Alacakaranlık: Devlet eliyle suikast!

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki konsoloslukta kaybolması geçmişte yapılan büyük siyasi suikastları akla getirdi. İşte 'muhalif'lere yönelik 'alacakaranlık' suikastlerden bazıları...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki konsoloslukta kaybolması geçmişte yapılan büyük siyasi suikastları akla getirdi. Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi konsolosluğuna girip bir daha çıkmaması üzerine yapılan araştırmalar ve Türk yetkililerin yaptığı açıklamalar Kaşıkçı'nın büyük ihtimalle öldürüldüğüne işaret ediyor. Kaşıkçı’nın biyografisine baktığımızda Suud krallığındaki iktidar çatışmasında 'taraf' olduğunu görüyoruz. Bir önceki kralın danışmanı olarak yeni kralın Yemen savaşı başta olmak üzere bir çok uygulamasına karşı çıktığını biliyoruz. Bütün bunlar anlaşıldığı kadarı ile Suudi gazetecinin 'yok edilmesi gerekli muhalif' için yeterli görülmüş.

Dünya tarihinde devletlerle arası bozulan 'muhalif'lere yönelik, eleştirdikleri yada karşı çıktıkları bir çok cinayet ve suikast teşebbüsü var. Bu suikastlerde bombadan, kurşuna kadar birçok silah kullanıldı. Ancak 'favori' silah hep 'zehir' oldu. Ve bir diğer ortak özellikleri de suçlanan iktidarların suikastleri asla ama asla üstlenmemek konusunda gösterdikleri 'irade'...

İşte yakın tarihin hafızalarda kalan en önemli suikastları…

TROÇKİ BİR BUZ BALTASI İLE ÖLDÜRÜLDÜ

Troçki

Ekim devriminin en önemli siyasi kişiliklerinden ve Kızıl Ordu’nun kurucusu sayılan Leon Troçki devrim sonrası siyasi iktidar mücadelesinde yenik düşüp önce Türkiye’ye sürgüne gönderilmişti. Bu siyasi sürgünde Troçki’nin son gittiği ülke Meksika’ydı. Troçki “Sovyet hükümetinin ve Stalin’in kendisine bir suikast düzenleyeceğini” iddia ediyordu. Bu nedenle Meksico şehrinin dışında bulunan şatoyu andıran bir evde kalıyordu. Evin duvarları yükseltilmiş ve etrafında silahlı nöbetçiler bulunuyordu. Troçki bu evde 25 Mayıs 1940’da bir gece yarısı silahlı bir saldırıya uğradı. Meksika polisi kılığında gelen bir grup eve girmeyi başarıp bulunduğu odayı silahlarla taradılar. Troçki bombalı ve makineli tüfekli bu saldırıdan kurtuldu. Ancak üç ay sonra saldırı bu sefer 'içeriden' ve hiç ummadığı bir yerden geldi.

Yakın sekreterlerinden Sylvia Agelof’un nişanlısı Frank Jackson eve girmeyi başarmıştı. Sylvia Agelof ve Jackson iki yıldır nişanlıydı. Bu ziyaretlerden birinde Jackson yazdığı bir makaleyi Troçki’ye göstermek istediğini söyleyerek onunla birlikte çalışma odasında yalnız kalmayı becerdi. Troçki makaleyi okurken yağmurluğunun altına gizlediği ve dağcıların kullandığı bir buz baltası ile hızla başına vurdu. Troçki ikinci darbeyi engelleyerek dışarı kaçmayı başardı. Korumaları Jackson’u etkisiz hale getirirken hastaneye kaldırıldı. Ancak başına aldığı darbe sonucu hayatını kaybetti. “Frank Jackson” takma adını kullanan katilin isminin bu olmadığı tespit edilmişti. Ancak gerçek ismi uzun yıllar öğrenilemedi. 1950 yılında Meksikalı bir kriminolog onun parmak izleri ile İspanya polisinin elinde bulunan bir parmak izini karşılaştırdı: Jackson’un gerçek ismi 'Ramon Marcader'di. Marcader cinayetten yirmi yıl sonra 1960 yılında serbest kalarak önce Küba’ya oradan da 'Sovyetler Birliği kahramanı' ilan edildiği Rusya’ya gitti. 1978 yılında Moskova’da hayatını kaybetti. Cinayet konusunda bir daha hiç konuşmadı.

