Ceren Damar'ın ölümü ya da akademisyenin çiğnenen onuru

Genç bir akademisyenin öldürülmesi hukuki ya da kriminolojik açıdan da değerlendirilebilir. Ancak olayı büyük resmin içine yerleştirmeden münferit bir vaka olarak göstermek içinde bulunduğumuz yapısal dinamikleri ve akademideki büyük çöküşü göz ardı etmek anlamına gelir.

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Ceren Damar, aynı fakültede 4. sınıf öğrencisi tarafından önce bıçaklanarak, üstüne silahla vurularak öldürüldü. İddiaya göre öğrenci kopya tartışması nedeniyle Ceren Damar’ı hedef almıştı. Ceren Damar’ın genç yaşında, her yönden aksaklıkları saymakla bitmeyecek akademik hayata katılmış olması bile tek başına kıymetlidir. Üstelik ülkemizde hukuk alanında çok daha az akademisyen yetiştiği göz önüne alındığında hukuk doktorası yapan bir akademisyenin kaybı çok daha ağırdır. Genç bir akademisyenin öldürülmesi hukuki ya da kriminolojik açıdan da değerlendirilebilir. Ancak olayı büyük resmin içine yerleştirmeden münferit bir vaka olarak göstermek içinde bulunduğumuz yapısal dinamikleri ve akademideki büyük çöküşü göz ardı etmek anlamına gelir.

HER YÖNDEN GÜVENCESİZ ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ

Araştırma görevlileri akademik hiyerarşinin en altında yer alır. 2547 sayılı kanunun 33. maddesine göre “Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma,

inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır.” Görev tanımlarının belirsizliği nedeniyle çalıştıkları üniversitelerde her türlü işe koşulur, idari personelin yapacağı işleri yapar, yasal olmadığı halde hocalarının derslerine girer, danışmanlık işlerini yürütür, yeri geldiğinde kurumsal kültürün teamüllerine uygun olarak daha fazlasını da yapar. Araştırma görevlileri öğrencilerle en fazla karşı karşıya kalan kişilerdir. Üniversitelerin sürekli artırılan kontenjanları ve buna karşılık sürekli kısıtlanan kadro sayıları göz önüne alındığında araştırma görevlileri sistemin yükünü en fazla taşıyan kesimdir.

Böyle bir ortamda üç tür güvencesizlikten söz etmek gerekir. İlk olarak yaptıkları belirsiz miktardaki iş yüküne karşılık aldıkları sabit ücret, gelir güvencesizliğini göstermektedir. Bu, belki de en önemsizidir. İkinci olarak, daimi kadroların kaldırılması ve araştırma görevlilerinin yalnızca öğrencilik süreleri boyunca istihdam edilmeleri anlamına gelen 50/d kadroları araştırma görevlilerinin mezuniyet sonrasında hiçbir iş güvencesine sahip olmadıkları anlamına gelir. Son olarak, Ceren Damar örneğinde olduğu gibi, sıklıkla öğrencilerin tehditlerine baskılarına ve fiziksel olmasa da sözlü saldırılarına maruz kalan genç akademisyenler güvenli bir çalışma ortamından da yoksundur. Uyarılara rağmen, ders notlarını sıranın altında tutan, üstelik sınav sorusunun cevabını içeren sayfayı açan öğrenci sınav salonunda çıkarken elini masaya vurup “Bu iş burada bitmeyecek.” diyerek tehdit savurabilir. Sınav süresi bittiğinde kağıdını vermek istemeyen öğrenci araştırma görevlisinin üstüne yürür, sıraları devirir, güvenlik tarafından zorla çıkarılır. Kopya çeken, intihal yapan öğrenci disiplin cezasıyla karşı karşıya kaldığında araya hatırlı kişileri sokarak iş halletmeye, baskı kurmaya çalışır. Bunlar tek bir kaynaktan gelen örnekler, oysa bütün Türkiye’de bu sorunların yüzlercesini gözlemlemek mümkündür.

