'Gözlerim görmezse nasıl resim çizebilirim?'

Savcı olup kadınlara şiddet uygulayan erkekleri içeri atmak isteyen Diyarbakırlı Yeter Gümüş’ün diğer hayali resim yapmak. Ancak gözlerindeki Keratokonus hastalığı hayallerini engelliyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Adını sordum. “Yakup” dedi. Yakup, karaşın bir çocuk. Gülünce bembeyaz görünüyor iri dişleri. Ergani ovasındaki Qûça Keran (Güneştepe) köylerinde, caddede yan yana yürüyoruz. Bana okulunu, okula gitmediği zamanlarda köyde nasıl vakit geçirdiğini anlatıyor Yakup. İri bir çoban köpeği peşimize takılıyor. “Saldırmaz, değil mi?” diye soruyorum Yakup’a. Nicedir manasız bulduğum köpek korkumu gizlemeye çalışarak. “Yok” diyor Yakup, “Bu köpek insanlardan korkuyor.” Buna ikimiz birlikte gülüyoruz ve kısa bir konuşmadan sonra, köpeğin insandan korkmakta haklı olduğuna karar veriyoruz.

Ergani ovası yemyeşil. Erik ağaçları çiçek açmış. Tarlaların etrafı kara taşlarla çevrilmiş. İleride bir çocuk bir inek sürüsünü güdüyor. Köyde neredeyse her evin birkaç ineği var. Bu nedenle her taraftan tezek kokusu geliyor. Tezek kokusu, baharın baş döndürücü kokusuyla kuşatıyor insanı. “Şehirde yaşayınca baharın geldiğini anlamıyor insan” diyorum Yakup’a. Yakup, güneşte kamaşan gözlerini kısarak bakıyor, ne demek istediğimi anlamaya çalışıyor.

 “Ben şiir sevmem” diyor Yakup, biraz mahcup.

Sonra Yakup’a bakarak, “Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup*” diyorum. Dediğimi anlamıyor Yakup. Tekrarlıyorum. Yine anlamıyor ne demek istediğimi. “Bu bir şiirin ilk dizesi Yakup” diyorum gülerek. Yakup da gülüyor, bembeyaz, iri dişleri çıkıyor ortaya. “Ben şiir sevmem” diyor biraz mahcup.

YETER, EVİN BALKONUNDA GÖRÜNÜYOR

Sonra eve geri dönüyoruz Yakup’la. Yeter Gümüş’ün annesi, babası ve ağabeyi ile çardakta oturuyoruz. Evin gelini kahve getiriyor. Altında oturduğumuz asmayı göstererek, “Üzümü çok güzeldir” diyor Yeter’in babası. Asmanın dalları çok özenle, ustaca budanmış. Babanın küçük bir tarlası ve birkaç hayvanı var. Hayat pahalılığından konuşuyoruz. Tarla için aldığı ilacın, gübrenin ne kadar pahalı olduğunu anlatıyor. Sonra, “Diyarbakır çok pahalı bir şehir olmuş. Allah yardımcınız olsun” diyor.

Bir şey demiyorum çünkü o sırada Yeter Gümüş iki katlı köy evinin balkonunda görünüyor. Ezberlediği basamakları usulca ve gülümseyerek iniyor. “Hoş geldiniz” derken gözlerini kısarak bakıyor. Sağ gözü sol gözünden daha mı küçük yoksa daha fazla mı kısıyor, anlamıyorum. Yeter’le caddeye çıkıyor, yan yana yürüyoruz. Yeter, “Bir gün bir gazeteciyle, yazarla konuşmayı çok hayal ediyordum” diyor, hikayesini anlatmaya başlamadan önce.

 Yeter yüzde 60 görme engelli, bu nedenle Ankara Hukuk'a kayıt yaptıramamış.

Yeter anlatıyor, ben dinliyorum. Yakup ve hantal köpek de peşimizden geliyor sessizce.

