Yüksekdağ: Türkiye'yi kaç defa böldüklerinin çetelesini tutsunlar

Figen Yüksekdağ, 2016'da Şırnak'ın Cizre ilçesindeki bir binanın bodrum katında hayatını kaybeden Mehmet Tunç ve Orhan Tunç’un cenazesine katıldığı gerekçesiyle hazırlanan fezlekeye dair savunma yaptı. Yüksekdağ savunmasında sivillerin yaşamını kaybettiği olaylarda muhalefetin etkisiz kaldığının altını çizerek, iktidarın "Türkiye'yi böldürmeyiz" ifadelerine karşılık "Türkiye’yi kaç defa böldüklerinin çetelesini tutsunlar" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- HDP'nin önceki Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, hakkında hazırlanan 7 ayrı fezlekenin birleştirilmesiyle oluşturulan davanın 12'nci duruşmasında bugün savunma yaptı. Yüksekdağ, Şırnak'ın Cizre ilçesinde çatışmaların yaşandığı dönemde sivillerin yaşamının yitirdiğini hatırlattığı savunmasında iktidara seslenerek, "Türkiye'yi kaç defa böldüklerinin çetelesini tutsunlar" dedi. Yüksekdağ'ın bir sonraki duruşması 19 Temmuz'da görülecek.

Yüksekdağ'ın yaptığı savunmadan bazı satır başlıkları şöyle:

BU ÜLKEDE CENAZEYE KATILMAK HÂLÂ SUÇ: Bu fezleke 2016 yılındaki özyönetim davalarıyla ilgili Mehmet Tunç ve kardeşinin Şırnak’ta cenaze törenine katılmam hakkındadır. Bu ülkede hâlâ cenaze törenine katılmak suç olarak görülüyor. Bir cenazeye katılma hakkımızı kullanamıyoruz, katıldığımız da hakkımızda soruşturmalar başlıyor. Kendisine insan diyen herkesin cenazelere katılma hakkı vardır. Bizler ihtiyaç doğrultusunda siyaseten bunu yapan kişiler değiliz. Siyaset kurumunun görevini yerine getirmek gibi bir toplumsal zorunluluğumuz var. Bizler siyasetin bir kurumu olmamıza rağmen, devlet toplumun araçlarına, aygıtlarına el koyuyor. Bizler demokratik siyasetçiler olarak görevimiz olan yeni alanlar kurmak zorundayız.

Bugün cenazeye, taziyeye katılmak insani değerleri yerine getirmektir. Bir toplumda cenaze ayrımı yapılıyor, birinin camiye gitmesi caiz, diğerinin değilse bu sahtekarlıktır. Kimse bunun sonunu hesap edemez. Ahlaki norm kalmamış demektir. Bizler de siyasetçiler olarak bu ahlaki sorumlulukları bir araya getirmeye, ağır bedeli olsa da bunları yerine getirmeye çalışıyoruz. Siyasetçinin bir cenaze törenine katılması nasıl bir sorun teşkil ediyor? Devlet sen ne hakla bunu bir siyasi eylem olarak görüyorsun?

BU DOSYANIN HİÇBİR HAKLILIĞI YOK: Cizre’de abluka kalktıktan sonra her on metrede bir kontrol noktası var ve sen devlet olarak tüm kontrolü sağladığını iddia ediyorsun. Madem mayın, tuzak var neden 500’den fazla insanın mezarlığa girmesine izin verdin. O insanların can güvenliği sizin için önemli değil miydi? Tamamen yalandır. Bu soruların cevabı bizim canımız onların umurunda değil. Bu dosyanın hiçbir haklılığı, meşruluğu yoktur. Bu dosya hükümsüzdür.

Dava açılmış, hiçbir şey yok ortada. Konuşma yapıldı diyorsunuz, konuşma yok. Cenazede yasa dışı işler yapıldı diyorsunuz, bunun kaydı, belgesi yok. Siz bunu neye dayandırıyorsunuz? Emniyetin verdiği cevaplardan birisi şu, diyor ki: Biz kayıt yapamadık, bunları çekemedik. Orada ne konuşulduğunu aslında bilmiyoruz. Bize şöyle bir istihbarat geldi: Mezarlık alanının terör örgütü tarafından tuzaklama, mayınlama gibi operasyonlarla saldırı altında olduğunu duyduk. Biz o nedenle, güvenlik nedeniyle gitmedik oraya. Ben içler acısı buluyorum. “Bomba var dediler, tuzak var dediler o nedenle biz oraya gitmedik”. Madem bu kadar hakimsin, koskoca operasyonlar yaptın, asayişi sağladın, bir mezarlığa, üstelik bizim gibi savunmasız insanların girdiği mezarlığa nasıl giremedin? Bizi 5 tane, 10 tane kontrol noktasından geçiren emniyet mezarlığa giremiyor. Ama aynı ordu içerisinde birileri anlı şanlı... Bunlar gerçekten külliyen yalan. Kendileri zaten kayıt altına almıştı. Sorulması gereken birinci soru budur ve cevabını da verdim.

ONLAR KÜRT'TÜR ZATEN, MUHALEFETTİR, ÖLSÜNLER: Madem o kadar ciddi bir güvenlik riski vardı ey anlı şanlı güvenlik biriminin sorumlusu 500 insanı, ki 500’den fazla bir kısmı sonradan geldi, mezarlık içine ne için soktunuz? Alamayacağız deyin. Bu soruya bir cevap yok. Bu sorunun bir cevabı yok çünkü. Çıkıp “Onlar Kürt’tür zaten, muhalefettir, ölsünler” derler. Böyle düşünenler var, biliyorum. Çok dertleri değil. Oradaki insanların canını savunmak gibi bir dertleri yok. Bizim canımız umurlarında değil. Dosyayı zorlaya zorlaya kriminal hale getirmişler o ayrı bir mesele. Bu dosya hazırlanma şeklinin hiçbir haklılığı ve meşruiyeti yoktur. Görevsizlik, yetkisizlik verilmesi gereken usulsüz bir dosya.

İddianamede benim iki cümlem ve diğer arkadaşların konuşmalarından alıntılar var. Cenaze törenindeki bayraklar, pankartlar, sloganlar, Abdullah Öcalan’ın resmi açıldı deniliyor. Ölen şahısların resimleri açıldı deniliyor. Dediğim gibi iddianamede konuşmalar dışında dayandırılan noktalar bunlar. Terör örgütü üyesinin cenazesine katılmak, Abdullah Öcalan lehine atılan sloganlar… Bütün bunlar, ulaştıkları bütün bilgiler, altını çiziyorum basın yoluyla, el birliğiyle tekrar bulunmalıdır. İkincisi cenaze töreninde yaptığım konuşma kriminal bir olaymış gibi, bir suçmuş gibi sunuluyor. Bayraklar açılmış, pankartlar açılmış olabilir. Bayrak da açılır pankart da açılır, poster de açılır. Ben bir siyasetçiyim. Milyon tane yere gittim, milyon tane mitinge, konferansa gittim, konuşmalarda bulundum. Bu, bu kadar olağan bir şeyken benim siyasetçi kimliğimin doğal, yan unsurlarından birisiyken böyle bir suç unsuruyla karşılaştırılmış olması mantık dışı, akıl dışıdır. Uzun uzadıya tartışma ihtiyacı bile duymuyorum. Ama esas olarak benim konuşmamın burada suç sayılması inkarcı yaklaşımın çok açık bir ifadesidir.

TÜRKİYE'Yİ KAÇ DEFA BÖLDÜKLERİNİN ÇETELESİNİ TUTSUNLAR: Yapılan konuşmaları siyasi sorumlulukla yerine getirmişim. Siyasi içerikle yaptığım konuşmayı bu ülkede duymazdan gelemezsiniz. Bizler başta olmak üzere hiçbir siyasi güç, hiçbir siyasi dinamik bu gerçekten kaçamaz. Bu gerçekliği görmelisiniz artık. Kürt sorunu bu ülkede 500 yıldır devam ediyor. Türkiye’de Kürt sorunu diye bir sorun olmaya devam ettiği sürece, demokratik hak ve özgürlükler garanti altına alınmadığı müddetçe, demokratik hukuk devleti unvanına uyulmadığı müddetçe savaşmak hiçbir iktidara zafer getirmemiştir. Sözlerle savaşan hiçbir iktidar kazanmıyor. Bakın aynı şeyler tekrar tekrar yaşanıyor. Daha önce de sözlerle, kelimelerin anlamlarıyla savaşıldı. 500 yıl önce de sözlerle savaşıldı ama kazanılmadı. Kim sözlerle savaşarak kazandı? Hiç kimse! Zaferin olmadığı bir savaştan bahsediyorum. Sonuç yine aynı bakın geldiğimiz noktaya. Yapılacak en son şeyi en başta yapan ve yapılmaması gerekeni yapan siyasi iktidarlar yaşamıyor. Son siyasi iktidar da yine yapılmaması gerekeni, savaş ve zulüm siyasetini Türkiye’de hakim kılarak siyasetin önünü tıkamıştır ve bütün konuları içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir, bir düğümlenme yaşanmıştır.

O konuşmayı yaptığım süreç içerisinde Türkiye’de çok ağır bir trajedi gerçekleşiyordu. Ama en ağır gerçek de şuydu: Türkiye bölünmüştü. Hani diyorlar ya ‘Türkiye’yi böldüler, Türkiye’yi böldürmeyiz.’ Bu Türkiye’yi kaç defa böldüklerinin çetelesini tutsunlar… Bunları tarih de yazmaz. Türkiye’yi defalarca böldüler. 18 yıldır defalarca böldüler. 2016’da böldüler. Nasıl bir bölünme bu biliyor musunuz? Çok acı ve korkunç bir bölünmeydi. İnsanların yüreğinde, alnında, bilincinde, hafızasında çok derin yarıklar açacak bir bölünmeydi. Çok derin acılara ve sonuçlara yol açacak bir bölünmeydi.

BÜTÜN DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE KATLİAM YAŞANDI: Sadece Türkiye hukuku, Türkiye siyasi parlamentosu değil, bütün dünya açıkça işlenen bu suça seyirci kaldı. Bütün dünyanın gözü önünde bir katliam gerçekleştirildi. Şimdi beni bu sorunlar hiç yaşanmamış gibi katıldığım bir cenazeden yargılayan bir iktidar var karşımızda. Siyasi iktidar da polis de ordu da güvenlik birimleri de o bodrumdaki kişilerin sivil olduğunu biliyordu. Devlet kayıtlarında da, uluslararası kurumların raporlarında da kaç tane sivilin öldürüldüğü, kaç tane kadının, çocuğun, bebeğin öldürüldüğünün kayıtları mevcut. Bunları ne kadar saklayabilirsiniz? Ne kadar daha görmezden gelebilirsiniz? İnsanların tek suçu da Cizre’yi terk etmemeleri, Cizre’den çıkma şansına sahip olamamalarıdır.

SOYKIRIM TEŞEBBÜSÜYDÜ: Çok önemli bir aşamaya kadar halk kentlerini terk etmedi. Aynı zamanda güvenlik güçlerinin, siyasi iktidarın operasyonel yaklaşımına karşı da bir tepkiydi bu. Ablukanın öncesindeki süreçlerde de çok açık operasyonlar vardı. Halk şöyle düşünüyor, ki haksız değil, “Bunlar beni yurdumdan sürmek istiyor”, güvenmiyor. O zaman ben ne yapayım, yurdumu terk etmeyeyim diyor. Gerekirse oraya hapsolacağım ama gitmeyeceğim diyor. 90'larda gidenler çok olmuş ama terk etmeyen, oraya bağlılığını koruyan çok geniş bir kesim var. Terk etmeyeceğim diyor. Cizre halkının topraklarında kalma duygusu cezalandırılmıştır. Bu bir soykırım teşebbüsüdür. İnsanlar Kürt olmasından dolayı kendi topraklarında yaşamış olmasından dolayı bunlara maruz bırakılmıştır.

