Mete Tunçay: Ak Parti iktidarı 30 yılı bulabilir

Prof. Mete Tunçay Ak Parti iktidarının iktidar süresinin 30 yıla kadar uzayabileceğini bunun da 'cumhuriyetin başlangıcında halka dayatılan Kemalist lailklik'ten kaynaklandığını söyledi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Prof. Dr. Mete Tunçay, Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'e verdiği röportajda Ak Parti iktidarının iktidarda kaldığı süre kadar daha iktidar olmaya devam edebileceğini söyledi. Türkiye'deki laik-dindar gerilime ilişkin de açıklamalar yapan Tunçay, Ak Parti iktidarının devamının da esas olarak bu gerilim üzerinden devam ettiğini savundu. Tunçay'a yöneltilen soru ve yanıtlarından bazıları şöyle:

- 2016 yılını yarılamış Türkiye’nin siyasi bir fotoğrafını çekseniz....

Kaç senedir iktidarda AKP? 14 oldu. Daha böyle gidecek gibi görünüyor. Türkiye’de iktidar meselesi olduğu kadar, belki ondan daha önemli bir muhalefet meselesi var. Halk Partisi’nin içinde iyi niyetli insanlar olmakla birlikte onların görünür bir gelecekte iktidar olacağı falan yok. Bunun sebeplerini belki erken Cumhuriyet yıllarında aramak lazım. O zaman Türkiye’de halka zorlanan laikçi siyaset öyle bir tepki yaratmış ki onun dalgaları bizi bugünlere taşıdı. Bunun üstesinden gelinemez. Ben kendim dindar bir insan değilim, tam tersine dinlerin zararlı şeyler olduklarını düşünüyorum. Benim Kemalist laiklikle ilgili itirazım halkta yarattığı tepki duygusu. İşte o tepki duygusu AKP’yi iktidara getirdi, daha uzun süre de iktidarda tutacak gibi görünüyor.

- Bugün AK Parti’yi hâlâ iktidarda tutan sadece o tepki olabilir mi?

Esas geliş bu diye düşünüyorum. Yoksa ekonomide yapılan bazı şeyler, Türkiye’nin milli gelirinin yükselmesi, yurtdışındaki servetlerin yasallaştırılıp getirilmesi gibi şeyler de var. Bunlar hep katkıda bulunuyor ama asıl taşıyan dalganın bu tepki olduğunu düşünüyorum.

- Bir mağduriyet üzerinden iktidara gelmiş olma durumunu çok uzun süre tartıştık. 14 senenin ardından devletin tüm kurumlarına mutlak olarak hâkim olmuş bir AK Partihâlâ mağduriyet konuşabilecek bir parti midir?

Ama hâlâ konuşuyorlar. Hâlâ ‘Tek parti döneminde camilerimizi ahır yaptılar’ gibi laflar ediliyor.

- Eskiden ‘Bizim iktidara gelmemiz ya da iktidarda kalmamız dini hassasiyetlerimiz nedeniyle engellendi’ denildiği zaman bunun sahada bir karşılığı vardı.

Bugün bu konuşulmasa da herkesin bilinçaltında hâlâ bunun olduğunu sanıyorum. Bunun açık açık konuşulması gerekmiyor.

- Toplumsal bellek geçmişi sıfırlamıyor diyorsunuz.

Evet.

- Biraz önce şöyle bir ifade kullandınız: ‘Türkiye’de halka zorlanan laikçi siyaset öyle bir tepki yaratmış ki onun dalgaları bizi bugünlere taşıdı. Bunun üstesinden gelinemez’. Bunu AK Parti’nin o tepki üzerinden siyaset yapıp başarılı olmasının önüne geçilemez manasında mı söylüyorsunuz?

Evet, öyle gözüküyor.

- Sizin gibi başta AK Parti’ye kredi açan ve attıkları adımları -özellikle askeri vesayetin geriletilmesi noktasındakileri– Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli aşama gören aydınlar açısından değişen paradigmayı nasıl tarif edersiniz?

Bu ülke ne de olsa bir imparatorluğun mirasçısı. Buradaki insanlar Osmanlı İmparatorluğu zamanında çok dinli, çok dilli, çok etnisiteli bir toplumun tabanıydı. O hassasiyet sürüyorsa, o duygular sürüyorsa bu demokrasiye geçişte bir artı olabilir. Ama şimdiye kadar bu pek ortaya çıkmadı. Türkiye’de bir ilkel Afrika devletinde olduğu gibi tepki gösterilmez çünkü biz alışığız. Bizim Rum’umuz da, Bulgar’ımız da, Ermeni’miz de Yahudi’miz de hep olmuştu, biz bunları taşımaya alışıktık. Bu, demokrasiye geçişte de bir karşılıklı hoşgörü yaratabilir diye umuyorduk. Hâlâ bu umut devam ediyor olabilir tabii ama ben daha karamsar hissediyorum.

- Hangi tarihe göre daha karamsar hissediyorsunuz?

Herhalde 10 yıl önce, AKP’nin böyle 30 yıllığına iktidarda kalacağını düşünmüyordum. Ama şimdi öyle geliyor ki bugüne kadar iktidarda kaldığı süre kadar daha kalabilir. Her ne kadar bir partiden çok bir tek adam halini aldıysa da....

- Sizin bir akademisyen olarak tek partili döneme ilişkin detaylı çalışmalarınızdan ilhamla sormak isterim. Bugün Türkiye siyasetinde tek adam durumundan bahsediyorsanız eğer o halde bir asırda yaşanan iniş çıkışlar adeta bir paranteze alınmış gibi mi? Bugün tek fark halkın onayı mı?

Tek partide halkın onayı var tabii.

- Ama o zaman CHP’nin bir alternatifi yoktu. Haklı olarak bugün AK Parti ‘Ben seçenekler arasından tercih ediliyorum’ diyor. Milli irade kavramı AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi dilinin belkemiği. Burada demokrasi açısından nasıl bir açmaz var?

Tabii çok sağlam analiz yapmak mümkün değil ama daha çok bazı anekdotlar bana ilginç geliyor. Mesela bir şapka ayaklanması var. Aslında şapkadan başka bir şey giymemeyi âdet edinmenin kanunda 3 aya kadar hapis cezası gibi bir müeyyidesi vardır. Ama şapka nedeniyle insanlar asılmıştır. Bu şapka nedeniyle değil, buna karşı çıkanların hepsi TBMM’nin meşruiyetine başkaldırıyorlar diye ihanet-i vatandan asıldılar. Böyle bir ayaklanma da Lazlar arasında oluyor ve laflar çıkarıyorlar. Halkımız ayaklandı, dindar paşalarımız iktidarı aldılar, İsmet İnönü öldürüldü, Mustafa Kemal yaralı hastanede. Bu bana her zaman dokundu. Her şeyi kurguluyorsun, iktidarı basıyorsun, başvekili öldürüyorsun ama yine de Mustafa Kemal’i öldürmeye gönlü razı olmuyor asinin. Mustafa Kemal gerçekten sevilen bir lider. Durup dururken tek parti diktatörlüğünü icat eden ve uygulayan bir insan değil. Bir dalganın üzerinde geliyor.

- O toplumsal dalgayı taşıyan ana unsur nedir?

Abdülhamid’in Yunan seferinden beri ilk defa bir varlık göstermiş, ondan önce herkesten yenilgi görmüş bir ülkeye bir kahraman figürü çok iyi geliyor. O da tabii kullanıyor onu. Bugün çocuklar ‘Gazi’ sıfatının kanunla verilmesinin önemini idrak etmiyorlar. ‘Gazi’ sadece kendi döneminde zafer kazanmış padişahlara ve istisnai olarak da bazı komutanlara verilen bir sıfattır. Benim çocukluğumda kuyumcuya gidip de ‘Gazi altını’ isterseniz size ‘Abdülhamid altını’ verirlerdi, çünkü üzerinde ‘El Gazi’ yazar. ‘Gazi’nin Mustafa Kemal ile özdeşleştirilmesi böyle bir geleneğe dayanıyor. AKP’nin ve Tayyip Bey’in onunla karşılaştırılmasına dikkat etmek lazım. Tayyip Bey büyük bir itinayla İsmet Paşa’ya adamakıllı çatıyor ama Gazi Mustafa Kemal’e hiçbir zaman karşı çıkmaya yanaşmıyor. Atatürk dememeye de özen gösteriyor, Osmanlı’daki kodlarla konuşuyor.

- Tayyip Erdoğan 2014’te Cumhurbaşkanı seçildiğinde Anıtkabir’deki deftere dikkat çeken bir yazı yazmıştı. ‘Ölümünüzün ardından cumhur ile cumhurbaşkanlığı arasındaki irtibat zayıfladı’ şeklinde bir ifade kullanmıştı. Atatürk’ü Cumhuriyet’in sonraki yıllarından ayıran bir ton kullanmıştı. Neden böyle bir söylem tercih ediyor sizce?

Hâlâ orada bir ağırlık olduğunu hissediyor, bence doğru olarak. Çünkü buraya dokulunca, ‘Gazilik falan laftır, o din düşmanı bir adamdır’ falan demesi lazım ki bu kabul edilebilecek bir şey değil. Türkiye’nin genel psikolojisinde kaldırılabilecek bir şey değil.

- Siz Atatürk’ün din konusundaki tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

Yabancı gazetecilerle falan konuşurken ‘Ben bütün dinlere karşıyım’ diyor. Dinin bir aldatmaca olduğunu düşünüyor. Arkadaşlarımla bazen tartışıyoruz. Ben onun ate olmayıp, ‘Bir yaradan vardır’a inandığını düşünüyorum. İsimler yanıltıcıdır, dinler yanlış aramalardır ama yine de bir yaradan vardır. Bu agnostiklikten daha öte bir şey, deizm. Atatürk’ün ateist değil, deist olduğunu düşünüyorum.

İnsan benim yaşıma gelince birtakım gözlemler yapmadan edemiyor. Mesela ben 40-50 yıl önce devlet büyüklerinin cumaya gitmeleri gibi bir şeyi düşünemezdim. Şimdi neredeyse gitmemek mümkün değil devlet büyükleri için. Böyle toplu iftarlar falan... Askerler bile camilere şehit cenazesi vesilesiyle topluca geliyorlar, topluca bayram namazı kılıyorlar. Bunlar düşünülebilecek şeyler değildi. Yasak mıydı yoksa bunu yapmaya lüzum mu görmüyorlardı?

- Siyaset bilimci şapkanızla yanıtlayın lütfen. Böyle bir şeye lüzum var mı peki... Dini inançların siyasal hayatın ana hattında olmasına?

Valla 19. yüzyılda bütün dünyada bu işin sonu geldi diye düşünülüyordu. Din denen efsaneler ortadan kalkacak, eli kulağında deniyordu. İşte Marx’lar, Darwin’ler falan. Ama 20. yüzyıla gelindiğinde büyük dünya savaşlarının ardından ne olduysa bütün dünyada bir dine sarılma yaşandı. Tabii Türkiye’de de yaşandı. Tabii Türkiye’deki İslamiyet’i, İslam dünyası öyle fazla ciddiye almamıştır. Bizim hilafetimiz öyle her tarafta alkışlanan bir şey değildi. Türkiye’nin İslamiyet’e bakışı fazla liberal bulunurdu. IŞİD Müslümanlığı Osmanlı tarihinde hiçbir zaman yoktu. Bugün bazı İslamcıların gerçekleştirmek istedikleri şey eskiyi diriltmek değil, yeni bir şey icat etmek.

- Türkiye kontekstindeki İslamcıları mı kastediyorsunuz?

Evet Türkiye kontekstindekileri söylüyorum. Ama ben Türkiye’de büyük kitlelerde Arap gibi Müslüman olma hasreti olduğunu sanmıyorum. Öte yandan mesela Suudi Arabistan’ın bakışı her zaman bizi öteleyen bir bakış oldu çünkü onlar bize asırlardır hilafeti gasp etmiş millet olarak bakıyor.

RÖPORTAJIN TAMAMI