Cheney'nin eski danışmanı: Erdoğan gibi bir sorunu nasıl çözersiniz?

ABD yönetiminin eski üst düzey yetkililerinden John Hannah, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Amerikan çıkarlarını tehdit ettiğini savundu. Hannah, Foreign Policy'de yayımlanan makalesinde "Erdoğan sorunu giderek kötüleşiyor, metastas yapıyor" ifadesini kullandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - ABD'nin saygın dergilerinden Foreign Policy'de, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkında tartışma yaratacak bir makale yayınlandı. "Erdoğan gibi bir sorunu nasıl çözersiniz?" başlıklı makalenin yazarı, George W. Bush yönetiminde sekiz yıl boyu görev yapan John Hannah. Eski başkan yardımcılarından Dick Cheney'nin ulusal güvenlik danışmanlığını da yapan Hannah, 'Erdoğan'ın Türkiye'yi uçurumun kenarına sürüklediğini' savundu.

Yeni muhafazakarların ideologlarından biri olan Hannah, Erdoğan'ın 'emperyal başkanlık' hedefine ulaşmak için ülke içinde demokrasi ve hukukun üstünlüğünü yerle bir ettiğini, ülke dışında da 'Sünni cihatçıları desteklediğini' öne sürdü. Eski yetkili, "Hesaplaşma günü er geç gelecek" ifadesini kullanıp, ABD'nin İncirlik Üssü'nü başka bir ülkeye taşımayı düşünmesi gerektiğini de savundu. Makalenin geniş özeti şöyle:

DESPOTLUK, TERÖR, İÇ SAVAŞ

"Houston, bir sorunumuz var. Ciddi bir sorun. Türkiye, yavaş yavaş ama önlenemez bir biçimde uçurumun kenarına doğru gidiyor. İşaretler gerçekten de kötü. Despotluk. Terörizm. İç savaş. Ufukta, 'başarısız devlet' ve 'zorla bölünme' gibi senaryolar beliriyor. Amerikalı politikacıların, her ne kadar tercih etmeseler de, şu soruyla nihayet boğuşmak zorunda kalacakları gün yaklaşıyor olabilir: Ciddi biçimde yoldan çıkan bir NATO müttefikiyle ne yapılır?

YENİ SULTAN YÜZDE 100 BİAT İSTİYOR

Türkiye'nin, tek adam yönetimine doğru rahatsız edici ve görünüşe göre geri döndürülemez yönelimi hızla devam ediyor ve daha da hızlanıyor olabilir. Erdoğan beş hafta önce Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun istifasını istedi. Davutoğlu'nun günahı neydi? Kovulmasını ve küçük düşürülmesini haklı çıkaracak ne kötülük yapmıştı? Görünüşe göre, Erdoğan'a yeterince yalakalık yapmamak dışında hiçbir günahı yoktu! Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan çalışma arkadaşım Aykan Erdemir'in işaret ettiği gibi, Davutoğlu'nun iki yıl boyunca Erdoğan'ın gündeminin yüzde 90'ına bir köle gibi boyun eğmesi artık yeterli bulunmuyordu. Artık sadece, yeni Sultan'a yüzde 100 oranında biat kabul görüyor.

EMPERYAL BAŞKANLIK, MEŞRUİYET ARAYIŞI

Erdoğan açısından en kabul edilemez şey şuydu: Davutoğlu, Erdoğan'ın parlamenter sistemi icracı, daha doğrusu emperyal bir başkanlık lehine değiştirecek bir anayasayı, tehlikeli biçimde kutuplaşmış bir toplumun boğazına tıkma yönündeki saplantılı arzusu konusunda yeterince istekli değildi. Böylesi bir yeni rol, Erdoğan'ın mutlak gücü eline almasına ve ordu, yargı, medya, özel sektör, sivil toplum gibi totaliter dürtülerini denetlemeye kalkışacak her önemli kuruma yönelik sistematik, anayasa dışı ve yıllara yayılan saldırısına sonradan meşruiyet kazandıracaktı. Erdoğan AKP'ye, Davutoğlu'nun yerine kendisinin elleriyle seçtiği halefini yerleştirme emri verdi. Önemli bir ülkede iktidarı neredeyse 15 yıldır elinde bulunduran bir siyasi partinin, böyle bir kararı bir miktar tartışma, hatta rekabet içinde alması beklenirdi.

