Hâlâ cadı avlıyorlar!

Bizler ‘Cadı Avı’ kavramının sadece geçmişten kalan bir metafordan ibaret olduğunu sanıyor olabiliriz ama dünyada hâlâ pek çok masum insan cadı damgası yedikleri için öldürülüyor. Cadı avının sadece geçmişe ait olduğunu düşünenlerdenseniz, yanılıyorsunuz!

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Eski Almancada, cadı kelimesi “çocukları öldüren, insan yiyen, çit üzerine binen veya geceleri dolaşan dişi hayalet” gibi farklı anlamlara geliyor. Genelde geceleri dolaşarak kötülük yapan, dul, tırnakları uzun, pis ve 'şehvet düşkünü' kadınlar için kullanılan cadı tanımlaması, aslında yozlaştırılan inançların en iyi örneklerinden birini oluşturuyor. İnanışa göre, göklerden aşağı inen iblisler, kadınlarla ilişkiye giriyor ve cadılar bu yasak ilişkinin ürünü olarak dünyaya geliyorlar. İlk cadı avının ne zaman başladığını söylemek mümkün değil ama 'tarihin ilk cadısı' için antik döneme gitmemiz gerekiyor. İlk cadı, Yunan mitolojisinde büyücü tanrıça olarak geçen Hekate’nin kızı Kirke... Uzmanlara göre Kirke, erkeklerin kadınların güçleri konusundaki korkularını simgeliyor.

salem11 Salem'de cadı avı...

Cadı avının başladığı dönem olarak tahmin edilen Ortaçağ boyunca, özellikle ruhban sınıfı ya da aşırı dinci halk, bilmedikleri, korktukları veya açıklayamadıkları olaylara sebep olan kişileri cadı diye damgalayarak, çoğunluğu kadın, binlerce insanı çeşitli sebeplerle yakmış, asmış hatta akla hayale sığmayacak işkence yöntemleri kullanarak yok etmiş. Tarihin ilk cadı avını bilmiyor olabiliriz ama en büyük cadı avı, 15’inci yüzyılın sonlarında veba salgınlarından kaynaklanan büyük toplumsal yıkıma sebep bir günah keçisi arayan Papa VIII. Innocentus’un, iki Engizisyon yargıcına Avrupa’daki tüm sapkınların ve tabii ki cadıların kökünü kurutma yetkisi verdiğinde başlamış. Bu iki zat tarafından yazılan ‘Cadıların Çekici’ adlı kitap, Avrupa’nın tüm toplumlarında cadı avının el kitabı olmuş. Büyücülük tarihini anlatan bazı kaynaklara göre, şu ana kadar 'cadı' diye öldürülen insan sayısı 9 milyon… Dan Brown, ünlü kitabı ‘Da Vinci Şifresi’nde bu sayının 5 milyon olduğu iddia ediyor. Fakat Katolik kiliselerindeki tarihi kayıtlarda, bu rakamın 50 bin olduğunu yazıyor…

'AV' ÇOK UZAKTA DEĞİL!

Ortaçağ'dan günümüze uzanan ‘cadı avı’ kavramı, şimdilerde daha çok "fikirleri tehdit olarak görülen kişilere karşı düzenlenen kampanya" anlamında kullanılsa da, geçmişten günümüze pek çok insan bu av yüzünden çok acı çekmiş ve hâlâ çekmekte… Her ne kadar kulağa bir mit gibi gelse de dünyanın pek çok yerinde hâlâ cadılara, büyülere ve doğaüstü güçlere inanılıyor. Ve cadılıkla suçlananlar, aynen geçmişteki gibi, tacize uğruyor, işkence ediliyor hatta öldürülüyor.

New York Times’ın haberine göre, şimdiki zamanın cadı avlarının halen süregeldiği bölgeler arasında Afrika, Pasifik adaları, Latin Amerika, Amerika ve Avrupa bulunuyor. Bizden o kadar da uzakta değiller, değil mi? Eylül 2009’da Birleşmiş Milletler, cadı avını ‘dünyaya yayılmış bir zulüm ve barbarlık’ olarak nitelendirdi. Ardından kurulan 'Cadılık ve İnsan Hakları Bilgi Ağı', gelişmekte olan ülkelerde, özellikle bu tarz krizlerin hafifletilmesine ve insanların bilinçlendirilmesine yönelik konferanslar düzenlemeye başladı. Ancak Afrika, Hindistan ve Güneydoğu Asya'da, özellikle cadı avına karşı verilen savaşta, konulmuş ceza uygulamaları bile komşunun komşusunu öldürmesine engel olamıyor.

'KAN ÇALDILAR' DİYE...

Monica Paulus çektiği büyük acılardan sonra hayatını cadılıkla suçlanan diğer mağdurlara adamış...