İRAN KÜRTLERİNİN LİDERİ KASIMLO CİNAYETİ

Kasımlo

İran Kürtlerinin lideri Dr. Abdurrahman Kasımlo İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin 1973’den beri genel sekreterliğini yürütüyordu. 17 Yaşında Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin doğuşuna tanıklık etmiş Molla Mustafa Barzani ile yakın ilişkileri olan çok saygın bir politikacıydı. İran devrimi öncesi ve sonrasında partinin İran Kürtleri arasında önemli bir desteği bulunuyordu. Kasımlo devrim öncesi Humeyni ile Paris’te görüşmüş dini lider Kürt meselesinin “İslam kardeşliği” ile çözüleceğini söylemişti. Aynı Humeyni, Kasımlo cinayetinden altı ay önce onu 'devrimin bir numaralı düşmanı' ilan etmişti. Devrim sonrası İslamcı iktidarın ilk saldırdığı partilerden birisi İKDP olmuştu. Kasımlo ve diğer liderler Avrupa'ya kaçmıştı. Ancak İslamcı iktidar Kasımlo ile tekrar görüşmek istemişti. Bu nedenle İran hükümetinin temsilcileri ile Kasımlo arasında Viyana’da bir görüşme ayarlanmıştı. 12 Temmuz 1989 yılında Kasımlo ve İran hükümeti temsilcileri arasında ilk görüşme gerçekleşti. Linken Bahngasse Caddesi 5 numaralı evde yapılan ikinci görüşmede İran temsilcileri Dr. Abdurrahman Kasımlo ve İKDP Avrupa sorumlusu Abdullah Kadiri kısa mesafeden başlarına sıkılan kurşunlarla öldürüldüler. Olay, özellikle Avusturya hükümeti ile İran arasında ciddi bir diplomatik krize neden oldu. Savcılar uzun yıllar suikastin peşini bırakmadı. Yıllar sonra Avusturyalı savcılardan birisi daha sonra İran Cumhurbaşkanı olan Ahmedinejad’ın Avusturyalı bir silah kaçakçısından cinayette kullanılan silahları alan kişi olduğunu iddia edecekti.

SOĞUK SAVAŞIN GİZEMLİ SUİKASTI

Markov

Soğuk savaşın hâlâ bütün hızıyla sürdüğü 1978 yılında Bulgar muhalif yazar Georgi İvanov Markov Londra’da Waterloo Köprüsü’ndeki otobüs durağına doğru yürümeye başlamıştı. Buradan Bulgarca haber spikeri olarak çalıştığı BBC binasına otobüsle gidecekti. 7 Eylül 1978 yılında kapalı Londra havasında otobüsü beklerken bir anda sağ bacağında bir sızı hissetti. Yanından elinde şemsiyesi ile kırk yaşlarında iri yarı bir adamın geçtiğini gördü. Sızıyı önemsemedi. BBC’deki işine gitti. Beş altı saat sonra kendini biraz halsiz hissetmeye başladı. Evine gidip dinlenmeye çalıştı. Ancak ateşi yükseldi ağrıları arttı. Bunun üzerine hastaneye kaldırıldı. Markov 1969 yılında Bulgaristan’daki rejimi eleştiren bir tiyatro oyunu yazdığı için ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. BBC’de zaman, zaman rejimi eleştiren konuşmalar yapıyordu. Hastaneye yatan Georgi Markov’un durumu giderek kötüleşti ve hayatını kaybetti. Doktorlar son saatlerinde kan kusmaya başlayan bu hastanın tıraş olurken yüzünü kestiğini ve bu yüzden bir mikrop kaptığını düşündüler.

Ancak otopside bir doktor sağ baldırındaki yarayı gördü. Bunu keserek polisin kriminal laboratuarına gönderdi. Doku parçalarını incelemekle görevlendirilen iki uzmanın alanları ise biyolojik ve kimyasal silahlardı. İki uzman yaptıkları araştırmada iki mm capında bir bilye buldu. Önce buna bir anlam veremediler. Bilyede 1.52 mm çapında birbirini kesen iki kanal vardı. İçine bir tuz tanesi ancak konabilirdi. Sonunda Markov’un 'risin' ile zehirlendiği sonucuna vardılar. Ancak risin o zamanın teknolojisi ile tespit edilemedi. Suikasttan birkaç hafta sonra Markov’un ölümünü öğrenen ve Fransa’da yaşayan Vladimir Kostov adlı muhalif bir Bulgar yazar Scotland Yard’a başvurdu. Birkaç hafta önce metro istasyonundan çıkarken sırtında bir sızı hissettiğini, elinde şemsiye ile birinin uzaklaştığını gördüğünü söyledi. Markov ile aynı belirtileri hissetmiş ancak ağrıları birkaç gün sonra geçmişti. Gittiği doktor sırtındaki kızarıklığa bakarak 'arı ısırması' sonucuna varmıştı. Kostov’un sırtı hemen incelendi. Sırtından aynı bilye çıkartıldı. Onun şansı, içine risin konmuş iki milimetreyi bulmayan bilyenin, yağlı bir bölgeye isabet etmesiydi. Kostov’un şişman vücudundaki yağ, zehrin bulunduğu kanalları tıkamış ve zehir akmamıştı.

Bulgaristan’da Jivkov rejiminin yıkılmasından sonra içişleri bakanlığındaki bir odanın şemsiyeler ile dolu olduğu ortaya çıkacaktı. Hepsinde de Markov cinayetinde kullanılan bilyeleri atan düzenek vardı.

2. DÜNYA SAVAŞI'NIN ORTASINDA ANKARA'DA BÜYÜK SUİKAST

Franz Von Papen

Franz Von Papen 2. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra Almanya’nın Ankara büyükelçisi idi ancak 'normal' bir büyükelçinin ötesinde bazı özelliklere sahipti...

1942 yılının soğuk Şubat ayında Von Papen evi ile Büyükelçilik binası arasındaki mesafenin kısalığı nedeniyle eşiyle birlikte yürüyerek elçiliğe gidiyordu. Saat on sıralarında önce bir silah sesi sonra büyük bir patlama ile birlikte yere yığıldı. Von Papen patlamanın ardından tekrar ayağa kalktı. Karısı ve kendisi olayı küçük sıyrıklarla atlatmıştı.

Von Papen Alman siyasetinde bir büyükelçinin çok ötesinde roller oynamış güçlü bir kişilikti. Aşırı sağcı Katolik Merkez Partisi’nde uzun yıllar politika yapmış, milletvekili seçilmiş ve Hitler iktidara gelmeden önce altı ay kadar Almanya başbakanlığı yapmış bir isimdi. Hitler’i iktidara taşıyanlardan birisi sayılıyordu. Türkiye’yi yakından tanıyordu. Çünkü 1. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda görevliyken, Filistin cephesindeki Osmanlı ordusundaki önemli Alman komutanlardan biriydi.

Polis ilk önce bombayı atmak üzereyken elinde patlayan Ömer Tokat adlı İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisini tespit etti. Tokat bombanın patlaması ile birlikte parçalanmıştı. Üniversiteden Abdurrahman Sayman ve Süleyman Sav adlı iki arkadaşına ulaşıldı. Bu kişiler tutuklanınca Sovyet konsolosluğu ile ilişkilerinin olduğu tespit edildi. Onların ifadesine göre Pavlov ve Kornilov adlı iki Rus diplomat kendileri ile 'ilgilenmiş' silah ve bomba eğitimi vermişlerdi. Hemen Sovyet konsolosluğu abluka altına alınıp iki Rus’un teslim edilmesi istendi. Sovyetler Birliği konsolosu diplomatik dokunulmazlık ilkesini ileri sürerek bu kişileri teslim etmek istemedi. Ancak Türk hükümeti iki diplomatın 'konsolosluk binası dışında bir olaya katıldıklarını' ileri sürerek daha ağır önlemler ile tehdit etti. Bunun sonucunda bu iki kişi teslim edildi.

Ortaya çıkan bilgilere göre Ömer Tokat elindeki silahla Papen’i öldürecek, kaçışta kendisini gizlemek için bombayı patlatacaktı. İddiaya göre ona bombanın bir 'sis bombası' olduğu söylenmişti. Oysa patlama ile birlikte Ömer Tokat’dan geriye sadece et parçaları kalmıştı. Kimliği ise ele geçen bir kumaş parçası sonucunda tespit edilebilmişti. Papen’in öldürülmesinden sonra geride hiç tanık bırakılmaması hedeflenmişti. Ancak bilinmeyen bir nedenle bomba erken patlamıştı. Yargılamalar sonucunda iki Rus 20 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın bitiminde Almanya’nın ağır yenilgisi ile birlikte Sovyetlere teslim edildiler. Papen ise savaştan sonra Almanya’da Nürnberg mahkemelerinde yargılandı. Sekiz yıl hapis yattıktan sonra serbest kaldı.

KUZEY KORE LİDERİNİN 'ŞANSSIZ' KARDEŞİ

Kim Jong-Nam

2017 yılının Şubat ayında Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’dan Çin’in Makau şehrine uçmak isteyen Kim Jong-Nam adlı kişi havaalanında bir anda yere yığılmıştı. Hastaneye kaldırılırken hayatını kaybeden bu kişinin Kuzey Kore lideri Kim Jong İl’in oğlu ve iktidardaki Kim Jong Un’un kardeşi olduğunun öğrenilmesi olayı politik bir sorun haline getirdi. Güvenlik kameraları incelendiğinde bir kadının elindeki bez parçasını Kim Jong Nam’ın yüzüne kapattığı görüldü. Malezya polisi Kim’in kitle imha silahı kapsamında olan 'VX sinir gazı' yüzünden hayatını kaybettiğini açıkladı.

Kim Jong Nam babası Kim Jong İl’den sonra yerine geçecek kişi olarak görülüyordu. Ancak Japonya’ya sahte pasaportla girerken yakalanmıştı. Kuzey Kore’den Japonya’ya girme sebebi ise 'Disneyland’ı gezmek' istemesiydi. Bu skandaldan sonra Kuzey Kore’de gözden düşmüş ve ailesini alarak ülkeden kaçmıştı. Kuzey Kore’de reformlar yapılmasını isteyen Kim Jong Nam’ın kardeşi tarafından öldürülmek istendiği iddia ediliyordu. Malezya polisi görüntülerdeki iki kadını yakalamayı başardı. Bu kişilerin yakalanmasının ardından onları yönlendirmekle suçlanan bir Kuzey Kore vatandaşı da yakalandı. Güney Kore hükümeti ise yaptığı açıklamada cinayeti Kuzey Kore istihbaratının gerçekleştirdiğini iddia etti.