LENİN AKP'YLE GURUR DUYARDI

Ama öyle olmadı. Bunun yerine, Erdoğan'ın 1000 odalı sarayından AKP lideri ve Türkiye'nin yeni başbakanı olarak Davutoğlu'nun yerine sadece ve sadece Binali Yıldırım'ın geçeceği emri geldi. Yıldırım on yıllardır Erdoğan'ın en yakın çevresi içinde yer alıyor; onun her istediğini yapacak kadar sadık. 1400'den fazla AKP delegesi de, Lenin'i gururlandıracak bir parti disiplini sergileyerek 'reis'leri Erdoğan'a övgü ve biat şarkıları söyleyerek oy birliğiyle Erdoğan'ın seçilmiş adayı için oy verdiler. Yıldırım da kendi adına, Erdoğan'ın iktidar arzusu için bir araç olmanın ötesine geçmeyeceğini açıkça anlattı.

GÜNEYDOĞU İÇ SAVAŞA GÖMÜLÜYOR

Yıldırım, Erdoğan'ın öteki talihsiz macerasını, yani Türkiye'nin PKK'ye yönelik topyekun savaşını da sorgusuz sualsiz destekleyeceğini vurguladı. Ülkenin güneydoğusunda çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı kent ve kasabalarında yeniden başlayan ihtilaf, zaman zaman 1990'lardaki PKK isyanının en kötü günlerinde yaşananları bile aşan bir yıkıma yol açtı. Geçmiştekin aksine, çatışmanın bu son raundunun merkezi dağlarda değil kentlerde. Türkiye'nin PKK'yle ihtilafı, daha genel bir Türk-Kürt çatışmasına dönüşme riskini her zamankinden fazla taşıyor. Yaşananlar giderek sınırlı bir terörle mücadele operasyonundan ziyade iç savaşı andırıyor.

BÜTÜN BİR KÜRT NESLİ RADİKALLEŞTİRİLİYOR

Erdoğan'ın 2013'te PKK'yle ateşkes yönündeki vaadi ortadan kaybolalı çok oldu; bu vaat, belirsiz bir barış sürecinden ziyade Kürt terörüne karşı milliyetçi hissiyatı harekete geçirmenin Erdoğan'ın despot hırslarını ilerletmek konusunda daha güvenilir bir yol olduğunun ortaya çıkması sınrası çöpe atıldı. Fakat Erdoğan'ın kısa vadeli kazanımı için Türkiye'nin uzun vadede ödeyeceği bedel gerçekten de çok ağır olabilir. Bu bedel sadece kaybedilen hayatlar ve zarar gören mallar olmayacaktır; ülkenin güneydoğusunda bütün bir Kürt nesli giderek daha fazla radikalleşecek ve Türkiye devletinin bir parçası olarak kalmakta bir gelecek görmeyeceklerdir.

ERDOĞAN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ TEHDİT EDİYOR

Türkiye'nin demografik eğilimlerine baktığımızda, tehlikenin daha da büyük olduğunu görüyoruz. Kürtler zaten nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini oluşturuyor. Bazı tahminlere göre, bir nesil sonra Türkiye'de askerlik yaşındaki nüfusun yarısından fazla Kürtçe konuşulan evlerde yaşıyor olabilir. Erdoğan bugün etnik nefret ve Kürt milliyetçiliğini alevlendirme politikaları için fazla mesai yaptıkça, Türkiye'nin uzun vadedeki coğrafi bütünlüğünü de tehdit ediyor. Bölünme hayaletinin bu nedenle büyümesi kesin görünüyor.

PYD'YLE UZLAŞABİLİRDİ

Bu tehdit, komşu Suriye'deki iç savaş ve Türkiye'nin güney sınırında, PKK'nin Suriye kolu PYD ile milisi olan YPG'nin kendi kendisini yöneten bir Kürt bölgesi kurmasıyla güçlendi. Erdoğan iki yıl önce, Irak Kürdistanı'na başarılı biçimde el uzatma politikasına ve PKK'yle barış sürecine paralel bir biçimde, bölgedeki Kürt uyanışını etki altına almak, şekillendirmek ve nihayetinde uysallaştırmak yönünde daha genel bir stratejiye PYD'yi de dahil etmeye çalışabilirdi. Erdoğan bunun yerine, IŞİD dahil bütün Sünni cihatçıların her davranışına müsamaha göstermek anlamına gelse bile, Suriyeli Kürtlerin yükselişini ezilip geçilmesi gereken ölümcül bir tehdit olarak yorumlamayı tercih etti.

KOBANİ AÇIKLAMALARI FACİA YARATTI

Bu politikanın Türkiye için stratejik bir faciaya yol açtığını söylemeye gerek bile yok. Erdoğan'ın 2014 sonunda IŞİD'in Kobani'de Kürt sivilleri katletmesine hazır görünmesi, milyonlarca Türkiyeli Kürdü kendisinden uzaklaştırdı. Bu tavrı aynı zamanda, ABD'yle ilişkilerde de ciddi bir gedik açılmasına yol açtı. Zira ABD, Erdoğan'ın itirazlarına rağmen YPG'nin Kobani'yi savunmasına ve IŞİD'i ağır yenilgiye uğratmasına yardım etti. O günden bu yana, ABD'nin YPG'yle askeri işbirliği düzenli olarak derinleşti; YPG Washington'ın Suriye'deki IŞİD'le sahada savaşta en etkili ve güvenilir ortağı haline geldi. Örgütün Erdoğan'ın giderek tizleşen protestosuna rağmen hem savaş sahasında hem de ABD'yle ilişkilerde elde ettiği başarı, Türkiye-Suriye sınırının her iki tarafındaki Kürtlerin hırslarını kaçınılmaz olarak ateşledi.

IŞİD POLİTİKASI TURİZMİ VURDU

Bu arada, Türkiye'nin IŞİD'le savaşmada pek de başarılı olmayan sicili dönüp dolaşıp ülkenin başına bela oldu. Türkiye geçen sene, örgüte verilen desteği keserek IŞİD karşıtı koalisyonun tam anlamıyla arkasında yer alması için giderek artan bir baskı altında kalırken, IŞİD de öc almak için Türk kentlerinde kanlı saldırılar düzenledi. Bu katliamlar, PKK'nın bir kolunun güneydoğudaki savaşın yeniden başlaması sonrası gerçekleştirdiği saldırılarla üst üste geldi. Bir dizi cephede artan bir tehlike ve istikrarsızlık hissiyatı, Türkiye'nin hayati önemdeki turizm sektörüne zarar veriyor. Bu da, giderek sallantılı hale gelen ekonomiyi tehdit ediyor.

GEORGE ORWELL'İ HATIRLATIYOR

Türkiye'nin düşüş grafiğine yol açan unsurlar bunlarla da sınırlı değil. Erdoğan kısa süre önce, HDP'li vekillerin PKK'yle sahip oldukları iddia edilen bağlar nedeniyle yargılanmasının önünü açmak için vekillerin dokunulmazlığını kaldıran bir yasayı zorla kabul ettirdi. Bu vekiller, gazeteci, akademisyen, sivil toplum aktivistleri gibi Türkiye'nin Kürtlere yönelik politikalarını ve Suriye'deki savaşı sorguladıkları için terörü desteklemekle suçlanan bir dizi insanın yer aldığı uzun listeye katılacak. Durum esasında George Orwell'i daha da fazla hatırlatıyor: Neredeyse 2 bin kişi, Erdoğan'a hakaret etmekle suçlandı. Bunu sindirmek için biraz vakte ihtiyaç var...

DESPOTLUĞU WASHINGTON'A TAŞIDI

Şimdi de, marttaki ABD gezisinde Erdoğan'ın korumalarını Washington sokaklarında, kendisinin yaptığı bir konuşmayı barışçıl biçimde protesto etmek isteyen insanların üzerlerine saldığı sahneleri hatırlayın. Dahası aynı adamlar, Erdoğan'a eleştirel yaklaştıkları bilinen ve davetliler arasında yer alan Türkiyeli gazetecileri de zor kullanarak dışarı atmaya çalıştı. Dikkatli düşünüldüğünde gerçekten de sıradışı bir durumla karşı karşıyayız: Kendisinin artan despotluğunu, dünyanın en önemli demokrasi ve ifade özgürlüğü savunucusunun kalbine götürmekte hiçbir beis görmeyen bir yabancı liderin kibri... Bu bir uyarı işareti olmalı, değil mi?

AB'YE BİLE ŞANTAJ YAPIYOR

ABD'nin çıkarlarını daha acil biçimde tehdit eden unsurlar ise şöyle: Türkiye'nin IŞİD konusunda hiç de mükemmel olmayan sicili, El Kaide'nin kolu El Nusra Cephesi gibi Suriye'de savaşan diğer Sünni cihatçı gruplara verilen daha da faal destekle birleşmiş durumda. Bu arada, Filistinli terör örgütü Hamas'ın bir dizi yetkilisi İstanbul'da güven içinde yaşamanın keyfini sürüyor. Ve Erdoğan, AB'ye şantaj olarak Türkiye'den bir sığınmacı akışını manipüle etme tehdidini küstahça savuruyor.

OBAMA DA 'UYANDI'

Amerikalı yetkililer de Erdoğan'ın Türkiye'siyle ortaya çıkmakta olan felaketin farkına varmaya başladı. ABD Başkanı Barack Obama, geçen yaz IŞİD'in Irak ve Suriye'de halifelik ilan etmesinin ardından Türkiye'nin sınır kontrollerini artırması gerektiğini söylemişti. 60 yıldan uzun süredir NATO müttefiki olan bir ülkenin niçin ABD liderliğindeki savaşa gerekli olan desteği vermediği meselesi üzerine kafa yormak ise başkalarına kalmıştı... Obama iki ay önce The Atlantic dergisiyle yaptığı kapsamlı söyleşide çok daha açık konuşmuştu. Söyleşiyi gerçekleştiren Jeffrey Goldberg şöyle yazmıştı: “Obama Erdoğan'ı başlarda hatalı bir biçimde, Doğu'yla Batı arasındaki bölünmeyi giderebilecek türden ılımlı bir Müslüman lider olarak gördüğünü teslim etti. Şimdi onu bir başarısızlık, muazzam büyüklükteki ordusunu Suriye'ye istikrar götürmek için kullanmayı reddeden bir otoriter olarak görüyor.

TERÖRÜ KÖRÜKLÜYOR

Obama söylediği kadarıyla tabii ki haklı. Erdoğan bir başarısızlık örneği. Fakat aynı zamanda Amerikan çıkarlarına karşı giderek büyüyen bir tehdit de teşkil ediyor. Politikalarının NATO'nun hayati bir üyesi olan Türkiye'nin refahını ve istikrarını tehlikeye attığı ortada. Fakat bu politikalar aynı zamanda Türkiye'nin sınırlarının dışında, Suriye ve Ortadoğu'nun yanı sıra giderek artan biçimde Avrupa'da aşırılıkçılığı ve terörü körüklüyor. NATO'nun güney sınırında güvenilir bir güvenlik ve istikrar siperi olması gereken ülke, hızla ittifakın demokratik değerlerine ve daha önemlisi, çıkarlarına karşı önemli bir risk faktörü haline geliyor.

ESKİ DOSTLARINI KÜÇÜK DÜŞÜRDÜ

Bu konuda ne yapılabileceği ise daha da zorlu bir soru. Erdoğan'ın Türkiye siyasetinin mutlak hakimi olduğu göz önünde bulundurulursa, sorunun büyük kısmını bizzat onun oluşturduğu da görülebilir. Sahneden çıkması veya daha ölçülü davranması halinde, birçok şey iyi yönde değişecektir. Fakat bu iki senaryo da muhtemel görünmüyor. Yıllar boyu, AKP'nin daha sorumlu liderlerinden bazılarının 'Artık yeter' deyip partiyi böleceği ve Erdoğan'ın hızla ilerleyen otoriterliğini baypas etmek için hakiki bir merkez sağ parti kuracağına dair spekülasyonlar yapıldı. Fakat Abdullah Gül'den Bülent Arınç ve Davutoğlu'na kadar bir dizi bağımsız kişilik birbiri ardına kapının önüne konuldu ve Erdoğan tarafından küçük düşürüldü.

YENİ BİR GEZİ DURDURABİLİR

Erdoğan'ın gidişatını sekteye uğratabilecek bir dizi başka gelişme daha yaşanabilir ancak hepsi düşük ihtimal taşıyor. 2013'te hükümetini sallayan Gezi Parkı eylemleri gibi kitlesel bir protesto hareketinin patlak vermesi, emperyal bir başkanlığa doğru aceleci adımları teoride durdurabilir. Bir tür askeri darbe olasılığı da, özellikle Erdoğan'ın artan despotluğu ve mevcut anayasayı ihlal etmesi göz önünde bulundurulduğunda, tamamen ortadan kalkmış değil. Teoride, Türkiye'nin durumunun kötüleşmeye devam etmesi, terör ve siyasi bölünmenin artması, geleneksel Batılı ortaklarla ilişkilerin bozulması halinde, ordunun Türkiye'yi İslamcı bir diktatörlük rotasından ve başarısız bir devlet haline gelmekten 'kurtarmak' için Erdoğan'a sırt çevirmesi olasılık dışı değil.

RIZA SARRAF AĞZINDAKİ BAKLAYI ÇIKARABİLİR

Şu an çok uzak görünen bir diğer ihtimal de şu: Aralık 2013'te AKP'yi ve hatta bizzat Erdoğan'ı zan altında bırakan devasa yolsuzluk skandalının yeniden gün yüzüne çıkması. Erdoğan kendisi, ailesi ve AKP'deki bazı en yakın kafadarları aleyhindeki davaları, Türkiye'nin adalet sistemini neredeyse tamamen altüst ederek ortadan kaldırdı. Skandalın ortaya çıkmasını sağlayan binlerce savcı, yargıç ve polis görevden alındı, yerlerine AKP'ye sadık isimler getirildi. Hoşçakal yolsuzluk skandalı, merhaba emperyal başkanlık.

Fakat belki de durum böyle değildir. Tuhaf bir gelişmeyle, yolsuzluk davasının merkezindeki İranlı-Türk işadamı Rıza Sarraf ABD'de tutuklandı. Savcı Preet Bharara Sarraf'ın davasını İran ve yaptırımların etrafından dolanmakla sınırlaması kuvvetle muhtemel. Fakat ya davayı Sarraf'ın Türkiye'deki faaliyetlerini de kapsayacak şekilde genişletirse? Sarraf kendi paçasını kurtarmak için baklayı ağzından çıkarabilir ve Türkiye hükümetinin en üst düzeylerindeki siyasetçilerin, İran'a yönelik Amerikan politikasının altını oyan suç şebekesine boğazlarına kadar batmış olduğunu anlatabilir. Bir Amerikan mahkemesinden çıkacak böyle bir bombanın Erdoğan'ın Türkiye'deki siyasi kaderi üzerinde nasıl bir etkiye yol açacağı merak konusu.