MÜŞTERİ ÖĞRENCİLER, SATILIK DİPLOMALAR

Öğrenciyi gerek araştırma görevlisi gerekse öğretim üyeleri karşısında bu kadar güçlü kılan hem ekonomik hem de politik olarak devlet denetimindeki yüksek öğretim sisteminin bilimi bir amaçtan çok bir araç olarak görmesidir. Devlet gerek yeni üniversiteler açarak gerekse mevcut üniversitelerin kontenjanlarını artırarak genç nüfusun daha büyük bir kesiminin üniversite eğitimine ulaşmasını sağlıyor. Ancak bunu yaparken eğitimin standardının düşmesine, içinin boşaltılmasına, akademisyenlerin sömürülmesine de göz yumuyor. Öğrenci bilimsel temeli zayıf olmasına rağmen üniversiteye girmeyi başarınca ne yaparsa yapsın o diplomayı hak ettiğinden emin olarak başlıyor akademik hayatına. Böyle olunca öğrenci akademisyeni alanında uzman, ayrıcalıklı bir bilgiye sahip, nitelikli ve saygın biri olarak görmüyor. Bunu sadece çatışmacı örneklerden anlamıyoruz. Örneğin lisans öğrencileri “Akademik kariyer yapmak, üniversitede kalmak istiyorum.” dediklerinde, birkaç cümle sonra akademisyenler hakkındaki algılarının ders vermek, sınavlara girmekten ibaret olduğunu, uygulamalı bir araştırmanın nasıl yapıldığı, yayın baskısı ve kadro sıkıntısı konusunda en ufak bir fikirlerinin olmadığını görüyoruz.

SANSÜR, OTOSANSÜR, İHBAR TEHDİDİ

Birçok üniversite hem akreditasyon süreçleri için hem de öğretim üyelerini daha etkin bir biçimde izleyebilmek için çeşitli performans göstergeleri kullanıyor. Bu performans göstergelerinden biri de öğrencilerin ders değerlendirmeleri. Öğrenci dönemin sonunda yanıtladığı bir anket ile öğretim üyelerinin ders anlatmasını, sınav sistemini ve diğer ölçme-değerlendirme araçlarını, öğrenciyle kurduğu ilişkinin pedagojik olup olmadığını değerlendiriyor. Özellikle vakıf üniversitelerinde öğrenci değerlendirmeleri öğretim üyelerine karşı bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Oysa çoğu zaman öğrencilerin temel motivasyonu bilimsel bilgiye değil nota ulaşmak oluyor. Benzer bir biçimde öğrenciler sırf fikirleri uyuşmadığı için öğretim üyelerini CİMER veya başka birimlere şikâyet ediyor, politik konumu bilimsel düşüncenin önüne koyuyor. Çoğu zaman öğretim üyeleri ders anlatırken otosansür uyguluyor, öğrenciyle fikir alışverişinde bulunmaktan kaçınıyor.

Bilim şüphecidir, bilgi değişkendir. Bilim insanın asıl görevi yalnızca cevap vermek değil, aynı zamanda soru sormaktır. Çünkü ancak sorular sorarak yeni bir bilgiyi arayabilir. Sorgulama özgürlüğünün olmadığı yerde, sansürün ve muhbirliğin zihinsel etkinliklerimizi bir kafes gibi hapsettiği bir yerde ne kendimiz düşünebiliriz ne de yeni nesillerin düşünme pratiklerinin gelişmesine yardımcı olabiliriz.

DAHA GÜVENLİ, DAHA ETKİN BİR ÜNİVERSİTE, HEMEN ŞİMDİ!

Ceren Damar, doktorasını bitirme şansı olsaydı, Türkiye’de merkezi bir önem taşıyan ve çok ihtiyaç duyulan İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku alanında uzmanlaşmış olacaktı. Ceren Damar gibi hayatının en verimli çağını akademiye adayan tüm genç bilim insanlarının iş güvencesine, gelir güvencesine ve yaşam hakkının korunmasına yönelik iyileştirmeler yükseköğretimden sorumlu birimlerin en acil gündem konusudur. Bilimin gelişmesi ancak ve ancak bilim emekçilerinin üretimini destekleyecek kurumsal çerçeveyle ve altyapı yatırımlarıyla mümkündür.

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü