Ankara Üniversitesinde e-posta soruşturması

Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'nün hakkında açtığı soruşturmaya karşı, akademik özgürlükler, özerklik gibi akademik değerleri içeren bir savunma yaptı.

Google Haberlere Abone ol

Nurettin Öztatar

ANKARA - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden Barış Ünlü, hakkında açılan soruşturma nedeniyle ifade verdi. Sayı ve tarih verilmeden gönderilen soruşturma evrakında, Ünlü’nün üniversite yönetimi ve YÖK Başkanına yönelik ifadeleri nedeniyle soruşturma açıldığı belirtiliyor.

Yrd. Doç. Dr. R. Barış Ünlü, Ankara Üniversitesi akademik ve idari personelinin e-posta ve iletişim ortamı olan Ank-Club’a 21.10.2016 tarihinde bir e-posta gönderdi. E-postada, yer alan “Bu nedenle de üniversite yönetimleri, üniversiter hayatı bitirmek kararına suç ortaklığı yapabilecek nitelikte insanlarla doluyor” şeklindeki sözleri, “Üniversite yönetimine yönelik ifadeler” olarak soruşturmaya konu oldu.

Aynı e-postadaki “Gördüğümüz gibi, ancak en eğitimsiz insanlara hitap edebilecek bu sıradan ve niteliksiz düşünce (‘hem devletten para alacaksın hem de devleti eleştireceksin, yok öyle’ mantığının biraz dikkatli söylenmiş bir hali) bugün bu ülkenin genelini ve ülkenin en nitelikli kurumları olması beklenen üniversiteleri yönetiyor” şeklindeki sözleri ise “Yükseköğretim Kurulu Başkanını hedef alan ifadeler” olanak nitelendirilmiş.

SUÇLAMA BELLİ DEĞİL

Yrd. Doç. Dr. R. Barış Ünlü bugün (16.11.2016) yaptığı savunmasında kendisine yönelik suçlamanın ne olduğunun açık olmadığına dikkat çekerek, yaptığının bazı bilimsel öngörü ve tespitlerde bulunmak olduğunu belirtti. Ünlü, söz konusu öngörü ve tespitlerinin de sonradan doğru çıktığını hatırlattı.

“Bir cümlede özetlemeye çalıştığım bu politikalar, kelimenin geniş felsefi anlamıyla ve hatta -eğer yargı bağımsız olsaydı- kelimenin dar hukuki anlamıyla bir suçtur. Çünkü bu politikalar sonucunda üniversiter hayatın üç temel sütunu olan idari özerklik, akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü neredeyse yok edilmiştir” diyen Yrd. Doç. Dr. Ünlü, savunmasında Ankara Üniversitesi’nin özellikle Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne yönelik baskılarından örnekler verdi.

Son 4 yılda, SBF öğretim elemanlarına ezici çoğunluğu fikirlerinden ve demeçlerinden dolayı olmak üzere 60’dan fazla soruşturma açıldığını belirten Yrd. Doç. Dr. Ünlü, “Hakkında soruşturma yürütülen öğretim elemanlarına yurtdışı görevlendirme izinleri Mayıs 2016’dan bu yana verilmemektedir” dedi.

Yrd. Doç. Dr. R. Barış Ünlü’nün savunmasının bazı bölümler şöyle:

“İlk olarak, suçlamanın tam olarak ne olduğunun açık olmadığını belirtmek istiyorum. “… yönelik ifadeler” ve “… hedef alan ifadeler” kullandığım söyleniyor. Bir kişi ve gruba yönelik ifadelerin veya bir kişiyi sözle “hedef alma”nın kendi içinde bir suç olmadığı açıktır. Fakat tahmin edebildiğim kadarıyla, bu bir “hakaret soruşturması”dır, yani belli kişilere hakaret ettiğim iddia edilmektedir. Bu iddia bütünüyle temelsizdir. Bahsi geçen e-posta’da kimseye hakaret etmedim. Yaptığım şey -sonradan doğru çıkan- bazı bilimsel öngörülerde ve bilimsel tespitlerde bulunmaktı. Başka bir deyişle, bazı hakikatleri dile getirdim. Aşağıda anlattığım gibi, hakikati hakaret olarak görmek ve öyle algılamak, sorumluluk almamanın ve suçu başkasına atmanın kullanışlı yöntemlerinden biridir.