SINAVDA ANKARA HUKUK'A GİRECEK PUANI ALDI AMA KAYDINI YAPTIRAMADI

Bu yıl girdiği üniversite sınavından yüksek puan almış Yeter. Puanları, okumayı hayal ettiği Ankara Hukuk Fakültesi’ne yetiyormuş. Ama hiç tercihte bulunmamış. Çünkü Yeter’in gözlerinde Keratokonus hastalığı var. Yeter’in yüzde 60 görme engelli.

Yeter, gözlerindeki hastalığı ilk Batman’da lise birinci sınıfta fark ediyor. “Hastalıktan dolayı gözlerimi açamıyordum” diyor Yeter. Gözleri iltihaplanınca göz kapaklarını açamıyormuş Yeter. Doktorlar Keratokonus teşhisi koymuş. İyileşebilir diye umut vermişler. Ama Yeter yaşında genç bir kadın için görme yetisini kaybetme ihtimali bile yeterince yorucu olmuş. Ailesi, öğretmenleri ve arkadaşları destek olmuşlar elbette. Yine de “Neden ben?” diye sormuş kendisine. “Gözlerim hiç görmezse nasıl resim çizebilirim, diye korkuyordum.”

HUKUK GÖZLERİM İÇİN ZOR

Beni köye, Yeter’e getiren bir arkadaşımın bana gösterdiği resimler olmuştu. Resimler, liseden yeni mezun bir genç için fena değildi. Fena olan resimleri yapan kişinin kör olma tehlikesiyle karşı karşıya olmasıydı. Yeter’le resimleri hakkında konuşmak isterken hukuk fakültesini çok istediğini öğrendim. Neden hukuk fakültesi? Yeter, bu soruya şöyle cevap verdi: “Kadına yönelik şiddet haberleri yüzünden. Hukuk fakültesini bitirince savcı olmak istiyordum. Savcı olsam ve kadına şiddet uygulayan biri karşıma çıksa, babam da olsa içeri atmayı düşünüyordum. Çünkü kadına yönelik şiddet asla kabul edilir bir şey değil.”

Hukuk fakültesine gitme hayalini gözlerindeki hastalık nedeniyle ertelemek zorunda kalmış Yeter. Çünkü hukuk fakültesinde derslerinin ağır olduğunu, gözlerini çok yoracağını biliyor. Ama resim bölümünün kendisi için daha kolay olduğunu düşünüyor. Yetenek sınavında başarı gösterirse, göz sağlığını tehlikeye atmadan, başka bir hayalini gerçekleştirebilecek. Hem kadına yönelik şiddete karşı öğretmen olarak da mücadele verebilir.

TUTUNAMAYANLAR ÇOK AĞIRDI

Lisedeyken öğretmenleri hep teşvik etmiş Yeter’i, başarılı bir öğrenci olduğu için. Gözlerini tedavi ettirmek için şehir şehir gezerken zaman zaman bunalmış, okulu bırakmayı düşünmüş. Öğretmenleri hem onunla hem de ailesiyle konuşarak onu bu kararından vazgeçirmiş.

Yeter’in lisedeyken en başarılı olduğu dersler, birbirine uzak gibi görünse de edebiyat ve matematik. Gözlerindeki rahatsızlığa rağmen hayranlık duyduğu ya da telefondan dinlediği romanların yazarlarını sıralıyor: “Kafka’nın Dönüşüm kitabı çok etkilemişti beni. Orhan Pamuk’u da çok severim. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabını okudum ama çok ağırdı. Daha sonra yeniden okumak istiyorum. Bir de Mehmed Uzun’un romanlarını çok severim, bizim topraklarımızı anlatıyor.”

Yazmayı hiç denememiş Yeter. Bu konuda bir yeteneği var mı bilmiyor bu nedenle. Kararlı bir sesle, “Ben resim yapmak istiyorum” diyor.

RESİM YÜZÜNDEN ÇOK AZAR İŞİTTİM

Yol kenarındaki kayalıklara yan yana oturuyoruz. Yeter, sırtını güneşe dönüyor çünkü güneş gözlerine zarar veriyor. Hantal köpek az ileride çimlerin üzerinde geriniyor, yuvarlanıyor. Çocukların onunla oyun oynamasına neredeyse hiç aldırmıyor.