ABD TÜRKİYE HALKINA AÇIK DAVRANMALI

Sarraf'ın ötesinde ABD'nin Erdoğan'a yönelik politikası nasıl olmalı? Erdoğan'ın, Batı karşıtlığına başvurarak ABD ve Avrupa'dan gelen eleştirileri kendi lehine çevirmekte ustalaştığı bir gerçek. Bununla birlikte, Türkiye'nin en güçlü müttefiki ile ilişkileri zora soktuğuna dair sürekli bir izlenimin ülke içinde kendisi için riskli olduğunu da biliyor. Washington bu bağlamda, Erdoğan Türkiye'nin içindeki ve sınırlarının dışındaki Amerikan çıkarlarını tehdit eden adımlar attığında açık sözlü olmalı. Türkiye halkı ABD'nin, Erdoğan'ın demokrasi, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğüne yönelik saldırılarını destekleyip desteklemediği gibi bir soru işaretiyle başbaşa bırakılmamalı.

CİHATÇILARLA İTTİFAKININ FARKINDAYIZ

Türkiye halkı, Erdoğan'ın PKK'ye karşı savaşının askeri yoldan kazanılamayacağı, barış sürecine ne kadar hızlı dönülürse Türkiye'nin kendisini fiilen parçalara ayırmaktan o kadar kaçınacağı konusundaki Amerikan endişelerinden haberdar olmalı. Erdoğan'ın Suriye ve başka yerlerdeki Sünni cihatçılarla tehlikeli ittifakının farkında olduğumuzu ve bundan hiç hoşlanmadığımızı bilmeliler. Ve Erdoğan'ın sığınmacı trajedisini Avrupalı müttefiklerimizin altını oyup istikrarsızlaştırmak için bir silah olarak kullanma yönündeki herhangi bir çabasının kabul edilemez olacağını da bilmeliler.

İNCİRLİK TAŞINMALI

Hakkını vermek gerek, Obama yönetimi son dönemde bunların bir kısmını yapıyor. Obama Türkiye'nin yabancı cihatçılara karşı politikasını eleştirdi; Erdoğan'ın Mart ayındaki ziyaretinde Obama'yla Beyaz Saray'da resmi görüşme talebi reddedildi. Dışişleri Bakanlığı, Erdoğan'ın dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki baskısının ifade özgürlüğüne bir tehdit oluşturduğu yönünde endişe beyan etti. Belki de en önemlisi, Washington'ın Suriye'de YPG'yle gelişen askeri işbirliği konusunda Erdoğan'dan gelen ısrarlı şikayetleri dikkate almamasıydı.

ABD'nin dikkate alabileceği çok daha büyük bir adım var: İncirlik'i taşımak. Washington'ın İncirlik'e olan bağımlılığının, Erdoğan'ın en yıkıcı politikaları konusunda tavır alınması konusunda isteksizlik yarattığı ortada. ABD'nin İncirlik'e alternatif olabilecek yerler üzerine bir çalışma yapması Erdoğan'a Amerikan çıkarlarını kendi tehlikeli politikaları için sonsuz dek rehin tutamayacağı konusunda açık bir uyarı teşkil edecektir.

ERDOĞAN SORUNU METASTAS YAPIYOR

“Erdoğan'ın Türkiyesi” sorunu yıllardır yapım aşamasında. Ve Amerikalı yetkililer, sorunun korktukları kadar kötü olmadığı ya da bir şekilde kendi kendine hallolacağı, böylelikle de en önemli jeo-stratejik toprakların bir bölümünde bulunan bu eski müttefik hakkında zor kararlarla karşı karşıya kalmaktan kurtulacakları umuduyla sorunu yıllardır ele almaktan kaçındı. Ancak kader, bizi bu sorundan kurtarmak için devreye girmedi. Aksine, Erdoğan sorunu giderek kötüleşiyor, metastas yapıyor, Amerikan çıkarları için daha büyük tehlikeler yaratmaya devam ediyor. Hesaplaşma günü er ya da geç gelecektir. ABD, zararlarını azaltmak için çalışmalarına şimdiden başlamalı."