MUHALEFET GÜÇLÜ TAVIR ALAMADI: Siyasi iktidarın birinci avantajı şu; karşısında güçlü bir muhalefet oluşmadı. Muhalefet, siyasi iktidarın yıkıcı tavrı karşısında güçlü bir tavır alamadı. İkincisi; Türkiye’deki siyasi iktidar yeri geldiğinde desteklenmiştir. Hamaset yapmak söz konusu olduğunda, halka karşı işlenen suçlar söz konusu olduğunda, kritik süreçlerde bütün uluslararası güçler siyasi iktidarın arkasına dizilmiştir, AKP iktidarının hayatını kurtarmıştır. Ablukalar sürecinde yaşanan da budur. Bakın o süreç içerisinde AYM’ye başvuru yapıldı. AYM’den çıktı AİHM’e gitti. AYM’den sonra AİHM koridorlarında bekletildi. O süreç içerisinde güvenlik güçleri tarafından çıkışlarına izin verilmediği için içeride kalan insanlar milletvekillerimize ulaşıyordu. Bir masa kurmuştuk o zaman. İnsanların hayatlarını kurtarmaya çalışıyorsun, ablukaların kaldırılması için demokratik kitle eylemleri çağrısı yapıyorsun, bir yandan Meclis’i harekete geçirmeye çalışıyorsun.

SİVİLLER BOMBALANARAK ÖLDÜRÜLDÜ: Bizimle yapılan telefon bağlantılarında insanlar yardım istiyorlardı. Diyorlardı ki biz güvenli bir bölgeye geçmek istiyoruz. Biz İçişleri Bakanı ile Vali ile güvenlik güçlerinin sorumluları ile Başbakan ile konuştuk. Bize deniliyor ki, size ulaşan kişiler hangi noktada olduğunu bildirsin. Telefonu açan “şu noktadayım” diyerek bilgisini veriyor. Biz de bunları aktarıyoruz. Bunlar olduktan sonra aynı noktaya bomba atılıyor, keskin nişancı atışı yapılıyor. Yaklaşık 10 kişi böyle öldürüldü. Bu ne kadar korkunç ne kadar ağır bir şey tahmin edemezsiniz. Bunu yaşayanlar, bilenler dışında kimse bilemez.

YETKİLİLER CİZRE'YE GİRİŞİMİZE İZİN VERMEDİ: Yetkililer 4 gün boyunca girişlerimize izin vermedi. Orada temizlik yaptılar. Sonunda engellenmemiz kaldırıldığında bizimle birlikte yüzlerce insan akın akın oraya gitmeye çalıştı. İnsan kokusu, et kokusu vardı. Barikatların olmadığı mahallelere de girilmişti. Gasp olayları vardı. Başka mahalleleri de gezdik ve en son bodrumlara girme kararı aldık. Bazen sokakları bulamıyorduk sokaklar birbirine karışmıştı. O kadar korkunç bir manzara ki.

Biz sonra bodrumlara girmeye karar verdik. O da çok ağır bir aşamaydı. Zaten oralara normal biçimde giremiyorsunuz çok ağır kokudan dolayı. Yanık kokusu, ayrıca kimyasal madde kokusu. Önce kimyasal bomba atıldığı söyleniyordu ama bu gözleme dayalıydı. Daha sonra adli tıpçılar geldi ve kullanılan maddenin kimyasal olduğunu tespit ettiler. Bodruma bir çeşit kimyasal ve yanıcı madde atılmıştı. Kimyasal madde kullanılmıştı. O nedenle maskelerle girdik içeri. İçeriyi temizlemişlerdi ama tahribat, yıkım çok büyük olduğu için bütün delilleri ortadan kaldıramamışlardı. İnsan kemikleri vardı içeride. En acı olan tarafı da bu cenazeler içerisinde bir çocuğun, küçük yaşta bir çocuğun cenazesi vardı. Raporların içinde var. İnsan kemikleri, insan! (HABER MERKEZİ)