ne olacağı belli olmayacağı için nüfus kağıdının çıkarılmasını hep ileri bir tarihe attılar. Tam da o sırada anladım. Her şey benim hayal ettiğim, kontrol altına alabileceğim şekilde ilerlemeyebilir bu hayatta diye. Ama hiç yaşadığım gibi böyle bir hamilelik hikayesi duymamıştım. Çünkü sadece pembe hikayelere maruz kalıyorsun. Neye maruz kalırsan da onu içselleştiriyorsun.

‘HAYAT SEÇİMLERİNDEN İBARETTİR’ DİYORLAR YOK YA!

Mükemmel annelik de yalnızca çocuğun bakımıyla bitmiyor tabi. Bir de bakımlı anne, ilgili eş olmak var…

Tabii. Çok bakımlı bir anne, çok ilgili bir eş olacaktım... Bazen çocukla ilgilenemeyecek kadar yorgun hissedip isyan ediyorsun ve bu yüzden de kendini suçlu hissettiriyorlar. Bu süreç bana hariçten gazel okumamayı öğretti. ‘Hayat seçimlerinizden ibarettir’ diyorlar. Yok ya! Öyle bir dünya yok. Bir yandan sen çocuğun için brokolinin peşine düşerken çocuklar sahile vuruyor. Sen barbielerinle oynarken kız çocukları istemeden anne oluyor.

‘AYAĞINA TAŞ DEĞMESİN’ SÖZÜNDEN NEFRET EDİYORUM

Peki, elinden geleni yapsan da bu ülkede mutlu çocuk yetiştirmenin zor olduğunu düşünüyor musun?

Elbette. Hiç kolay değil. Çocuğu, dış faktörlerden etkilenmeden, cam bir fanusta büyütmek gibi bir şey söz konusu olmadığı için tabi ki o da etrafında yaşananlardan etkileniyor. Ona yalnızca maruz kaldığı şeylerle nasıl mücadele edeceği konusunda destek olabilirim. Şimdilerde yeni çıkan bir söz var; ‘Ayağına taş değmesin yavrum’ diye. Bu sözden nefret ediyorum. Böyle bir dünya yok ki. Çocuğun düşmesine bile izin vermeden, canı acımadan daha düzgün yürümesini nasıl bekleyebilirsin ki?

‘ACI ÇEKERKEN AMAN NE KOMİK DEMEK KOLAY DEĞİL’

Bir de instagram paylaşımlarındaki ironiyi anlamadan seni ciddiye alıp hak verenler var. Bunları okuduğunda ne düşünüyorsun?

Anlamayıp hakaret edenler var. Bir de anlamayıp ‘Ne kadar doğru söylüyorsunuz’ diye bana hak verenler var. Bence bu çok daha acı. Bazılarımızda sorgulama yetisi, “yahu burada bir iş var” deme hali yok. Hatta bazı takip edenler, Kerem’in poğaça yerken fotoğrafını paylaşıp ardından ona sebze yedirdiğimi gördüğünde onları kandırdığımı düşünüyorlar. Ben yalnızca annelik değil bu hayatta büyük konuştuğum ne varsa beceremediğim, bana absürt gelen her şeyi paylaşıyorum. Şekersiz hayat kararı alıp, bunu da beceremeyince sufleye gömüldüğüm fotoğrafı koyuyorum.

Delirmemek için yazdım bunu da mizah kullanarak yaptım. 3 yıl önce kafamda huniyle geziyordum. 7 yıl önce de eller havaya durumundaydım. Ama bu mizah da hemen olmadı tabii. Şu anda hala mizahını yapamadığım şeyler var yakın geçmişe dair. Önce ağladım sonra gülmeye başladım. Zaman geçtikten sonra mizahını yapabiliyorsunuz. O acıları yaşarken “hah hah ne de komik!” demek kolay değil.

‘KAYINVALİDELİĞİ DE YAZACAĞIM’

Nereye kadar devam edeceksin buna?

Malzeme olduğu sürece devam ederim. Belki bir gün kayınvalideliği de yazarım. (gülüyor)

Annelerin çocuksuz kadınlara yaklaşımını nasıl buluyorsun?

Sanki ‘Bekarlar bizim sosyal alanımıza giremez, çocuklu yerler farklı olsun’ diyen bir anneler komitesi var. Bu ayrıştırmadan da çok rahatsızım. Eşi olan anneler, bekar anneler üzerinde ya da anneler birbirleri üzerinde bir baskı kuruyor. Anneler olarak, toplum olarak birbirimizin üzerine basmamayı annelik üzerinden ahkam kesmemeyi öğrenmemiz gerekiyor. Kimse çatlayan memelerinden, sarkan göbeğinden, eskisi gibi olmayan seks hayatından, kusmuklu tişörtünden ya da evliliğinden söz etmiyor. Zorunda da değiller ama sadece toz pembe hikayeler konuşulunca, “bir dakika, bir tek bizi mi buldu?” diyorsun. Biraz da  bunlardan konuşuyoruz ki yalnız olduğumuzu sanıp delirmeyelim. Çocuğu olmayan kadınlarla, konu açılmadıysa hamilelik ve çocuk üzerine de konuşmuyorum. Çünkü bir zamanlar benim de çocuğum yoktu ve bunları dinlemekten, ilgileniyor gibi görünmekten daraldığım zamanlar oluyordu. Empatiden çok yoksunuz. Sadece kendi doğrularımızın, kendi düzenimizin çok matah bir şey olduğunu sanıyoruz. Ahkam kesmeye çok meraklıyız. Ama bunun arkasında da çok ciddi bir yetersizlik hissi var. Ben nasıl bir anne olduğumu biliyorum ve birilerinin beni şakşaklamasına ihtiyaç duymuyorum.

‘ANNELER KENDİ EKSİKLİKLERİNİ ÇOCUKLAR ÜZERİNDEN TEMİZE ÇEKİYOR’

Proje çocuklar yetiştiriliyor artık. Her türlü kursa, kampa gönderilen…

O da o ailelerin ihtiyacı. Dilerim çocukların da ihtiyacıdır. Şimdilik çekimser bakıyorum bu meseleye, ileride ne olur bilemem. Aman büyük konuşmayayım. Ama kendi yapamadığını, kendi eksikliklerini çocuk üzerinden temize çekmeye çalışmak da düştüğümüz bir çukur. İyi niyet var altında, sapkınlığa varmadığı sürece. Çocukların sıkılmaya da ihtiyacı var başka türlü yaratıcı olamazlar. Öğretmeni ‘Hafta sonu ne yaptın’ diye sorduğunda bin tane etkinlik sayacağına sadece ‘Oturduk’ da diyebilmeli. Bakalım bizimki diyecek mi?

Sen Kerem’i nasıl yönlendirmeye çalışıyorsun?

Müdahale etmeden… Güneşi mor çiziyorsa çizsin, sarı çizmesini söylemiyorum. Bazen söylemiş olabilirim! Şu anda 3 yaşında ve kendi tercihleri olduğunu gözlemliyorum. Örneğin ben baleyle hiç ilgilenmedim ama o şimdi deli gibi bale yapıyor. Mükemmel annelik, mükemmel çocukla da sonuçlanmayabilir. Aktarabildiğin çok şey var çocuğa ama onun da bir karakteri olduğunu düşünmeyi unutuyoruz bazen.

‘TAVANA BAKIP AĞLADIĞIM ÇOK OLDU’

Bıktığın oluyor mu hiç?

Tabii ki oluyor. Özellikle ilk zamanlar çok zordu. Ama artık kendime vakit ayırabiliyorum. Bunu yapmazsam devam etmek kendi adıma kolay değil. Ayrı ayrı da eş olarak da vakit geçiriyoruz. Geçen gün eşimle ‘Bir saat çocuktan konuşmayacağız’ diye el sıkıştık. Anneliğe o kadar çok anlam ithaf ediliyor ki annelik şikayet edilemez bir şey gibi kabul ettirilmeye çalışılıyor. Hiçbir zaman tam zamanlı bir anne olamadım. Ama bu yüzden de kendimi kötü hissetmemeyi, vicdan azabı duymamayı öğrendim. Eve gizlice girip, uzanıp tavana baktığım çok oldu. Şu anda buna gülüyorum ama o sıralar tavana ağlayarak bakıyordum.

Eşin Can nasıl bir baba?

Bu konuda bana “şanslısın” diyenler oluyor, şans değil de olması gerektiği gibi diyelim. Şans deyince zorlaşıyor, talih kuşu gibi bir şey iş bölümü yapan baba ne yazık ki. Kimi zaman Kerem’in bakımını benden fazla üstlendiği zamanlar da oluyor. ‘Ben hiç alt değiştirmedim’ diye gururla anlatan babalar var. Tembellik de var içinde, kolay geliyor belki, geleneksel kodlar var. Anneler olarak kontrolcü olmamızın ve onları safdışı bırakmamızın da bunda payı vardır belki ama babalar da oyuna girmeyi talep etmeli. Ben de anne olarak doğmadım sonuçta, deneye deneye öğrendim. Babalık da öğreniliyor.

Ailen nasıldı? Mükemmel ebeveynler miydi?

Aksine! Boşanmış bir çift. Hayatta yalnızca kendi yaşam formumuz var sanıyoruz. Oysa öyle değil. Bekar babalık da var bekar annelik de var.

‘DEVLET NASIL DOĞURACAĞIMA KARIŞMAMALI’

‘Sezaryen mı yoksa normal mi doğuracaksın’ sorularına maruz kaldın mı? Devletin bununla ilgili yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsun?

Evet, önce nasıl doğuracağına, sonra da nasıl emzirmen gerektiğine kadar herkes karışıyor. Kimseye düşmez bunun denetimi. Hayattaki en büyük travmalarından biri doğumdu. Sezaryen denetimleriyle ilgili haberlerin sıklaştığı dönemdi. Başkaları senin bebeğinin karnından nasıl çıkacağına, doğurup doğurmayacağına, kaç tane doğuracağına kararını vermemeli. Toplum polisliğine giriyor artık bu. Ailenin çok mahrem olduğunu ve tercihlere saygı duyulması gerektiğini, sebeplerini anlamaya çalışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.