Günden Kalanlar: İngiliz başuşağın aşk şarkısı

Oradan oraya uçuşan kuş, Amerikalı zenginin maharetli elleriyle, açık pencereden doğaya salınır. Ivory son bir kez Amerika’nın demokratlığına ve özgürlükçülüğüne mi selam durmaktadır?

Google Haberlere Abone ol

"Gidelim öyleyse, sen ve ben,
Akşam göğe karşı serilmiş yatarken
Eterlenmiş bir hasta gibi masada;
Gidelim o yarı tenha sokaklardan:
Mırıltılı inziva yeri olan
Tedirgin gecelerin, tek gecelik salaş otelleriyle
Ve istiridye kabuklu, talaşlı aşevleriyle,
Sokaklar ki yoz tartışmasınca sinsi niyetlerin
İzleyip durur seni
Duyasın diye sanki o ürkünç soruyu . .
Ah, "Nedir?" diye sorma sakın,
Gidelim de bir hatır soralım.”

Böyle diyor, T.S. Eliot’ın olağanüstü şiirinin kahramanı J. Alfred Prufrock. Prufrock, modern şiirde kararsızlığın, eylemsizliğin simgesi. Bir türlü soramadığı, sormaya cesaret edemediği bir soru var, evreni tedirgin edecek bir soru bu.(1)

Gözdesi E.M. Forster’dan art arda yaptığı uyarlamalardan sonra gözünü Kazuo Ishiguro'ya çeviren James Ivory’nin, Başuşak Stevens rolüne büründürdüğü Anthony Hopkins de ucuz otellerden, tenha kasabalardan geçiyor, varmak istediği bir yer, sormak istediği bir soru var. Bir zamanlar birlikte çalıştığı Bayan Kenton’a (Emma Thompson) hatırını ve yeniden işe dönmek isteyip istemediğini soracak.(2) Ama hayır, evreni tedirgin edecek soru bu değil!

Kazuo Ishiguro’nun 'Günden Kalanlar'(3) adlı romanının kahramanı ve anlatıcısı Başuşak Stevens, yıllardır hizmet ettiği malikânenin yeni sahibi, Amerikalı zengin Bay Farraday’in yüce gönüllülüğü sayesinde birkaç günlük bir seyahate çıkmıştır. Altı günlük bu seyahatte geçmişin bazı sahneleri canlanır zihninde. Ama bunları bize, yani okuyucuya mı anlatmaktadır? Yoksa bu bölük pörçük anıların birleşip ortaya çıkardığı geçmiş, sadece Bayan Kenton’ın anlayabileceği bir özür müdür?

Stevens, "eterlenmiş bir hasta" gibi yaşadığı malikâneden ayrılır, yollara düşer. Ucuz otellerden, tenha kasabalardan geçer yolu. Bir İngiliz başuşağında olması gerektiğini düşündüğü vakarı bir an olsun elden bırakmadan anlatır hikayesini. "Giysilerini herkesin önünde çıkarmamak" olarak özetlediği vakar, okuyucuyla senli benli olmak bir yana, aristokratik ölçülülüğün süzgecinden geçmemiş tek bir cümle kurmasına bile engeldir. Bu yüzden okur, Stevens’ın vakur ketumluğu karşısında bütün dikkatini satır aralarına vermek zorundadır. Nedir okuduğumuz hikaye? Aristokrasinin çöküş hikayesi mi? Alman hayranı bir İngiliz lordunun ülkesini savaşa sürüklemesi mi? Katı olan her şeyi buharlaştıran yeni ekonominin, hallaç pamuğu gibi savurduğu soylu salonlar mı? Yoksa eşyanın katılığında donup kalmış, hiç dile gelmemiş bir aşk mı?

VAKARA KARŞI ŞAKA

Lord Darlington’ın ölümünden sonra, malikâneyi satın alan Amerikalı zengin Bay Farraday’le birlikte o soylu mekana hafif bir uçuculuk gelmiştir. Hatta yeni demokrat zengin, kendisine Bayan Kenton’dan söz eden Stevens’a, "Oo, bir hanım arkadaş ha?" diye espri bile yapar. Stevens şaşkındır, o duvarların arasında daha önce duyulmadık, görülmedik bir şeydir şaka. Hatta Farraday, bununla da kalmayıp bayağı bir cinselliğe gönderme yapan şakalar da yapar. Stevens soyluluktan uzak bu gösteriyi izlemekle yetinir.

