Çiftçi-Sen Genel Başkanı Erdem: Enerji sahaları toprağı zehirliyor

Tarım arazilerinin enerji sahalarına dönüştürülmesinin tarımdaki çöküşü hızlandırdığını söyleyen Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, “Tarımda tahribatla birlikte tütüncülüğün bitirilmesiyle çiftçiler madenlerde, enerji santrallerinde çalışmaya başladı" dedi. Erdem, "Çözümün kendisi ekolojik köylü tarımına dönülmesi olmalı. Ekolojik köylü tarımı yapıyorsanız, temiz su ile toprağa ve bozulmamış ekolojik sisteme ihtiyaç var. Bu yoksa eğer, sağlıklı gıda üretme şansını kaybediyorsunuz. JES’lere, HES’lere, RES’lere karşı olmak durumundasınız" çağrısı yapıyor.

Google Haberlere Abone ol

Osman Çaklı

UŞAK - 2019 verilerine göre Türkiye, dünyada en çok jeotermal enerji üreten dördüncü ülke. Jeotermal enerji santrallerinin (JES) en fazla bulunduğu yer olan Ege Bölgesi’nde aktif jeotermal santrali 49 iken yenilerinin kurulması için de devam eden çalışmalar mevcut. Kurulması planlanan santraller ise ya tarım arazilerinde ya da arazilerdeki tarımsal faaliyetleri etkileyecek kadar yakınında.

Ege Bölgesi’nde yer alan Büyük Menderes Havzası’ndaki suyun yüzde 79’u tarımsal amaçlı kullanılıyor. Havza üzerinde kurulan JES’lerin halk ve çevre sağlığı yanı sıra tarım ve gıdaya verdiği zararlar, çiftçiler ve çevre örgütleri tarafından tartışılmaya devam ediyor. “Temiz enerji” olduğu söylense de yüzey sularına kimyasal salınım yapan şirketlere yönelik açılan davalarda, çevresel etkilerinden dolayı çalıştırılmasına izin verilmeyen JES’lerin olduğu biliniyor.

Ali Bülent Erdem

Bölgede JES’lerin tarım arazilerine kurulması ve sonuçları hakkında Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Ali Bülent Erdem’le konuştuk.

'SOMA'DA ÖLEN 301 MADENCİNİN ÇOĞU TÜTÜNCÜ ÇOCUĞUYDU'

Tarım arazileri üzerine kurulan enerji santrallerine neden karşı çıkıyorsunuz ve neyi talep ediyorsunuz?

Enerjiye dayalı kalkınma biçimini Türkiye 2002 yılından beri kabul etti. Bu dönem aynı zamanda madenlerin özelleştirilmeye, taşeronlaştırılmaya başlandığı süreç. 1999 ve 2001 yıllarında IMF ve Dünya Bankası’nın uyguladığı tarımda dönüşüm, tarımda yeniden yapılandırma projesi hayata geçirildi. Bir yandan tarım hızla tahrip edilirken, diğer yandan enerji şirketlerinin önü açılmaya başlandı. Çiftçi-Sen olarak tabi ki tarım arazilerinin enerji santrallerine açılmasına karşıyız. Tarımda yaşanan tahribatla birlikte bitirilen tütüncülüğün sonucunda çiftçiler madenlerde, enerji santrallerinde çalışmaya başladı.

Enerjiye dayalı değişimin en ağır olarak hissedildiği yerlerden biri olan Soma’da maden faciasında ölen 301 madencinin çoğu ya tütüncü ya da tütüncü çocuğuydu. Geçmişte tütün üreten çiftçilerin çocukları yer altında hayatlarını kaybetti.

Geçmişin çiftçileri, tarım arazileri tahrip edilince çaresiz kente göç etti. Kentlerde de en ağır işlerde çalışmaya başladı ve gıdaya muhtaç bir hale geldi. Evliya Çelebi bu bölge için ‘dağlarından yağ ovalarından bal akıyor’ diyor. Bugün tarım arazileri jeotermal enerji santrallerine kurban ediliyor. Enerjiye yönelik gelişmeler tarımdaki çözülüşü hızlandırıyor. Bu yüzden karşı çıkıyoruz ve ‘köylü haklarının’ uygulanması, temiz toprağa, temiz suya çiftçilerin erişim hakkının tanınmasını talep ediyoruz.