Yeter Gümüş'ün kara kalem çalışmalarından...

“Çok resim çizerdim. Değişik bir taş gördüğümde bile eve götürüp aynısını resim defterime çizerdim. Çok defter tüketiyordum, bu nedenle ailem kısıtlama getirdi bana. Ama ben çizmek istiyordum ve okul sırasına, duvarlara, hatta elbiseme bile resimler çizerdim. Bunun için hem öğretmenlerden hem de ailemden çok azar işittim.”

Bunları anlatırken gülüyor Yeter. Zaten güleç bir genç kadın. Sadece hastalığıyla ilgili konuşurken hafif titriyor sesi.

 SON UMUT, KORNEA NAKLİ

Gözlerinin tedavisi için birkaç şehirde birçok doktora gitmiş yeter. Gözlerinin ışınla tedavi olabileceğini söylemiş bir doktor. “Işın tedavisi üç saat sürdü. Bu üç saati hissettim. Tedavi bitti ama psikolojik olarak üç ay kendime gelemedim.”

Daha sonra gittiği doktor ışın tedavisinin yanlış yapıldığını iddia etmiş ve yeniden ışın tedavisi yapabileceğini söylemiş. Önceki deneyimin korkusunu yaşayan Yeter, bu öneriyi kabul etmemiş. Lens önermiş doktor ve Yeter, lens kullanmayı kabul etmiş. “Renkleri o zaman gördüm. Yeşil böyle bir renkmiş, dedim çünkü yeşili de gri gibi görüyordum.”

Ancak Yeter’in bünyesi lensi kabul etmemiş ve bu yöntemden de vazgeçmek zorunda kalmış. Doktorlar, özellikle sağ gözü için kesinlikle kornea nakli tavsiye ediyorlar.

Kornea nakli ile Yeter’in gözleri, hatta denilebilir ki hayatı kurtulacak. O halde neden bekliyor? Bekliyor çünkü Yeter’in dediğine göre ailesinin bu tedavinin masraflarını karşılayacak ekonomik gücü yok. Yeter, “Aslında ailem benim için her şeyi yapmaya hazır. Ama ben ailenin ekonomik durumunu biliyorum. Dört yıldır zaten ellerinden geleni yaptılar benim için ve onlara çok yük oldum” diyor.

BELKİ BİR MUCİZE OLUR

“Evet ama gözlerin tehlikede” diyecek oluyorum. “Ben umudumu kaybetmedim” diyor Yeter, “Her gün mucize gibi bir şeyler oluyor hayatta ve bu bana umut veriyor. Mesela hiç aklıma gelmezdi köyde bir gazeteciyle sohbet edeceğim ama işte buradasınız. Bu çok güzel bir şey. Yarın belki başka bir şey olur, bir yardım eli uzanır ve gözlerim kurtulur. Arkadaşlarım gibi istediğim bir okulda okurum, sevdiğim bir mesleğe başlarım. Kim bilir?”

Eve, çardağa dönüyoruz Yeter’le. Köpek yattığı yerden bize bakıyor. Peşimizden gelemeyecek kadar uyuşuk.

YETER’İN GÖZLERİNDEKİ IŞILTI

Yaptığı resimleri gösteriyor. Resimlerinin birçoğunu resim kursuna gittiği Halk Eğitim Merkezi’nde bırakmış. “Kursa ancak iki hafta gidebildim, gözlerim hastalanınca bırakmak zorunda kaldım” diyor Yeter.

Sırtı hep güneşe dönük Yeter’in. Yaşama sevinciyle ışıldayan gözlerini koruyor güneşten. Bunu bilmek insanın yüreğini yoruyor. Umudu kırılmasın diye yürek yorgunluğunu gizlemeye çalışmak ayrıca yorucu oluyor.

Vedalaşırken de öyle, sırtı güneşe dönük Yeter’in.

Hakikaten kim bilir? Belki bir gün Yeter’in içindeki yaşama sevincine bir destek çıkar ve gözlerindeki ışıltı hiç sönmez.

 *Çağrılmayan Yakup, Edip Cansever