'Annemden önce ölmek için dua ediyorum'

Hakan ülkemizdeki 8,5 milyon engelli bireyden biri… Onunla engellilerin yaşadığı sorunlar üzerine röportaj yapmak istediğimde, bana ‘ajitasyonsuz, samimi olacaksa tamam’ dedi. O kesinlikle tanımak isteyeceğiniz biri…

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yoğunluktan dolayı bir araya gelemediğimiz Hakan Boyoğlu’yla e-posta üzerinden engellilerin sorunlarını konuştuk. Facebook’taki fotoğraflarına bakıyorum da evde bulunduğu fotoğrafı çok az, belli ki hep dışarılarda Hakan… Biraz anarşist, biraz sosyalist, sıkı Fenerli ve fazlasıyla hayat dolu…

Hakan bize kendini anlatır mısın?

İsmim Hakan, yaşım 38. Ülkedeki 8,5 milyon engelli bireyden biriyim. Lise mezunuyum, doğal olarak da işsizim. Kitap okumaktan, tiyatro başta olmak üzere sinema, konser gibi sanatsal aktivitelere katılmaktan ve dostlarımla vakit geçirmekten çok keyif alıyorum. Tiyatro demişken, amatörce olsa da aldığım bir oyunculuk sertifikam var; üstelik engelimden dolayı arada konuşma zorluğu çekmiş olmama rağmen...

Nasıl engelli oldun? Doğuştan mı yoksa bir hastalık mı sebep oldu?

Annem ve babamda kan uyuşmazlığı söz konusu… Bilindiği üzere kanları uyuşmayan çiftlerde ilk bebek sağlıklı, fakat ikinci ve sonraki çocukların engelli doğmaları ya da ileride geçirecekleri rahatsızlıklardan sonra engelli kalma olasılıkları yüksek. Ben de ailemin ikinci çocuğuyum, böylece piyango bana vurmuş oldu.

Kan uyuşmazlığı yüzünden yani?

Aslında tam öyle değil. Engelli olma riskimden ötürü gebelik dönemi boyunca doktor gözetimi altında kalmış, fakat doğumum Pazar gününe denk geldiği için, doğuma kendi doktoru değil de pratisyen hekim girmek zorunda kalmış. Onun kanımı değiştirme konusunda yapmış olduğu vahim hata neticesinde, 1,5 aylıkken geçirmiş olduğum havale yüzünden engelli kalmışım.

Engelinin tanımı nedir?

Engelimin tanımı ‘Serebral Palsi’… Hani toplumun bazı kesiminin birbirlerini aşağılamak adına ‘spastik’ diye hitap ettikleri, bilinçsizce sarf edilen söz var ya, işte o benim durumumun tanımı oluyor...

Engelli bir birey olarak yaşadığın zorluklardan bahsedelim.

Zaruri hiçbir ihtiyacımı tek başıma gideremediğimi saymazsak, şehrin dizaynı kesinlikle bizlere bir yaşam alanı sağlamıyor. Şehri geçtim, asıl bizlere en büyük sorunu yaşatanlar, engelli dünyasını bilmeyen insanlar… Akülü iskemlemle gezintiye çıktığımda, kaldırımlardaki rampalara sorumsuzca park edilen arabalar en büyük problemimiz. Sanki bu dünya sadece onlara ait! Cafe, restoran gibi çoğu mekanın mimarisi, kesinlikle bizlere uygun değil. Tabii bir de yeni yapılan konutlarda ve eski binalarda asansörden önce konulan suratsız merdivenler var. Eski binalardakileri anlıyorum ama yeni binalarda asansörün önüne merdiven koymak tam bir mantık harikası! Mimar ve müteahhit ahalisine buradan çağrım olsun; yarın kimin ne olacağı belirsiz, hepiniz birer engelli ve yaşlı adayısınız, ona göre binalar inşa edin! Aslında bu durumu belediyelerin denetlemesi gerekmez mi?

Bilmiyorum ama iyi bir fikirmiş. Okula gittin mi?

Annem sayesinde okudum ben. “Ne gereği var, okutuyorsun da ne olacak sanki?” diyen aile büyüklerine boyun eğmedi mesela.  Böylesi kötü, yıkıcı söylemlere kulak asmadan götürdü beni okula.

Öğrenci olarak çok zorlandın mı?

Engelli olduğum için yaşıtlarımdan iki sene geç başladım okula. Öncesinde Erol Sabancı Spastik Çocuklar Okulu’nda yıllarca aldığım eğitimler ve terapistlerimin gözlemleri neticesinde normal okula başlayabileceğime karar verildi. Tabii okulun ilk günü pek parlak geçmemişti; bir öğretmen diğer çocukların psikolojilerini bozacağım gerekçesiyle beni sınıfına almamıştı. Sonra öğretmeni değiştirdik.

Nasıl davrandılar sana?

Asla engelimden dolayı ayrıcalıklı davranmadılar, ne arkadaşlarım ne de öğretmenlerim… Zaten bu benim ve ailemin olmazsa olmazıdır hep! Nefret ederiz engelin kullanılıp çıkar elde edilmesinden… Her şeyi kendim yaptım, yeri geldi bilgimin hakkıyla takdir aldım, yeri geldi ‘inek öğrenci’ psikolojisine kurban gitmemek adına zayıf  getirdim. Kopya çekmişliğim, vermişliğim, gırgırına ders kaynattığım bile oldu. İlk aşklar da cabası...

Benim seninle ilgili dikkatimi çeken şey, bir mesajında 'inşallah annemden önce ölürüm diye dua ediyorum' demiştin, bu kısmı biraz açabilir misin?

Bu konunun yanlış anlaşılmasını istemem, fakat biz engelli bireyler ve ailelerinin kendi içimizde kanıksadığımız ve dışarıya karşı maskelediğimiz en temel sıkıntımız budur. Daha önce kimsenin işlemeyi akıl edemediği bu sıkıntımızı dile getirdiğiniz için Duvar’a teşekkürü bir borç bilirim. Her ne kadar kulağa tuhaf gelse de bir engelli annesi çocuğundan önce ölmekten korkar, dua eder tanrıya olabildiğince geç ölebilmek için… Üstüne basarak söylüyorum; bunun nedeni fazla yaşama arzusu değildir elbet. Öldükten sonra engelli yavrusunun bakılamayacağından endişe duyar. Hayatını tek başına idame ettiremeyeceğini bilir çünkü. Anne diğer evlatlarına ne kadar güvense de, kafasına astığı bu soru işaretinden kurtulamaz hiçbir zaman. Bana gelecek olursak; bu en yakınlarım dahi olsa, annemden sonra kimseye yük olmak istemediğim içindir önce tası, tarağı toplayıp sonsuzluğa uğurlanmak…

Kardeşlerin var mı? Sana bakabilecek durumdalar mı?

Bir tane ağabeyim var. Bakımım konusunda tabii ki annemin ve benim kendisine güvenimiz sonsuz. Fakat ben annem dışındaki herkese yük olacağımı düşündüğüm için bu konuda hassasım biraz ve biliyorum ki doğum tarihimi koluna dövme yapan ağabeyim bu satırları okuyunca kırılacak bana… Er ya da geç beni anlayacağını düşünüyorum.

Ülkedeki engelli kardeşlerimizin durumu konusunda ne düşünüyorsun?

Ülkede yaklaşık 8,5 milyon engelli birey var ve bunların bir çoğu okuma-yazma bilmiyor ne yazık ki! Zaten hayata yenik başlıyoruz, eğitim alamayanlar 5-0 mağluplar hayata karşı. Eğitim olmazsa olmazımız yani! Aileleri tarafından evlerine kapatılan veya dilendirilen engelli kardeşlerimiz bile var. Rahatsız olduğum konulardan biri de bu…

Nasıl yasalar çıkmasını isterdin?

Evlere şenlik diye tabir ettiğim kamu kuruluşlarında ya da özel sektörlerde belli kontenjandaki engelli çalıştırma zorunluluğundan söz edeyim mesela... İşveren, engelli bireye diyor ki; “Ben senin  sigortanı yatırayım, maaşını da postalayayım ama sen iş yerine gelme.” Bu çok yanlış ve aşağılayıcı bir yaklaşım... Bir kere kontenjanla engelli işçi sayısını kısıtlamakla hatanın en büyüğü yapılıyor zaten. Engelli istihdamlarının sağlıklı yapılabilmesi için bu yanlışların düzeltilmesi gerek. Temelli kalacak yer konusuysa başka bir derin yara… Siyasi iktidar yol ve köprü yapımına verdiği önemi, biz engelliler için kalacak yerlerin yapımına verebilse keşke! Tabii ki barınabileceğimiz yerlerin yapılmasıyla sorun çözülmüş sayılmıyor. Bilinçli ve alanında profesyonel personellerin çalıştırılması gerek böyle mekanlarda. Önümüzde örnek olarak Kocaeli’ndeki yatılı bir rehabilitasyon merkezinde yaşanan skandal var. Aslında bu skandalı yalnızca engelli bakım merkezleriyle sınırlandıramayız. Çocuk yetiştirme yurtlarında, darülacezelerde ve diğer yatılı okullardaki durum tüyler ürpertiyor adeta. En son olarak da Ensar Vakfı’nda nelerin yaşandığı hepimiz biliyoruz. Annem şimdi bunları bile bile nasıl beni oralara bırakabilir ki?


Biber gazı da yedim, sandık görevlisi de oldum

İnsanlar dışarıda sana nasıl bir gözle bakıyor?

İşte beklediğim soru röportajın finalinde çıktı karşıma. Annem hiçbir zaman beni eve kapatmadı. Bazı ötekileştirici bakışlara inat toplumdan soyutlanmama müsaade etmedi. Biber gazı yemişliğimden tutun da, seçimlerde oy verdiğim partinin sandık görevlisi olarak oylarımıza sahip çıkmaya kadar pek çok deneyimim var. Sosyal bir birey olduğum için çok çeşit insanla karşılaştım, hepsini anlatmaya zulamdaki kelimeler yetmez. Kılık kıyafetime rağmen beni dilenci sanıp para vermek isteyenlerle de karşılaşıyorum, gülümseme aromalı selam veren bilinçli kişilere de denk geliyorum. Yurdum insanı işte!

Sana para vermeye mi kalkıyorlar?

Evet. Mesela annemin bir mağazaya girmesi gerekiyor ve eğer o mağazanın mimarisi bana uygun değilse, dışarıda beklemek yerine çevrede volta atmak durumunda kalıyorum. Çünkü beklediğimde tedirgin oluyorum. ‘Acaba yine dilenci sanıp, para mı verecekler mi’ diye. Bir defasında yarım saat içinde tam üç kere yaşadım aynı travmayı. Neyse ki bilinçli insanlarımızın da sayısı yadsınamayacak kadar fazla.