"Bu dakikalar benim için utanç vericiydi, yine de asla kırıcı biri olmayan Bay Farraday’i herhangi bir biçimde suçluyor görünmek istemem; eminim ki Birleşik Devletler’de işverenle hizmetli arasında iyi, dostça bir anlayışın işareti olan bu tür takılmalardan hoşlanıyordu yalnızca, sevecen bir şakalaşmaya kendini kaptırıyordu."

Stevens, Amerikalı patronunun şakaları karşısında duyduğu dehşeti gizleyemez. Franco Moretti’nin deyişiyle, "Burjuva İngiliz olmayışıyla" bilinmektedir.”(4) Farraday’in uygunsuz şakaları aslında eski dünyanın çoktan buharlaştığının habercisidir ama Stevens bunu anlamazdan gelmeyi seçer. O bir zamanlar yalnızca seçkin başuşakların üye olabildiği Hayes Derneği’nin tüzüğünde yaşamaktadır.

Günden Kalanlar, Kazuo Ishiguro, Çevirmen: Şebnem Susam - Saraeva, 208 syf.,Yapı Kredi Yayınları, 2015.

Malikânenin yeni sahibi Ishiguro’ya göre Farraday, James Ivory’ye göre ise James Lewis’tir. Ivory, Ishiguro’nun vakur anlatıcısıyla İngiliz aristokrasisinden yana büktüğü çubuğu "özgürlükçü Amerika"dan yana bükmeye kararlıdır. Lewis, Nazi yanlısı Lord Darlington’ın düzenlediği konferansta Avrupalı devletler tarafından aşağılanan Amerikan Kongre üyesidir. Ivory, malikâneyi Lewis’e teslim ederek bir anlamda, Lewis’in pek amatör bulduğu Avrupa ruhunu ebediyen yenilgiye uğratmıştır. Aşağılandığı, ihanete uğradığı evin yeni sahibidir Lewis. Yeni bir dünya, yeni bir ekonomi doğmuştur ve hâlâ onur gibi amatör kavramların arkasına gizlenen Avrupa’nın bu dünyada yeri olmayacaktır. Konferansa gelen Avrupalı soyluların "kuru gıdacı" diye alay ettikleri Lewis’i yeni çağın sembolü yaparak Ishiguro’nun İngilizperverliğine ölümcül bir darbe vurmuş gibidir Ivory.

Oysa Ishiguro’nun vakur başuşağı İngiliz olmayan burjuvaları küçük düşürecek anekdotları serpiştirmeye devam eder ve elbette bu anekdot, Ivory’nin Anthony Hopkins’inin hafızasında yoktur. Farraday malikâneye davet ettiği yurttaşlarına egzotik İngiliz aristokrasisinin kalıtlarını sergilemekten memnundur. Bu kalıtlardan biri de şüphesiz ki Stevens’tır. Oysa, Stevens misafirlerden birine Lord Darlington’ı hiç tanımadığını, ona hizmet etmediğini söyleyivermiştir. "Tarihi" bir şey görecek olmanın heyecanıyla yanıp tutuşan Amerikalı için sonuç kocaman bir hayal kırıklığıdır. Yurttaşları tarafından evin soyağacını abartmakla suçlanan Farraday Stevens’a serzenişle sorar:

"Stevens, bu, gerçek, eski bir İngiliz malikânesi, öyle değil mi? Ben bunun için para ödedim. Sen de gerçekten eski moda bir İngiliz başuşağısın, salt öyle görünmeye çalışan bir garson değil. Gerçeksin, öyle değil mi? Ben bunu istiyordum, sahip olduğum şey bu değil mi?"

Farraday parasını verip aldığı soylu tarihin sahte çıkmasından ya da öyle sanılmasından duyduğu öfkeyi gizleyemez. "Menkul Kıymetler Borsası, Kutsal Kase’nin yerini tutamasa da" (Moretti, Burjuva) onu satın alacak güce sahiptir çünkü. Yine Moretti’ye dönelim: "Aristokrasi utanıp sıkılmadan, kendisini bir salon dolusu cesur şövalye ile mükemmelleştirmişken, burjuvazi kendisi için böyle bir mit üretememiştir.” Evet, Farraday bir salon dolusu cesur şövalyenin yaşadığı görkemli şatonun kapılarını yeni dünyadan gelen ziyaretçilere açmıştır ama başuşak bu tarihi dekoru yerle bir etmiştir.