Şimdi anlatacağımız hikayeler o kadar eski değil; 2005 yılında Londra’da üç kişi, cadı olduğuna inandıkları sekiz yaşındaki Angolalı kıza işkence etmekten mahkum edildi. İşkencecilerden biri kızın teyzesiydi ve ‘şeytanı içinden çıkarmak’ için kıza zulüm ettiklerini söyledi. Ekim 2009’da, Hindistan’ın Jharkhand eyaletinde yerel din adamları ve ‘cadı avcıları’ tarafından 5 kadın topluma zararlı oldukları gerekçesiyle suçlandılar. Avcılar tarafından çırılçıplak halde binlerce kişiden oluşan bir kalabalığın önüne atılan kadınlar, otoriteler müdahale edene kadar, feci şekilde dövüldüler. Yine de şanslıydılar çünkü Hindistan’da genellikle cadılıkla suçlananlar en iğrenç şekilde öldürülüyor. Sahra altı Afrika’da ise sorun daha da büyük… 1998–2003 yılları arasında süren Kongo savaşında açlık ve hastalık yüzünden milyonlar hayatını kaybetmişti. Fakat nedense çocuk ölümlerinde, kan çaldıkları ve evlere zehir serptikleri söylenen ‘Gece Dansçıları’ suçlandı. Ne ilginçtir ki, 16’ıncı yüzyılın Avrupa’sında da ‘besleyiciler’ olarak bilinen İsviçreli cadılar, ‘Gece Dansçıları’yla aynı suçtan mahkum edilmiş ve veba yaymaktan cezalandırılmışlardı. Bu durumun Kongo’da yaşanan krizle benzerlikler göstermesi dikkat çekici…

1640’ların İngiltere’sinde ise bir kereliğe mahsus çok ciddi bir cadı paniği yaşandı. Bu iç savaşın hüküm sürdüğü, ekonomik bunalımın, yoksulluğun, sosyal sınıf farkının ve politik yolsuzlukların tavan yaptığı bir zamandı. Endişe, şüphe, belki de korku ile karışık duygularla, şeytana karşı şiddetli mücadelelere girişilmişti. Bu durum büyük bir paniğe sebep olmasına rağmen kısa sürdü ve kitlesel cadı avcılığı yapan tüm ofis ve kurumların kapatılmasıyla sonuçlandı. Düzen sağlandığı zaman -mahkemeler sona ermemiş olsa da- cadı avı tamamen bitmiş oldu.

Gerçi İngiltere'deki bazı Afrikalı köktendinci kiliseler, hâlâ şeytandan arınma veya cin çarpması ayinleri düzenliyor. Bu tip durumlarda yapılması gereken fiziksel mücadele hakkında bilgiler veriyor.

cadi55 Monica Paulus çektiği büyük acılardan sonra hayatını cadılıkla suçlanan diğer mağdurlara adamış.

DAHA ÜÇ YIL ÖNCE

'Cadı avcılığı'nın adeta bir meslek haline geldiği ve cadı yakma törenlerinin hâlâ yapıldığı Papua Yeni Gine’ye giden Kent Russell’ın The Huffington Post’a yazdığı tüyler ürpertici hikayede şunlar anlatılıyor:

"Her ne kadar gelenekleri olmasa da, cadı avı Papua Yeni Gine kültüründe köylerden tutun, tüm kasaba ve ufak şehirlerde çok yaygın. Bu yüzden aile üyelerine, arkadaş ve komşularına korkunç işkenceler uygulayanlar, herkesin önünde feci şekilde aşağılayanlar, hatta onları yakarak öldürenler bile mevcut. Özellikle ‘avcı’ yetiştiren kasabalarda cadı avları daha da vahşi bir şekilde yapılıyor. Altı yaşındaki bir çocuğun beklenmedik ölümünden 20 yaşındaki akrabasını suçlayan kabilenin, herkesin gözü önünde kıza akıl almaz işkenceler yaptıktan sonra direğe bağlayıp yaktıklarına şahit oluyor. Böyle trajedilerin bu yüzyılda bile hâlâ yaşanması içler acısı… Orada cadılıkla suçlandığı için işkenceler gören, kasabasından dışlanan Monica Paulus ile tanışıyor. Paulus çektiği büyük acılardan sonra hayatını cadılıkla suçlanan diğer mağdurlara adamış, şu ana kadar da 20 kızı işkencelerden ve yakılmaktan kurtarmış. Paulus bunun herkesin inandığı kitlesel bir inanç olduğundan bahsediyor. Cadılara başbakandan tutun, emniyet amirine kadar hatta akademik kariyeri olan profesörlerin bile inandığını söylüyor. Suçlanana kadar kendisinin de cadılara inandığını anlatıyor. Halk gerçekten de, cadıları yok ettikleri zaman, şeytani güçlerden korunacaklarına inanıyor. Russell’ın yazdıklarına göre, nehirlerden hâlâ başı kesilmiş kadın bedenleri çıkıyormuş.

Görünen o ki, farklı zamanlarda, mekânlarda, dinlerde ve düzenlerde eşitlik talep eden, cesaret gösteren, muhalefet olan, bilgiye ulaşmaya çalışan tüm kadınlar dini gerekçelerden tutun da siyasi çıkarlara kadar her türden sebeple engellenmiş, lanetlenmiş ve cezalandırılmış. İlginç olan ise 21’inci yüzyılda cadı avlarının halen bitmemiş olduğu…

Etiketler Afrika av cadı pasifik ada