YAZARLAR

Hâlâ şaşırabiliyor olmak belki en iyi siyasi kuramdır

İktidarın yaptıklarını normalleştirmeden, kanıksamadan eleştirel akıl süzgecinden geçirmeyi ihmal etmeden olayları izlemenin bir diğer adı: Şaşırmak. Şaşırabildiğimiz ölçüde itirazımızı yükseltmek mümkün olur zannımca. İtirazın haklı gerekçeleri bu şaşkınlığın ürünü olacaktır.

"Kürt Siyasetinin Mor Rengi” hayatın ve kadın tarihinin her alanına denk düşerken tutukluluk hallerini, cezaevlerini de iyi bilen, içerden kesin bilgi sunar. Gültan Kışanak bu kitapla ve siyasi mücadelesiyle kadın tarihinin her alanına dair söz üretirken aynı zamanda bugüne ve yakın geleceğe ışık tutar . “Talimatın üstünlüğü” ilkesine dayalı yönetim modeli inşa edilen ucube sistem, ceza ve tutukevlerini morartmakla maruf çünkü. Talimatın üstünlüğü aynı zamanda yazılı olmayan kuralların üstünlüğü anlamına geldiğinden kara kaplı kitapta ne yazıldığı önemsiz. Tek ölçüt sayılan ve anı yaşayan tek zihin, kendi izleğinde öfke ve kin güdüsüyle hareket ederken bir yandan da iyi hesaplanmış zamanlamaya göre talimatlandırmanın ustası sayılır.

Ucube sistemde vaka-yı âdiye olduğunu bildiğimiz halde şaşırabiliyoruz kimi şeylere. Örneğin Gültan Kışanak tutuklulukta 7 yılı dolduğu halde tahliye edilmeyince şaşırdık. Kendi adıma şaşırmış olmamın gerekçesi, azami tutukluluk süresini 7 yıl ile sınırlayan yasal değişikliğin bu iktidar tarafından ve yaklaşık 7 yıl önce yapılmasıydı. Kendi yaptıkları yasayı bile ihlal ediyor olmaları tuhaf geldi.

Tuhaflık olmadığını düşününce anlıyor insan tabii. Yasayı yapan, yasayı kimler için yaptığını da, gerekçesinde yazılı olmayan gerekçelerini de herkesten iyi biliyor elbet. Yasayı yaptıysa Gültan Kışanak için yapmadı ya. Sanırım ilk yararlanıcılarına bakınca kimler için, hangi durumlar için yapıldığını anlarız. Hizbullahçılar serbest bırakılmıştı bu yasaya dayanılarak. Çıktıktan sonra adli kontrol şartlarına uymaya bile ihtiyaç duymadan dernek, vakıf, siyasi parti bünyelerinde boy gösterenler var içlerinde, yakınlarında. Suç Kürt olmaksa, Hizbullahçılar da Kürt. Terörle arasına mesafe koymamaksa itham edilen suç, Hüdapar da Hizbullah’ı terörist saymıyor, savunma hareketi olduğunu iddia ediyor. Domuzbağı ile işkenceli cinayetlerin ne tür bir savunma sayılabileceği bile sorgulanmadan ‘hukuka uygun davrandı iktidar.’ Ama söz konusu yararlanıcı Gültan Kışanak olunca yasayı çiğnedi, çiğnemeye daha ne kadar devam edeceği de belli değil. “Çiğnediysem kendi yaptığım yasayı çiğnedim, kime ne?” şeklinde cevap verme ihtimali de yüksek.

Gültan Kışanak’tan ödünç alarak “her şeyin eril zihniyete göre şekillenmiş” olduğu ortamda cinsiyetçilik ve ideolojik kardeşlik, verilen talimatların baş aktörü. Ancak bir de Fatmagül Berktay’ın tespitini dikkate alarak düşününce “nafile biraderlik sözleşmesi”, iktidar olsa bile yok oluşa mahkum bir köhnemiş zihniyetin son çırpınışları olarak görülebilir. Yeter ki biz şaşırmaktan vazgeçmeyelim. Şaşırmak diri tutuyor çünkü. Örneğin kendi yaptığı yasayı çiğneme hakkını kendinde gören bir iktidar aynı zamanda anayasa yapmaktan, aile hukukunu sil baştan yazmaktan söz edince anı yakaladığı zaman bunları da yok sayacağını düşündürür hepimize. Bugün ihtiyaca binaen kamuoyunu pek ürkütmeyen ama tuzaklar içeren eylem ve söylemlerin, iktidar için gelecek adımların zemini olarak tezgahlandığı, kolayca anlaşılır. Gültan Kışanak’ın tahliye edilmeyişinden aile hukukuna giden bir yol vardır kısacası. Kendi sözüyle noktalayayım yazının bu bölümünü: “eril zihniyet pusuda” idi ama bugün iktidarda.

İktidarın yaptıklarını normalleştirmeden, kanıksamadan eleştirel akıl süzgecinden geçirmeyi ihmal etmeden olayları izlemenin bir diğer adı: Şaşırmak. Şaşırabildiğimiz ölçüde itirazımızı yükseltmek mümkün olur zannımca. İtirazın haklı gerekçeleri bu şaşkınlığın ürünü olacaktır. Çünkü şaşmak, şaşmaz bir ölçü verir bize. Bir fiilin, olgunun, olayın, durumun, kararın ölçütlerin dışına çıktığını açığa vuran şeydir şaşkınlık. Çünkü bizi şaşırtan şey o ölçünün şaşmasıdır. Ölçüden sapıldığını fark ettiğimizde şaşırırız. Bu durumun artık içinde yaşadığımız sistemde çok sık yaşanıyor olmasının yarattığı kanıksama ihtimali var ya işte seçimler değil bu ihtimalin gerçekleşmesi, talimatın üstünlüğü ilkesine dayalı ucube sistemin kazandığı an olur. Kazanımlarımız için her an dinamik bir dikkatle hareket etmek için şaşkınlığımıza ve birbirimize sahip çıkmak gerekiyor.

1 Kasımda tutuklanan Hüda Kaya, hak mücadelesinde yer aldığı süre boyunca mağdurun kimliğini sormadan destek veren isimlerden birisi. 90’larda başörtüsü yasağına muhalefetten DGM’de ve iki kızıyla birlikte idamla yargılandı. Sonra İslamcı iktidarın müesses nizamla uygun adım yürümesiyle birlikte Kürtlere yönelik iktidar zulmüne direndi. Hak mücadelesini, iki dönem HDP Milletvekili olarak sürdürdü ve halen devam etmekte olan kapatma davası dosyasındaki 500 kişilik siyasi yasak listesinde yer alıyor. Pek çok HDP’li politikacının keyfi değil talimatlı yönetim anlayışı ile yurt dışı çıkış yasağı olduğu biliniyor. Meclis kürsüsünde dile getirildi bu yasaklar. Hüda Kaya İstanbul Havalimanında gözaltına alındığı zaman ilk akla gelen ona da yurt dışı yasağı olması ihtimaliydi. Ancak avukatın yaptığı açıklamayla anlaşıldı ki pasaport kontrolünden sorunsuz geçmiş. Uçağının kalkmasına on dakika kala gerçekleşmiş gözaltına alma işlemi. Şaşırtıcı değil mi? Demek ki yazılı olmayan yani kayıtlara geçmemiş ama yazılı olandan daha etkili bir talimat var ortada. Talimatın üstünlüğü ilkesi gereği kayıt dışı olsa da işlem yapılmıştı. Ve ardından hemen tutuklama kararı çıkarıldı. Tek kişilik odada tutulurken bile yalnız olmadığını bilen özgür zihinlerden birisi Hüda Kaya. Topluma sosyal medyadan ilettiği mesajıyla önemli bir gerçeği tekrar düşünmemizi sağladı. Özgürlük zihinde başlar.

Nice özgür zihinler içeride ‘yatar’ nice tutsak zihinler dışarıda ‘talimat bekler.’ Son birkaç gün içinde pek çok politikacı, gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı. Evrim Kepenek gibi ifadesi alınarak bırakılanlar oldu ama bunun da iktidarın radarına girmek olduğunun farkındayız elbette. Fakat farkında olmanın, kanıksama hissi yaratmasını önlemenin yolu hala şaşırabiliyor olmaktan geçiyor. Unutmayalım ve şaşkınlıkla kalalım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.