'JES’LER TEMİZ ENERJİ DEĞİL'

JES’ler için ‘temiz ve güvenilir enerji’ argümanı kullanılıyor. Ve enerji de bugün temel ihtiyaçlardan bir tanesi yani santraller hiç olmasın mı diyorsunuz? Bu konu da sizin fikirleriniz neler?

Hiçbir enerji temiz değildir. En fazla rüzgâr enerjisi için temiz deniyor. Onlar da kuşların göç yollarına kuruluyor ve oradaki doğal yaşam bozuluyor. Burada şunu sormak lazım: Kim için enerji?

Enerji, kalkınmanın ya da sanayileşmenin aracı olarak yapıldığı zaman bu kadar tahribata neden oluyor. Aslında problemin kendisi tartışılmalı bir nokta. Biz enerjinin demokratikleştirilmesini savunuyoruz. Enerjinin demokratikleşmesi, o bölgede bulunan insanların ihtiyaç duydukları enerji tercihini kendilerinin yapabilmesi ve enerjiye ulaşmasıdır. ‘Tarımla geçimini sağlayan insanların arazileri üzerinde enerji santrali yapıyoruz.’ Neden? Enerjiye ihtiyacımız var. Gıdanın kendisi aslında en büyük enerji. Bir bölgeyi olduğu gibi enerjiye feda etmenin kabul edilebilir olduğunu düşünmüyoruz. JES’ler temiz enerji olamaz. Şirketler reenjeksiyon yapmak yerine suyu kimyasallar ile kirletiyor. Bitkiler, ağaçlar zarar görüyor. Aydın’daki sorunları görüyoruz, Alaşehir keza öyle, Salihli’de aynı şeyleri yaşayacak. JES’ler bölgede tarım arazilerini zehirledi.

Enerji santralleri tarımı nasıl etkiledi?

Devamlı çok su, yoğun enerji ve kimyasal kullandırmak üzerine geliştirilen tarım tarzı var. Bunu yürütebilmek, daha fazla suya ihtiyaç duymakla mümkün. Problemin kendisi, hem suyu enerji olarak kullanmak istiyor, hem de çiftçilere daha fazla su tüketimini dayatıyor. Üretemez duruma gelen çiftçi, topraklarını terk etmeye başlıyor. Doğal kaynaklarımızı korumak zorundayız. Çiftçilerin de bazı süreçlere müdahil olup demokratik olarak su kullanımını kendilerinin yürütebiliyor olması lazım. Ancak Türkiye, bütün bu süreçlerin ortadan kaldırıldığı bir dönemi yaşıyor. Daha geniş arazilerde şirketlere yaptırılacak tarım biçimine geçilmeye çalışılıyor. Biz ısrarla karşı çıkıyoruz.

Son olarak Çiftçi-Sen tek başına problemi çözebilir mi? Mücadele perspektifinizden bahseder misiniz?

Ekolojistleri, çevrecileri, çiftçileri bir araya getirecek davranış olarak ‘gıda egemenliğini’ savunuyoruz. Her insanın gıdaya ulaşma hakkı var. Bu hak yerel kültüre ve tohuma uygun olmak zorunda. Tarımın şirketleşmesiyle birlikte nasıl üretip ne kadar tüketeceğimize de şirketler karar vermeye başladı. Gezegen buna dayanamıyor. Pandemi de buradan ortaya çıktı. Doğada bütün halde yaşayan hayvan, böcek, bitki ve insanların yapısı bozuluyor ve salgınlar meydana geliyor.

Çözümün kendisi ekolojik köylü tarımına dönülmesi olmalı. Ekolojik köylü tarımı yapıyorsanız, temiz su ile toprağa ve bozulmamış ekolojik sisteme ihtiyaç var. Bu yoksa eğer, sağlıklı gıda üretme şansını kaybediyorsunuz. JES’lere, HES’lere, RES’lere karşı olmak durumundasınız. Bu anlamda mücadeleyi güçlendirmek için birleştirmek gerekiyor. Ekolojik yapının bozulmasına karşı duranların, yaşam alanlarının yok edilmesine karşı çıkan göçerlerin vs. hepsinin birlikte mücadele etmesi ve kendi gıda sistemini tekrar kurması gerekir. Gıda egemenliğinden bunu anlıyoruz ve bunun mücadelesini yürütmeye çalışıyoruz. (DUVAR)