Gazeteciliği savunma zamanı...

Gazeteciler Dicle Müftüoğlu, Sedat Yılmaz ve Abdurrahman Gök’ün duruşmaları 5 Aralık itibariyle başlayacak. Gazeteci dayanışma örgütleri, "Gazeteciliği savuma zamanı" diyerek çağrıda bulundu.

Sedat Yılmaz, Dicle Müftüoğlu ve Abdurrahman Gök
Google Haberlere Abone ol

Evrim Deniz

DUVAR - Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklu bulunan gazeteciler Dicle Müftüoğlu, Sedat Yılmaz ve Abdurrahman Gök’ün duruşmaları 5 Aralık itibariyle başlayacak. İlk duruşma Mezopotamya Ajansı (MA) editörü Abdurrahman Gök'ün. Diyarbakır'da 25 Nisan'da gözaltına alınarak tutuklanan Gök'ün 2'nci duruşması, 5 Aralık'ta Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Gök, mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek, “örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddialarıyla suçlanıyor.

Ankara merkezli soruşturma kapsamında 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanan Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş başkanı ve gazeteci Dicle Müftüoğlu'nun ilk duruşması 7 Aralık'ta Diyarbakır 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Müftüoğlu'na “örgüte üye olmak” ve "örgüt kurmak ve yönetmek” suçlamaları yöneltiliyor.
Müftüoğlu ile birlikte aynı gün tutuklanan MA editörü Sedat Yılmaz’ın ilk duruşması ise 14 Aralık’ta Diyarbakır 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Yılmaz'a da mesleki faaliyetleri nedeniyle benzer suçlamalar yöneltiliyor.

Duruşmalar yaklaşırken, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Eş Direktörü Veysel Ok ve Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Serdar Altan ile tutuklu bulunan gazetecilerin durumunu konuştuk.

Erol Önderoğlu


‘KÜRT SORUNU KARTI MUHALEFETLERİ SARSMAK İÇİN CAZİP GÖRÜLÜYOR’

Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) ekim ayında yayınladığı "Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi" başlıktaki raporunda, Türkiye’nin dünyada en çok gazeteciyi tutuklayan ülke olduğunu vurguladı. Peki sizce Türkiye bu tutuklamalarda Kürt gazetecilere çifte standart uyguluyor mu?

RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu: Türkiye, barış sürecine son verildiği ve ardından darbe girişiminin yaşandığı dönemde dünyada en çok gazeteci tutuklayan ülkeydi. Arada adli kontrollere öncelik verilmesiyle rakamlar inişe geçse de, Mayıs 2023 Seçimleri öncesi Kürt gazetecilerin kitlesel olarak hapsedilmesi Türkiye’nin, Çin, Suudi Arabistan, İran, Belarus gibi ülkelerden sonra yeniden dünyasının büyük hapishaneleri arasında sayılmasına neden oldu.
Son yılda, seri tahliyelerle birlikte istatistiklerde yeniden ani düşüşler görüyoruz. Ancak bu durum, politik iç dinamikler adına her an yoğun gazeteci tutuklamalarına girişilebileceğine ve yargının da bağımsız olmamasına işaret ettiğinden bundan teselli duymuyoruz. Her eleştirel medya camiası bunun hedefi olabilir ancak Kürt medyası bunun daha açık hedefiyse bunun bir nedeni Kürt sorunu kartının muhalefetleri sarsmak bakımından daha cazip bir hamle olarak görülmesi olabilir.

‘MAHKEMELER TANIKLARIN CILIZ VE TUTARSIZ BEYANLARIYLA BİR DEDİKODU SAHNESİNE DÖNÜYOR’

Türkiye’de Kürt gazetecilerin dosyalarında sık sık gördüğümüz gizli/açık tanık beyanları ve bu beyanlar doğrultusunda tutuklanan gazeteci örnekleri başka ülkelerde var mı?

Erol Önderoğlu: Bu tür hukuka aykırı pratiklere, genelde hukuk devleti değerlerini bir kenara bırakmış ve düşman hukuku pratiğinde yol almış ülkelerde rastlıyoruz. Türkiye’de, Yargıtay’ın, tanık ifadeleriyle sınırlı suçlamayla yetinilemeyeceğiyle ilgili kimi boyutlar tümüyle göz ardı ediliyor ve mahkemeler tanıkların cılız ve tutarsız beyanlarıyla ne yazık ki bir dedikodu sahnesine dönüyor. Oysa ki hukuk, hiçbir boşluğu kaldırmaz.

Gökhan Durmuş


‘YILLARDIR KÜRT HALKINA YÖNELİK UYGULANAN POLİTİKALAR İLE TOPLUMDA BİR ALGI OLUŞTURULDU’

3 Mayıs 2023 tarihinden beri tutuklu bulunan MA editörü Sedat Yılmaz geçtiğimiz günlerde Medya Ombudsmanı Faruk Bildiriciye bir mektup yolladı. “Kürt gazeteci olmam (nedeniyle) birçok meslektaşımın kafasında ‘vardır bir durum’ gibi düşünceler geçiyordur. Belki de bu benim mahpus alınganlığımdır” diye başladığı mektupta, yedi aydır tecritte olduğunu belirterek, özetle şöyle devam ediyor: “Tüm bunlar maalesef ne meslek örgütlerinin ne de basın ve ifade özgürlüğü konusunda duyarlı olan meslektaşlarımın ilgi alanına giriyor. Zaman zaman farklı kimlik ve mecralarda gözaltı, tutuklama olmasa tutuklu gazeteciler kimsenin aklına gelmeyecek." Yılmaz'ın sözlerine ilişkin neler söylersiniz?

TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş: Türkiye'de gazetecilik faaliyetleri maalesef ki ağır bir baskı ve saldırı altında. Uzun yıllardır gazetecilere tutuklama, gözaltı ve dava yoluyla baskı kurulmaya çalışılıyor. Bölge illerinde çalışan meslektaşlarımız üzerindeki baskılar daha ağır maalesef. Özellikle Kürt medyasında çalışan meslektaşlarımıza yönelik ayrı bir politika uygulanıyor. Aylarca iddianame hazırlamayarak peşin ödettirilen bir ceza hukuku kuruldu. Bu asla kabul edilemez. İlk duruşmada serbest bırakılacağı bilindiği için mahkemeyi başlatmayarak meslektaşlarımızı aylarca cezaevlerinde tutuyorlar. Sedat Yılmaz geçtiğimiz mayıs ayında tutuklandı. Hakim karşısına neredeyse 7 ay sonra çıkartılıyor. 7 ay boyunca onu özgürlüğünden mahrum bırakıyorlar. Çünkü Sedat Yılmaz'ı da diğer meslektaşlarımızı da tutuklarken, ortada bir suç olmadığını, mahkemeden bir ceza çıkma ihtimali olmadığını bildikleri için mahkemeye çıkartmadan aylarca cezaevinde tutuyorlar. Bu konuda bile çifte standart uyguluyorlar. Eğer tutuklanan gazeteci Kürt medyasında çalışan bir gazeteci ise en az 6-7 ay cezaevinde kaldıktan sonra hakim karşısına çıkıyor, eğer söz konusu gazeteci ulusal medyada çalışıyorsa 2-3 ay sonra hakim karşısına çıkıyor. Ceza peşinen ödettiriliyor gazetecilere. Hukuk ayaklar altına alınarak gazetecilerin gerçekleri ortaya çıkarmasını engellemeyi amaçlıyorlar.
Yıllardır Kürt halkına yönelik uygulanan politikalar nedeniyle toplum genelinde bir algı oluşturulduğu inkar edilemez bir gerçektir. Ancak gazeteciler arasında bu algının ortadan kalkması için elimizden gelen çabayı sarf ediyoruz sendika olarak. Biz gazetecinin etnik kimliği ile değil gazetecilik faaliyeti ile ilgileniyoruz. Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle baskı gören tüm gazetecilerin yanında durarak onlara güvenli bir çalışma ortamı yaratmaya çalışıyoruz. Eksikliklerimiz elbette olabilir ancak şunun da görülmesi gerekiyor: 2009'lu yıllarda olduğu gibi güçlü bir dayanışma yok şu anda gazeteciler ve meslek örgütleri arasında. Asıl basın meslek örgütlerinin kendi aralarında güçlü bir iş birliği ve dayanışma mekanizmasını kurması gerekiyor. Bu güçlü birliğin kurulabilmesi durumunda basın özgürlüğü konusunda olumlu adımların atılmasını sağlayabiliriz. Ve bu dayanışmayı büyütmek için önümüzdeki hafta hakim karşına çıkacak olan Abdurrahman Gök, Dicle Müftüoğlu ve Sedat Yılmaz davalarında yanlarında olalım.

Veysel Ok


‘GAZETECİLİK FAALİYETLERİ SUÇ SAYILDI’

Bizlere, davalarını da takip ettiğiniz Sedat Yılmaz, Abdurrahman Gök ve Dicle Müftüoğlu'nun neden tutuklu olduğunu, dosyada 'suç' olarak sunulan faaliyetlerin gazetecilik olup olmadığını değerlendirir misiniz?

MLSA Eş Direktörü Veysel Ok: Diyarbakır 5.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Abdurrahman Gök hakkında "örgüt üyesi olmak" ve "örgüt propagandası yapmak" şeklinde iki suçlama var. Ancak davanın asıl sebebi Diyarbakır'daki 2017 Newroz'unda çektiği Kemal Kurkut’un vurulduğu fotoğrafları yayınlaması olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle Abdurrahman Gök, aslında gazetecilik faaliyeti kapsamında yaptığı paylaşımlardan dolayı bu davanın hedefi olarak kondu. Abdurrahman Gök hakkında çektiği bu fotoğrafların ardından beş farklı soruşturma açıldı. Ayrıca dava dosyasında Gök’ün yaptığı haberler ve kitap tanıtım yazıları suç delili olarak gösterildi.

7 Aralık’ta görülecek olan davada Dicle Müftüoğlu hakkındaki iddialar “örgüt kurmak, yönetmek" ve "örgüt üyesi olmak” şeklinde. Müftüoğlu’nun “KCK Basın Komitesine bağlı” olarak Diyarbakır’da Mezopotamya Ajansı’nda sorumlu düzeyde faaliyet yürüttüğü, Müftüoğlu’nun örgüt lehine haber yapması için talimat verdiği ileri sürülüyor. Müftüoğlu’nun diğer gazeteciler ile yaptığı telefon görüşmeleri suç delili olarak dosyaya girmiş durumda. Yasal olarak haber yapmak için yurt dışına çıkması dahi iddianamede suç delili olarak yer alıyor. Bu nedenle Müftüoğlu’nun gazetecilik faaliyetlerinin suçlama konusu yapıldığını düşünüyorum.

Sedat Yılmaz'ın ise 14 Aralık’ta görülecek davasında "örgüt kurmak ve yönetmek" ve "örgüte üye olmak" iddiaları yer alıyor. Suç delili olarak da Dicle Haber Ajansı (DİHA), Mezopotamya Haber Ajansı, Fırat Haber Ajansı’nda örgüt adına “propaganda amaçlı haberler” yaptığı, yasal veya yasa dışı yollardan Irak’a giderek örgüt yöneticileriyle görüşmeler yaptığı öne sürülüyor. Yılmaz’ın Mezopotamya Haber Ajansı’nda yaptığı gazetecilik faaliyeti suç delili olarak öne sürülüyor bu nedenle Yılmaz’ın suç delili olarak gösterilen faaliyetlerinin gazetecilik faaliyeti olduğu yönünde duraksamaya yer olmadığını düşünüyorum.

‘ABDURRAHMAN GÖK OLMASAYDI KEMAL KURKUT’U BİLMEYECEKTİK’

Tutuklu Kürt gazetecilerin dosyalarında sık sık karşılaştığımız gizli/açık tanık beyanları doğrultusunda soruşturmaya, gözaltına, tutuklanmaya maruz kalmalarını değerlendirir misiniz?

Veysel Ok: Kürt gazetecilere ve siyasetçilere yönelik yürütülen soruşturmalar ve haklarında düzenlenen iddianamelerin büyük kısmında, devlet için profesyonel çalışan gizli tanık beyanları yer alıyor. Neredeyse birçok dosyada aynı tanık isimlerini görüyoruz. Bu isimler profesyonel olarak Kürt gazetecilerin ve aktivistlerin tutuklanması için sahte delil üreten insanlar. Bu tanık beyanları hukuksuzca tutuklamaya ve ceza vermeye delil teşkil ediyor. Dicle Müftüoğlu ve Sedat Yılmaz davalarında, savcılık örgüt üyeliğine delil olarak yalnızca gizli tanık delilini ileri sürebiliyor. Gizli tanığın verdiği ifadenin mahkemede tartışılması, yüzleştirilmesi mümkün olmadığı için de adil yargılanma hakkı ihlal ediliyor.

Diyarbakır’da aralık ayında Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden Sedat Yılmaz, Dicle Müftüoğlu, Abdurrahman Gök’ün duruşmaları var. Bu duruşmalara sahip çıkmak ve destek vermek gerekiyor. Bu gazeteciler Kürt kentlerinde hangi hak ihalelerin olduğunu bize bildiriyor. Gök olmasaydı Kemal Kurkut’u bilmeyecektik. Bu nedenle tüm ulusal ve ulusal üstü kurumları bu duruşmaya destek vermeye çağırıyorum. Gazetecilikle, Kürt medyasıyla dayanışma zamanı.

Serdar Altan


'GAZETECİLİK YAPTIN' DAVALARI BAŞLIYOR'

Kürt gazetecilere yönelik baskıları değerlendirir misiniz?

DFG Eşbaşkanı Serdar Altan: Ülkede can alıcı sorunların başında gelen basın özgürlüğü ve tutuklu gazetecilerin durumu maalesef ki kangrenleşen bir sorun olarak önümüzde durmaya devam ediyor. İktidarın ötekileştirme politikaları sonucu yandaş olmayan kimseye yaşam şansı tanımama yaklaşımı sorunu daha da artıyor. Gazetecilerin özgür çalışma ortamından yoksunluğundan tutalım, bir tweet attı diye özgürlüğünden mahrum bırakılmasına, sokak gösterilerinde gazetecinin darp edilmesinden yayın organlarının sansürlenmesine kadar neredeyse her alanda gazeteciye yaşam şansı tanınmıyor. Mevzu Kürt gazeteciler ve özgür basın olunca baskı dozajı daha da arttırılarak adeta bu boğdurulmaya çalışılmakta, gerçeklerin üzerini kapatma uğraşı içerisine girilmektedir. Bazen bir savcının, bazen bir hakimin ya da iktidara yakın herhangi bir kimsenin isteği üzerine gazeteciler özgürlüğünden mahrum bırakılıyor. En son MA muhabiri Fırat Can Arslan örneğinde gördüğümüz gibi ‘tweet’ attığı gerekçesiyle 100 gün tecrit altında kalarak özgürlüğünden mahrum bırakıldı. İlk duruşmada beraat etti çünkü ortada bir suç unsuru yoktu. Cezaevinde olan çoğu meslektaşımız aynı şekilde gazetecilik faaliyetleriyle yargılanıyor. Bu nedenle ilk elden savunulması gereken, korunması gereken ve dayanışma gösterilmesi gereken tutuklu gazeteci arkadaşlarımızdır.
5 Aralık itibariyle ‘gazetecilik yaptın’ davaları başlıyor. Özgürlüğünden mahrum bırakılan derneğimizin Eş Başkanı gazeteci Dicle Müftüoğlu MA editörü gazeteci Abdurrahman Gök ve Sedat Yılmaz için bütün meslektaşlarımızı ‘amasız’, ‘fakatsız’ dayanışmaya çağırıyoruz. Gazeteciliği savunma zamanı.