Aytuğ Akdoğan: Bu diziyle sıkıcı hayatımdan kurtulabileceğim!

Ben Hep 17 Yaşındayım’ , ‘Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm’ , ‘Ben, Hiçbir Şey’ , ‘Duvar’ ve ‘Sürgün’ romanlarıyla tanındı Aytuğ Akdoğan. Şimdi bir dizi projesiyle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Dizide kendine çok yakın bir karakteri oynayacağını anlatıyor. Kendi deyimiyle “sıkıcı”, “tutunamamış genç bir yazar…”

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türkiye’nin en genç yazarlarından biri Aytuğ Akdoğan. Daha 17 yaşındayken ilk kitabını yaşı büyütülerek 18’ine bir yıl kala idam edilen Erdal Eren’e ithaf etti. “Ben Hep 17 Yaşındayım” adlı bu kitabının ardından dört kitap daha yazdı. Onunla karşılaştığımda Kabak Koyu’nda bir şeyler karalıyordu. Romanlarından birinin karakterini bulmuştu. Rastalı, dövmeli takı yapan bir kızdı bu. Kısa süre önce Doğu’dan gelmiş, önceden başı kapalı olan bu genç kız, artık onun sayfalarındaydı. Karakterleri onu dünyanın bir yerinde hep bekliyor oluyor zaten. O da peşlerine düşüyor. Artık neredeyseler… Afrika, Balkanlar, Uzakdoğu… Bu kadar genç yaşında dinginliğiyle sizi şaşırtan biri Aytuğ Akdoğan. Şimdi yeni bir dizi projesi ve yeni bir kitap programıyla karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Akdoğan, “Zaman zaman bir başkasının karakterine bürünerek kendi sıkıcı hayatımdan kaçabilmek hoşuma gidiyor. Bu yüzden lise yıllarımda zaten içinde bulunduğum oyunculuğa tekrar yöneldim” diyor.

Ona göre dizideki rolü tam da kendini yansıtıyor; “sıkıcı”, “tutunamamış genç bir yazar…” “Bu dalgın ve düşünceli genç yazarın karşısına ise hayatı daha neşeli ve absürt taraflarından da yakalayabilen bir kadın çıkıyor. Aralarında gelişen ilişki dizinin merkezine oturuyor. Senaryosu Serhan Alben’e ait. Burcu Bakdur ile oynuyoruz. Dizinin adı Adem ile Havva. İlk bölümü birkaç hafta içinde Youtube’da yayında olur. Bir de iki sezon boyunca ‘Ali Ata Bak’ isminde absürt bir kitap programı yapmıştık. Şimdi onu tek kişilik bir programa dönüştürüp daha da absürt bir hale getirerek hayatında hiç kitap okumamış insanlara bile edebiyatı, felsefeyi ve psikolojiyi sevdirmeye çalışacağım.”

"Ben de mahalle hayali kurardım bazen; komşular ve tanıdık yüzlerle ‘günaydın’ ve ‘iyi akşamlar’ın konuşulduğu, ama bir şekilde yolun rüzgârına kapıldım."

‘ROMANLARIMDAKİ KARAKTERLERLE TANIŞMAK İÇİN SEYAHAT EDİYORUM’

Tayland’dan yeni döndün. Ondan önce de birçok ülkeye gittin. Peki, bu yolculuklardan biriktirdiğin karakterlere ne olacak? Yazarlığa ara mı verdin?

Son on yıldır yazısız bir gün bile geçirmemiştim. Ama son bir yıldır ufak tefek karalamalar dışında hiçbir şey yazmıyorum, çünkü yazmamanın da yazarlığa dâhil olduğunu düşünüyorum. Mesela Kafka, Rimbaud ya da Tolstoy gibi yazarlar yıllar sonra kendi kendilerini reddederken aslında edebiyatın en üst noktasına ulaşmıştı. Bunu kendimi onlarla kıyasladığım için söylemiyorum elbette ama ben yeniden yazmak için bir kıvılcım bekliyorum. Bir yandan hala içimde biriken hikâyeler ve karakterler var, zaten genelde romanlarımdaki karakterlerle tanışmak için seyahat ediyorum, ancak ne zaman ya da nasıl kâğıda dökülürler şimdilik kestirmek zor...

Sosyal medya üzerinden kimi zaman bu karakterleri okuyucularınla da tanıştırıyorsun…

Evet çünkü bazen insanlar çok merak edebiliyor, ben de zaman zaman bu karakterlerin fotoğraflarını da paylaşarak okurlarla buluşmasını ve onlar için gerçeğe dönüşmesini seviyorum. Ama her zaman değil, çünkü bazı karakterlerin de gizemini koruması gerekiyor.

İnzivaya çekilmiş yazarlardan biraz farklı olarak gittiğin ülkelerden fotoğraf paylaşmayı da seviyorsun…

Bu paylaşımlar hoşuma gidiyor, çünkü bazen gittiğim yerlerin kültürüne, diline o kadar yabancı hissediyorum ki yalnızlığımı giderme ihtiyacı hissediyorum. Sosyal medya üzerinden yapılan yorumlar bu yalnızlığı kısmen gideriyor, sanki onlar da yanımdaymış gibi hissediyorum, ancak bu da her zaman yaptığım bir şey değil, çünkü güzel bir manzaranın ya da ilginç bir insanın fotoğrafını çekmektense önce onu uzun uzun izlemeyi tercih ederim.

"Zaten hayalim büyük bir ev ya da spor araba değildi –Buz tutmuş bir gölün etrafında düşünerek attığım binlerce adım hepsinden daha kıymetliydi. Kalbi kırık bir hayalet gibi dolandım yabancıların arasında –Anladım ki ilelebet kiracı ve göçebe olarak yaşayacağım bu dünyada."

‘ÖNCELERİ BİR PARTİDE ELLERİMİ CEBİMDEN ÇIKARMAZDIM’

Yazarlık zaten yalnız bir iş değil mi? Bundan sıyrılmaya mı çalışıyorsun?

Kendimi baştan yaratıp, önceden kaçtığım ne varsa peşinden koşuyorum sanki. Önceleri bir partide ellerimi cebimden çıkarmazdım ama şimdi yazıyla arama koyduğum mesafe beni biraz daha dışa dönük ve sosyal biri haline getirdi. Kısmen bu dönüşümden memnunum. İnsanlar nerede, nasıl eğleniyor çok merak ettiğim bir şeydi. Şimdi bu merakımı gidermeye çalışıyorum.

İnsanların nasıl eğlendiğini mi? Bu yaşta senin bunu merak ediyor değil yaşıyor olman gerekmiyor mu?

Ben hala eğlenmeyi beceremiyorum, çünkü kontrolü bırakamıyorum. Geçen hafta mesela Tayland’da bir gece kulübüne gittim, her şey çok güzeldi. İnsanlar, müzikler… Ben bir köşede insanları izlerken herkes bana çok eğleniyor gibi geldi. Ya da ben o kadar eğlenemiyordum ki diğer insanlar çok eğleniyor gibi hissetmiştim, bilmiyorum. Gene de tüm bunları gözlemleyip tecrübe etmek güzel. Sonuçta bu yabancısı olduğum bir dünya ve anlamsız da olsa şimdilik hoşuma gidiyor işte.

'KENDİMDEN SIKILMIYORUM AMA İNSANLAR ÇOK SIKILIYOR BENDEN'

Eğlenmiyor olmanın eksikliğini sana ne hissettirdi?

Son romanım Sürgün’ü yazabilmek için onlarca mülteciyle tanıştım, kampları gezip yapabildiğim kadar onların yolunu takip ettim. Zaten yıllardır yazdığım roman karakterleri genel olarak ötekilerdi: İşçiler, bağımlılar, göçmenler, eşcinseller, yalnızlar, hastalar, kimsesizler… Ama işte sonra şöyle bir dönüm noktası oluyor: Bu kadar acıyı, sefaleti, yalnızlığı ya da ölümü bu kadar yakından deneyimleyince, ülkesine dönüp eller havaya yapamıyor insan. Ama bazen ben de basitliğin ve yüzeyselliğin içine dalmak istiyorum sadece, elbette aslında kim olduğumu ve hayata ne yapmak için geldiğimi unutmadan… Yaşıtlarıma göre ciddi ve sıkıcı bir tipim. Ben kendimden hiç sıkılmıyorum ama insanlar çok sıkılıyor benden… Evde saatlerce oturup yazan biriyle kim sıkılmaz ki zaten? (gülüyor)

‘HAVAİ FİŞEKLERİ BOMBA SANAN MÜLTECİ ÇOCUKLARI GÖRDÜM’

Mültecilerle zaman geçirmek, onları anlamak için yeterli mi?

Önce Bodrum’a gitmiştim. Planım, topladığım giysileri mülteci çocuklara dağıtıp iki gün sonra geri dönmekti. Gece kulüplerinden atılan havai fişekleri bomba sanan mülteci çocukları gördüm orada. O ses yüzünden nasıl travma yaşayıp ağladıklarına tanıklık edince, yapmam gerekenin suçluluk duygusuyla onlara sadece yardım etmeye çalışmak değil, onlarla tam olarak sırt sırta, yan yana yürümek olduğuna karar verdim. Ve bu sayede ne konuştuklarını anlamadım belki, ancak ne hissettiklerini anlayabildim.

‘SÜRGÜN’ ROMANIM ALMANCA VE İTALYANCA’YA ÇEVRİLECEK

Oyunculuk, yazarlıktan daha çok görünür olmanı sağlayacak. Vogue’un sayfalarına çıktın, Okan Bayülgen’in programına katıldın. Bununla birlikte gelecek tanınırlılık seni rahatsız eder mi? ‘Genç kızların sevgilisi’ olarak anılmak var sırada sanki…

Bu çok ukalaca gelebilir ama geçmişte imza günlerinde çığlık atan, ağlayan kızlar da oldu. ‘Bu hep böyle mi gidecek?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama bir süre sonra o çığlıkların başkaları için atıldığını gördüm. Ben bu abartılı sevgi yerine, kitaplarımın okunmasından, anlaşılmasından ve dünya dillerine çevrilmesinden mutlu oluyorum. Sürgün 2018’de İtalyanca ve Almanca’ya çevrilecek. Şu sıralar beni en çok mutlu eden gelişme bu.

‘TINDER’DA KİMSEYLE EŞLEŞEMEDİM’

Yaşıtlarından daha dingin bir noktada durduğun için soruyorum. Tinder gibi hızlı aşk uygulamalarına nasıl bakıyorsun?

Hız çağı bu. Hızlı internet, hızlı yemek, hızlı araba... Kimse bir cümleden fazlasını okumak istemiyor artık. Tinder’da bir insanın sana uyup uymadığına birkaç saniye içinde karar veriyorsun, her şey hız ve görsel üstüne kurulu. “Kimsenin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya” Bizim kuşak artık aşk acısı bile çekmiyor. Oysa ben aşkın acısını da seviyorum. Ben de Tinder’a üye oldum ama kimseyle eşleşemedim. Bir hafta içinde de kapattım. Ama sistemi anladım. Gerçi orada tanışıp evlenenler de var. Belki de insanların birbirine karşı olan güvensizliği insanları bu uygulamalara yönlendirdi. Sokakta yeni bir insanla tanışmak çok da kolay değil. Bu tür uygulamaları ayıplamıyorum ama anlamıyorum da. Belki de on yıla kadar ‘robot sevgilileri’ olacak herkesin. Tinder’da da bu robotu arıyor sanki insanlar. Derine inmediğin, yüzleşmediğin, salt görselliğin hâkim olduğu bir dünyada… Kısa süreliğine keyifli olabilir, ancak uzun vadede hiçbir anlamı yok.