'ÜNİVERSİTER HAYATI BİTİRMEK SUÇU'

“Üniversitemiz yönetimine yönelik ifadeler”le başlarsam, buradaki temel kavram “suç ortaklığı”dır. Yani ortada bir suç olduğu iddia edilmekte, o suçun da “üniversiter hayatı bitirmek” olduğu belirtilmektedir. Üniversiter hayattan kastettiğim, üniversiteyi evrensel anlamda bir bilim kurumu yapan üç temel sütundur: İdari özerklik, akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü. Bugün bu temel sütunlar, Dünya’nın en saygın ve önde gelen bilim kurumlarının ve genel olarak Dünya akademik kamuoyunun defalarca belirttiği gibi, Türkiye’de siyasal iktidarın ağır bir saldırısı altındadır.

'KISMİ ÖZERKLİK TÜMÜYLE YİTİRİLDİ'

Bir cümlede özetlemeğe çalıştığım bu politikalar, kelimenin geniş felsefi anlamıyla ve hatta -eğer yargı bağımsız olsaydı- kelimenin dar hukuki anlamıyla bir suçtur. Çünkü bu politikalar sonucunda üniversiter hayatın üç temel sütunu olan idari özerklik, akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü neredeyse yok edilmiştir. Örneğin, işsiz kalan veya baskılardan bunalan yüzlerce öğretim elemanı özgürce bilimsel faaliyetlerde bulunabilecekleri Batı ülkelerine göç etmiş, Türkiye’de kalanlar siyasal iktidarı ve üniversite yönetimlerini eleştiren ifadelerden sakınmaya başlamış hatta bunları kamusal alanda ifade edemez olmuş, siyasal iktidarı rahatsız edebilecek konulardaki konferanslar üniversite bünyesinde düzenlenemez olmuş, siyasal iktidarın üniversitelere yönelik politikasını eleştiren hiçbir öğretim elemanı üniversitelerde yönetici olamaz hale gelmiştir. Ayrıca YÖK siyasal iktidara, üniversiteler YÖK’e, fakülteler de üniversitelere karşı sahip oldukları kısmi özerkliklerini tümüyle yitirmiştir. Tabii üniversite özerkliğini bitirmeye yönelik bu politikalar, bağımsız yargı ve medyayı da baskı altına alan daha genel bir ifade özgürlüğü ve kurumsal bağımsızlık sorununun bir parçasıdır.

'SBF'DE 60'IN ÜZERİNDE SORUŞTURMA AÇILDI'

Bugün Ankara Üniversitesi üniversiteler üzerindeki yoğun baskının önde gelen bir uygulayıcısıdır. Burada sadece mensubu bulunduğum Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden bazı örnekler vereceğim: Son 4 yılda, SBF öğretim elemanlarına ezici çoğunluğu fikirlerinden ve demeçlerinden dolayı olmak üzere 60’dan (soruşturma açılanlardan ikisi, Dekanlıkları dönemindeki eylem ve demeçleri nedeniyle, SBF’nin eski Dekanlarıdır) fazla soruşturma açılmıştır. Hakkında soruşturma yürütülen öğretim elemanlarına yurtdışı görevlendirme izinleri Mayıs 2016’dan bu yana verilmemektedir. Haklarında soruşturma yürütülen 5 öğretim elemanı büyük ihtimalle Ankara Üniversitesi’nin verdiği bir liste yüzünden KHK’yla memuriyetten çıkarılmıştır. SBF bünyesindeki Siyaset Bilimi, İnsan Hakları ve Afrika Çalışmaları gibi yüksek lisans programlarına öğrenci alımı durdurulmuştur. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi, SBF’nin ilgili kurumlarının ve öğretim elamanlarının fikri sorulmadan ve bunların isteği hilafına, SBF’den bir üstyazıyla alınmıştır. Emniyet güçleri kampüse Rektörlük izniyle defalarca girmiş ve öğretim elemanlarını itip kakmış, gözaltına almış ve onlara hakaret etmiştir. Sadece birkaç örneğini verdiğim bu uygulamalar, bu ülkenin en eski yükseköğretim kurumlarından biri olan Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin özerklik kültürüne ve akademik özgürlük kültürüne indirilmiş ağır darbelerdir.

Nitekim soruşturma konusu olan e-posta’da, rektörlük seçimlerinin kaldırılmasına rektör ve senatör olarak kalmak isteyen ve rektör ve senatör olmak isteyen hiç kimsenin karşı çıkmayacağını söylemiştim ve öyle de oldu. Sözkonusu e-posta, YÖK resmi internet sitesinde “Türk Yükseköğretim tarihinde ‘ilk kez’ üniversitelerin akademik yılı açılış töreni Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da teşrifleriyle YÖK himayesinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlendi” diye duyurulan 18 Ekim 2016 tarihli törende Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşma bağlamında yazılmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuşmasında, mevcut rektörlük seçimlerinin bir sorun haline geldiğini çünkü üniversitelerdeki hizipleşmeleri, gruplaşmaları, kırgınlıkları artırdığını söyledi. Bu toplantıya üniversite rektörlerinin bildiğim kadarıyla tümü katılmıştır. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç da bir gün sonra verdiği demeçte, YÖK’ün Kurucu Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın da rektörlük seçimlerine karşı olduğunu ve bunda ne kadar haklı olduğunu zamanın gösterdiğini belirtmiştir. Ayrıca Prof. Saraç “Cumhurbaşkanımızın o sözleri pek çoğu rektör ve senato üyesi olan o salonda büyük bir alkış ve destek buldu.” demiştir.