MICHALENGELO YA DA SAVAŞ

“Salonda kadınlar girip çıkar
Michalengelo’dan söz açar" der Alfred Prufrock. İçinden çıkamadığı bir döngüyü anlatmaktadır, biteviye Michalengelo’dan söz edilen salonlarda, "çay kaşığıyla ölçtüğü hayatı"yla, porselenler arasında asla cesaret edemeyecektir evreni tedirgin edecek soruyu sormaya. Oysa Lord Darlington’ın malikânesinde Michalengelo’dan söz edilmez. Kadınlar da yoktur pek orada. Soyluluk çağının şövalyeleri savaştan söz ederler hep. Faşizme hayranlıklarını ilan ederler. Demokrasinin nasıl da düzmece olduğunu kanıtlamak için Stevens’a ekonomi hakkında fikirlerini sorarlar. Oysa Stevens giysilerini herkesin içinde çıkarmamayı öğrenmiştir. Ve onun cevapsızlığı efendilerinin faşizm övgüsünü bir kez daha haklı çıkarır. Beyler, haklı çıkmanın hoşnutluğuyla gülümserler.

Stevens de hoşnuttur çünkü dünyayı bir merdiven gibi gören babasının kuşağının aksine, onun kuşağı bir tekerlek gibi görmektedir dünyayı. Bu tekerleğin öbeğinde önemli evler, kuşkusuz Lord Darlington’ın evi de, bulunmaktadır. Ve bu evlerde alınan güçlü kararlar "çevrelerinde dönen, zengin ya da yoksul herkesi" etkilemektedir. Bu yüzdendir ki Lord Darlington iki Yahudi hizmetçinin işine son verdiğinde, Hitler’i desteklediğinde dünya denen tekerleğin öbeğini düşünür Stevens. Şüphesiz ki geri kalanın aklının ermediği bir şeyler vardır o evlerde. Yahudilerin atılmasına karşı istifa edeceğini söyleyen Bayan Kenton’ı da bu sözlerle avutur. Her gün parlatılan gümüşler, beş çayları, koşuşturup duran hizmetçiler her şeye bir ciddiyet katmaktadır. Stevens sorgulamayacaktır bu defa da.

Yaşlı babasının ölümünü, Bayan Kenton’ın, anahtar deliğinden gözlediği ağlamasını hep aynı vakarla karşılar. Hareket eden yalnızca tekerleğin öbeğidir, onun dışında bütün bir hayat "eterlenmiş bir hasta gibi" uzanıp yatmaktadır orada.

Bu yüzdendir ki Bayan Kenton’ın her sabah odasına getirdiği çiçeklerden rahatsız olur Stevens, elindeki aşk romanıyla Kenton’a yakalanmaktan da; ona göre gramerini geliştirmek için okumaktadır o duygulu aşk romanlarını. Lord Darlington evlenmek üzere olan vaftiz oğlunun "cinsel eğitimi"ni kendisine havale ettiğinde ne diyeceğini bilememesi Stevens’ın donup kalan hayatının resmidir aslında. Sahi, Lord Darlington nasıl olup da gönül rahatlığıyla başuşağına havale etmiştir cinsel eğitimi? Mutfaktakilerin bu işleri bütün doğallığıyla yaşadıklarını mı düşünmüştür?

Stevens vaftiz oğlu görür ve:

-“Çok özür dilerim efendim. Ama size iletmem gereken bir şey var.”
-“Hay Allah gerçekten şaşırttın beni.”
-“Doğrudan konuya geleyim efendim. Bizden pek de uzakta olmayan şu kazları görüyorsunuz.
-“Kazlar mı? Şaşkın şaşkın çevresine bakındı. “Ah, evet. Doğru kaz bunlar.
-“Çiçekler ve çalılar da. Bu onları bütün görkemiyle görmek için yılın en uygun mevsimi değil aslında, ama takdir edersiniz ki efendim, baharın gelişiyle birlikte buralarda bir değişim göreceğiz -çok özel bir değişim.”

Cardinal bu diyalogdan ne anlar bilinmez ama konuşma yarım kalır, Stevens üzerine aldığı görevi yerine getirmek için birkaç beyhude girişimde daha bulunur. Her defasında diyaloglar Cardinal’i de okuru da şaşırtan bir saçmalığa bürünmektedir.

Bayan Kenton, o çatı altında bir aşk sözcüğü duymaktan ümidini kesmiş, karşısına çıkan bir talibin evlenme teklifini kabul etmiştir. Romanda müstakbel eşin sadece adını bilsek de Ivory filmde Tom Benn’i evin içine sokar, hatta Stevens ile karşı karşıya getirir. Tom Benn’de efendilerine sadakatten eser yoktur, yeni düzenin kokusunu almıştır, gazete ve tütün satan bir dükkan açmayı planlamaktadır. Ivory, soyluluk nutukları atan, şövalyece düşler gören her İngiliz’in karşısına yeni düzenin temsilcilerini yerleştirir. Lewis malikâneyi, Tom Benn de Bayan Kenton’ı alır.

Stevens o tekerleğin hep dönüp duracağını, Bayan Kenton’la önünde yıllarının olduğunu düşünür hep. Tarihin başka türlü akacağını hayal etmemiştir hiç. İngiltere’ye özgü bir "büyüklüğün" içindedir o. Onu Alfred Prufrock gibi eylemsiz, kararsız biri yapan da budur. Her ne kadar James Ivory, başuşakla kahya arasında hiç dile gelmemiş aşkın işaretlerini göstermek konusunda daha cömert davransa da Darlington malikânesinde aşk hiç dile getirilmemiştir.

Stevens seyahatinin altıncı gününde Bayan Kenton’la buluşur. Evet kötü giden bir evliliği vardır ama kocasından boşanmayacaktır. Üstelik bir torunu da olacaktır. Tanrı dünyayı altı günde yaratmıştır ama Stevens altı günde yeni bir dünya yaratamayacaktır. Kenton’dan duyduğu sözler de ömür boyu geçmeyecek bir yara olarak kalacaktır.

"Ama bu, arada sırada kendi kendinize, ‘Yaşamımı nasıl berbat ettim,’ diye düşündüğünüz zamanlar -son derece umutsuz zamanlar- olmuyor anlamına gelmez elbette. İşte o zaman yaşamış olabileceğiniz farklı bir yaşamı, daha güzel bir yaşamı düşünmeye başlıyorsunuz. Örneğin, sizinle yaşanmış olabilecek bir yaşamı düşünmeye başlıyorum Bay Stevens."

GÜNDEN KALAN NE?

Stevens, finalde kaderini yine tekerleğin öbeğinde yer alanların eline bırakmaya karar verir. Ne oldu, neden oldu ya da nasıl olmalıydı sorularının bir anlamı yoktur. Şimdi tekerleğin öbeğinde şakacı bir patron vardır, Stevens da patronu eve dönene kadar şaka yapmayı öğrenmek zorundadır. O da yeni düzene elini uzatmıştır, vakarın yerini şaka almıştır şimdi. Ivory’nin finalinde ise malikânenin salonuna davetsiz bir güvercin girer. Oradan oraya uçuşan kuş, Amerikalı zenginin maharetli elleriyle, açık pencereden doğaya salınır. Neyin işaretidir bu? Ivory son bir kez Amerika’nın demokratlığına ve özgürlükçülüğüne mi selam durmaktadır?

Her iki finalde de başuşak James Stevens’ın kaderi değişmez. O, 1956 yılında yine aynı şarkıyı söylemektedir:

“Cesaretim var mı
tedirgin etmeye evreni?”


1. T.S. Eliot, “J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı”, Çorak Ülke-Dört Kuartet ve Başka Şiirler, Çev. Suphi Aytimur. İstanbul: Adam Yayınları, 1990.
2. James Ivory, Günden Kalanlar, 1993.
3. Kazuo Ishiguro, Günden Kalanlar, Şebnem Susam, İstanbul: Turkuvaz, 2007.
4. Franco Moretti, Burjuva, çev. Eren Buğlalılar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2015.