Gazze ve uluslararası ‘adalet’: Suç duyuruları ve olası etkileri

Uluslararası hukukun İsrail’in savaş ve soykırım suçları karşısında seyirci kalma ihtimali çok azalmıştır. İsrail’in işlediği katliamların boyutu, uluslararası hukuka saklanacak yer bırakmamaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Uğur*

Daha önce Ehlen Dergisi için yazdığım bir yazıda, Anayasal Haklar Merkezi’nin (AHM'nin)  18 Ekim 2023 tarihli raporunun İsrail’in Gazze’de işlediği katliamlarla ilgili söylemi etkileyeceğini; soykırım ve savaş suçları nedeniyle yapılacak şikâyet başvurularını cesaretlendireceğini belirtmiştim. Burada bu beklentiyle ilgili gelişmelere ve bu gelişmelerin Filistin halkına adalet açısından sınırlılık ve önemine değineceğim.

GAZZE’DEKİ KATLİAMLAR ULUSLARARASI ‘ADALET’E TAŞINIYOR

AHM Raporu’nun yayınlanmasından sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM’ye) yapılan suç duyurularının arttığını görüyoruz. İlk suç duyurusu Sınır Tanımayan Gazeteciler (STG) tarafından 31 Ekim 2023’te yapıldı. Gazetecilere karşı işlenen savaş suçlarının incelenmesi ve sorumluların cezalandırılmasıyla ilgili bu başvuru STG'nin UCM’ye bugüne kadar yaptığı üçüncü başvuru. Önceki başvurulardan biri 2018’de Gazze'de sekiz gazetecinin öldürülmesiyle, diğeri ise 2022'de El Cezire'nin Filistinli gazetecisi Şirin Ebu Akleh'in vurularak öldürülmesiyle ilgiliydi.

Sekiz Filistinli gazetecinin öldürülmesi hakkında sunulan detaylı bilgi ve kanıtlar temelinde, STG İsrail’in uluslararası insancıl hukuk normlarını ihlal ettiğini, bu nedenle UCM’nin yetkileriyle ilgili Roma Statüsü ’nün 8.2(b) maddesine göre savaş suçu işlediğini belirtmektedir. Başvuruyla ilgili basın açıklamasında,  2018’de yapılan başka bir başvurudan bu yana UCM’nin sürdürdüğü sessizliğe değinilmiş; son trajik gelişmeler karşısında bu sessizliğin artık sürdürülemez hale geldiği vurgulanmıştır.

İkinci suç duyurusu, savaş suçları, apartheid, soykırım ve soykırıma teşvik suçlarını kapsıyor. Bu başvuru, üç Filistinli insan hakları örgütü (El-Hak, El Mezan ve Filistin İnsan Hakları Merkezi) tarafından 8 Kasım'da UCM’ye sunuldu. Başvuru, "bombalamalar, kuşatma, Gazze nüfusunu zorla yerinden etme, zehirli gaz kullanma ve yiyecek, su, benzin ve elektrik gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakma” suçları nedeniyle İsrailli liderler hakkında tutuklama emri çıkarılmasını talep ediyor.

Başını insan hakları avukatı Gilles Devers’in çektiği ve yaklaşık 300 avukattan oluşan bir hukukçu kolektifi 13 Kasım 2023’te üçüncü suç duyurusunda bulunmuştur. Bu başvuruda, Gazze'de soykırım suçu işlendiği iddia edilmekte; kolektifin “soykırım şikâyetini haklı çıkararak olup bitenlere tanıklık yapmak” ve Filistin halkına destek vermek için bir araya geldiği belirtilmektedir.

Şu ana kadar Türkiye’den üç suç duyurusu yapıldığını görüyoruz. Bu duyurular, tarih sırasıyla, Hukukçu Dayanışması, İstanbul 2 Nolu Baro ’su, ve Türkiye Barolar Birliği (TBB)  tarafından yapılmıştır. Bu suç duyurularının hepsinde savaş suçları ve uluslararası insancıl hukukun ihlali vurgulanmakta, soykırım suçuna atıf yapılmamaktadır.

UCM’ne direk dava açma yetkisine sahip üye devletlerden beşi, Güney Afrika, Bangladeş, Bolivya, Komorlar ve Cibuti, 16 Kasım’da resmi başvuruda bulunmuş ve UCM’nin Gazze’deki durumla ilgili soruşturma başlatmasını talep etmiştir. Başvuruyla ilgili konuşan Güney Afrika Dışişleri Bakanı, Güney Afrika’nın “savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırıma ilişkin cezasızlığın sona erdirilmesinde kararlı” olduğunu; bu ağır suçların Gazze’deki kurbanlarına adaletin sağlanması için UCM’nin bir an önce harekete geçmesi gerektiğini belirtmiştir.

Bu başvurudan sonra konuşan UCM Savcısı Karim Khan, 2021’de İsrail hakkında başlatılan ancak bugüne kadar ilerlemeyen soruşturmanın 7 Ekim 2023'ten sonraki suçları kapsayacak şekilde genişletileceğini kabul etmek zorunda kaldı. Biriken savaş suçlarıyla ilgili olarak, Savcılığın "önemli miktarda" kanıt topladığını da ekledi.

AHM raporunun 18 Ekim’de yayınlanmış olması ile UCM nezdinde gözlenen bu hareketlilik arasında dolaysız bir nedensellik ilişkisi kurmak doğru olmaz. Ancak, AHM’nin İsrail’in soykırım suçu işlemeye başladığını belgelemesinin; bu durum karşısında herkesin soykırımı önleme yükümlüğünün doğduğunu vurgulamasının önemli bir etmen olduğunu söyleyebiliriz.

Önemli bir etmen daha, AHM’nin sürece aktif bir şekilde katılmış olmasıdır. Bir yandan, yukarıda sözü edilen İkinci başvurunun hazırlanması konusunda başvuru sahiplerine destek vermiştir. Diğer yandan, ABD yönetiminin İsrail’e verdiği desteğin soykırım suçuna engel olmak amacıyla derhal durdurulması için ABD federal mahkemesine başvuruda bulunmuştur. 16 Kasım 2023’te yapılan başvuruda, Başkan Biden, Dışişleri Bakanı Blinken ve Savunma Bakanı Austin'in İsrail'e daha fazla silah, para, askeri destek ve diplomatik destek sağlamalarının derhal durdurulması istenmektedir. Başvurunun hukuki dayanaklarından birisi Soykırım Sözleşmesi, özellikle sözleşmenin soykırımın önlenmesi için devletlerin yükümlükleriyle ilgili hükümleridir.

Başvuru dilekçesine ekli uzman beyanları birer bilirkişi raporu niteliğindedir. Örneğin, soykırım konusunda hukuk uzmanı William Schabas, İsrail yetkililerinin yaptıkları açıklamaları, ölümcül askeri saldırıyı ve topyekûn kuşatmayı soykırım işaretleri olarak tanımlıyor; ABD'nin de soykırımı önlemekle ilgili yasal yükümlülüğünü ihlal ettiğini belirtiyor. Diğer Holokost ve soykırım uzmanları (Dr. John Cox, Victoria Sanford ve Barry Trachtenberg) İsrail yetkililerinin eylemlerinin yakın tarihte yaşanan diğer soykırımlara benzediğini belirtmektedir.

Bu başvurulara ek olarak, Birleşmiş Milletler’in bazı girişimlerine de değinmek gerekiyor. Örneğin, Genel Sekreter Antonio Guterres 7 Ekim'deki Hamas saldırılarının "bir boşlukta gerçekleşmediğini"; Hamas'ın saldırılarını kınadığını; ancak Filistin halkının 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakıldığını belirtmiştir. Küresel Güney olarak bilinen blokun tercihleri doğrultusunda, Genel Sekreter 15 Ekim’de Gazze’ye insani yardımın girmesine izin verilmesini tekrar talep etmiş; yardım girişlerinin pazarlık malzemesi haline gelmemesi gerektiğini belirtmiştir. 18 Ekim’de Filistinlilerin toplu olarak cezalandırılmasının savaş suçu olduğunu belirtmiş ve bölgede derhal ateşkes çağrısında bulunmuştur.

Genel Sekreter dışında, 16 Kasım 2023’te yapılan bir açıklamada, BM Uzmanları işgal altındaki Filistin halkını yok etme niyetini gösteren İsrail demeçlerinin varolduğunu, Gazze'de gerçekleştirilen ağır ihlallerin soykırıma işaret ettiğini belirtmiştir.

BM’nin eyleme yönelik girişimlerinden birisi, 26 Ekim’de 120 oyla kabul edilen Genel Kurul kararıdır. Bu karar, Gazze’de "derhal, kalıcı ve sürdürülebilir bir insani ateşkes" sağlanmasını talep ediyordu. Diğer bir girişim, BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’ndan geldi. 10 Ekim’de yaptığı açıklamada, Komisyon Gazze’de savaş suçlarına işaret eden açık kanıtlar olduğunu, uluslararası hukuku ihlal eden ve sivilleri hedef alan herkesin bu suçlardan sorumlu tutulması gerektiğini; 7 Ekim’den beri tüm tarafların işlediği savaş suçlarına ilişkin kanıtları toplayıp sakladığını belirtiyor. Toplanan bilgilerin başta UCM olmak üzere, ilgili adli makamlarla paylaşılacağını ekliyor.

Kayda değer diğer bir girişim, Genel Sekreter Guterres’in BM Sözleşmesinin 50 yıldır ilk kez kullanılan 99ncu maddesine atıfla Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırmasıdır. ABD’nin vetosuna rağmen, bu girişim İsrail’e destek veren daimi Güvenlik Konseyi üyeleri (ABD, Birleşik Krallık ve Fransa) arasındaki çatlağı görünür kılmış; ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz desteğin sürdürülebilirliği konusunda soru işaretleri yaratmıştır.

ULUSLARARASI HUKUKUN ÖNEMİ VE SINIRLARI

Her şeyden önce, UCM nezdinde yapılan suç duyurularının ve BM girişimlerinin, Gazze halkına yaşatılan trajediyi durdurmak, hatta anlamlı bir şekilde hafifletmek için yeterli olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Bu kolektif başarısızlık halinin devletler, kurumlar, medya ve kamuoyu kaynaklı nedenlerinin saptanması ve anlaşılması sosyal bilimcileri ve tarihçileri uzun süre meşgul kılacak bir süreçtir. Bu nedenle, şu anda ancak bu girişimlerin kısa ve orta vadedeki etkileri konusunda biraz tahmin biraz da umutla yetinmek durumundayız.

Bu açıdan bakıldığında, kötümserlik-iyimserlik ekseni üzerinde iyimserlik kutbuna biraz daha yakın bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Evet, kötümser olmak için ciddi nedenler var. Her şeyden önce, uluslararası hukukun adalet dağıtmaktan çok uluslarasın sistemdeki güç dengelerini ve çıkar ilişkilerini yansıtmak gibi temel bir sınırlılığı olduğunu vurgulamalıyız. Bunun da ötesinde, uluslararası hukukun İsrail’in Filistin işgali ve Filistin’deki suçlarıyla ilgili işleyişinin çok daha adaletsiz ve ikiyüzlü olduğunu da biliyoruz. Bunun bariz örneklerinden birisi, 2021’de açılmasına karar verilen davanın raflarda tozlanmaya bırakılmasıydı. Diğeri, İsrail’in kanıtları her gün artan savaş suçlarına rağmen, UCM Savcısının ancak 13 Ekim’de kamuoyu baskısı altında açıklama yapmak zorunda kalmasıdır. İngiliz hukuk sisteminin ürünü olan Savcı, pek fazla acelesi olmadığını şu sözlerle belirtiyordu:

"Benim çabuk açıklamalar yapma lüksüm yok. Ayrıca, yalnızca birkaç gün önce yaşanan son şiddet olayına ani tepkiler vermek akıllıca olmaz. Suçlayıcı ve temize çıkarıcı delilleri eşit şekilde araştırmalıyız."

Oysa aynı savcı Rusya'nın Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal etmesinden sonraki 24 saat içinde bir açıklama yapmış; UCM’nin "bölgede işlenen her türlü soykırım, insanlığa karşı suç veya savaş suçu üzerinde yargı yetkisini” kullanacağını ilan etmişti. UCM makinesi de hızla çalışıp Mart 2023’te Putin hakkında tutuklama kararı vermişti.

Uluslararası hukukun uluslararası güç dengesini yansıtan tarafgirliği konusunda çok daha fazla örnek verilebilir. Ancak, iyi bilinen bu sınırlılığına karşın, Uluslararası hukukun artık İsrail’in Filistin’deki savaş ve soykırım suçları karşısında seyirci kalma ihtimali çok azalmıştır. İsrail’in işlediği katliamların boyutu, bugüne kadar Filistin halkına adalet sağlamayan uluslararası hukuka artık saklanacak bir yer bırakmamaktadır!

İyimser olmak için diğer neden, Filistin halkına yapılan katliamların hesabının sorulması için güçlü bir uluslararası sivil-toplumsal talebin ortaya çıkmasıdır. Yukarıda özetlediğimiz girişimler bunun birer örneği olmakla birlikte, diğer örneği İsrail’de ve İsrail’i destekleyen Batılı güçlerin ülkelerinde görülen Filistin’le dayanışma hareketleridir. Bu dayanışma bir yandan İsrail’in katliamcı savaş stratejisinin çıkar yol olmadığına işaret eden sağlam bir sağduyuyu yansıtmakta; diğer yandan yönetici elitlerin İsrail’e verdiği desteğin meşruiyetini sorgulamaktadır.

*Ekonomi ve Kurumlar Profesörü, Greenwich Üniversitesi