'MODERN DEVLET KİMSENİN MÜLKÜ DEĞİLDİR'

YÖK Başkanı’nı “hedef alan” ifadelerim ise YÖK Başkanı’nın yukarıda değindiğim demecindeki şu sözleriyle ilgilidir: “Öncelikle şunu kabul edelim; devlet üniversitelerine rektör atamalarından söz ediyoruz. Devlet üniversitelerimizin devasa bütçelerini fonlayan bir yapı var, o da devlet. Devletin, fonladığı üniversitelere yönetici atanmasıyla ilgili yetkisinin büyük ölçüde kısıtlanması tasvip edilecek bir husus değil. Yani fonlayanın, fonladığı kurumun üst yöneticisini de hesap verebilirlik temelinde ataması doğrudur diye düşünüyorum.” Bu görüş, modern devlet, hukuk ve özgürlükler anlayışına, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesindeki “Türkiye Cumhuriyeti … demokratik, laik, sosyal bir hukuk Devletidir” ibaresine tümüyle terstir.

Modern devlet kimsenin mülkü olmadığı gibi, devlet harcamaları da devletin bir lütfu değil, bir görevidir. Devlet çeşitli şekillerde kurumlara ve bireylere kaynak aktarırken bunu “kendi cebinden” değil, vatandaşlardan topladığı vergilerle yapmaktadır. Dolayısıyla devlet kaynak aktardığı bireylerin özgürlüğüne ve kurumların özerkliğine müdahale edemez. Vatandaşlardan topladığı vergileri yeniden dağıtırken, bu yeniden dağıtımı bir cezalandırma ve yola getirme aracı olarak kullanamaz. Bunu böyle kullanmaya çalışırsa ve bu mantıklı bir yöntem olarak sunulursa, örneğin bir hastaya “ben sana hastanelerde bakıyorum, sen beni eleştiremezsin” ya da bir emekliye “çalışmadığın halde benden para alıyorsun, bir de beni eleştiriyorsun” de denebilir. Açıktır ki bu, modern hukuk, sosyal devlet ve birey özgürlüğü anlayışlarına bütünüyle terstir ve -potansiyel olarak- faşizan bir yapılanmaya katkı sunabilecek ve o yapıyı meşrulaştıracak bir mantıktır. Nitekim bu mantık, modern-öncesi devletlerde görünen, ülkeyi sultanın mülkü, devleti ve tebayı ise sarayın bir uzantısı olarak gören patrimonyal devlet anlayışına denk düşmektedir. Bugün Türkiye’de bu patrimonyal düşüncenin ülkeyi ve üniversiteleri yönettiğini söylemek için sanırım yeterince kanıt vardır. Kaldı ki yönetmiyor olsa bile, yönetiyor olduğunu söylemek hakaret olarak kabul edilemez. Bu bir düşünce ve eleştiridir. AİHM kararlarına göre, kanaat özgürlüğü ifade özgürlüğünün önemli unsurlarından biridir.

'SUÇ OLUŞUP OLUŞMADIĞINA BAĞIMSIZ KURUMLAR DEĞERLENDİREBİLİR'

Son olarak, e-posta’da dile getirdiğim ve burada açmaya çalıştığım düşüncelerim nedeniyle soruşturma açılmasının dahi, Türkiye’de üniversite özerkliği ve üniversitelerde ifade özgürlüğü olmadığının yeni bir kanıtı olarak görüyorum. Üniversite özerkliğinin ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir yerde ise, bir akademisyene ifadeleri nedeniyle açılan bir soruşturmanın adil bir şekilde yürütülmesi beklenemez. Bu, olası bir cezanın hakaret ettiğim iddia edilen üniversite yönetimi tarafından verilecek olması nedeniyle özellikle böyledir. Mağdur olduğunu iddia eden bir kişinin veya grubun kendilerini mağdur ettiğini düşündükleri kişiye ceza vermesi modern hukuk anlayışı açısından kabul edilemezdir. Suçun oluşup oluşmadığını ancak bağımsız kurumlar değerlendirebilir. Dolayısıyla siz Sayın Soruşturmacı’nın bu soruşturmayı cezasızlık önerisiyle sonlandırmasını saygılarımla talep ediyorum.

R. Barış Ünlü

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü”