Fair Play mi oyunun etiği mi?

Futbolcuların “otomat”lara dönüştürüldüğü böylesine bir futbol ikliminde salgın tehlikesi altında oyuna tekrar başlamak futbolun etik sorulardan ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Oyunu tekrar başlatmak için yoğun çaba sarf eden futbol otoriteleri herhangi bir duran top organizasyonunda neredeyse bir salon boyutundaki ceza sahası içerisinde 20’ye yakın oyuncunun temassız nasıl durabileceğini de muhtemelen hesaplamışlardır.

Google Haberlere Abone ol

Berzan Toprak

Fiziksel karşılaşmalara olanak tanıyacak bütün etkinliklerin iptal olduğu bir dönemde fiziksel temasın yoğun olduğu futbol gibi bir sporun tekrar başlatılması yönünde ülke federasyonları ardı ardına kararlar alıyor. Fransa ve Hollanda gibi federasyonlar ligleri oynatmama yönünde kararlar alsa da Almanya, İngiltere, Türkiye gibi ülkeler ligleri yeniden başlatma kararı aldılar veya bu yönde çalışma yürütüyorlar. Almanlar salgının ilk günlerinde oynanan son maçtan sonra bu maçı hayalet maç (geisterspiel) (1) olarak adlandırdılar. Her zaman futbolun merkezi olduğunu iddia eden İngilizler muhtemelen Almanların gerisinde kalmayıp oynanması planlanan bu maçları başka bir isimle adlandıracaklardır. Seyircisiz oynanan maçlar mı futbolu hayalete dönüştürdü yoksa uzun zamandır futbola musallat olan başka bir hayalet mi vardı? Futbolun endüstrileştiğine dair birçok şey yazılıp çizildi. Bu tartışmaları yeniden ele almanın çok manası yok ama Almanların hayalet maç olarak nitelediği bu oyunun çoktandır para denen hayaletin musallat olduğu bir oyuna dönüştüğü de bir başka gerçek. Marx’ın 1844 El Yazmaları’nda “Burjuva Toplumunda Paranın Gücü” adlı bölümde Shakespeare’in Atinalı Timon’undan yaptığı alıntılarla paraya dair söyledikleri; futbola musallat olan bu hayaletin oyunu ne kadar dönüştürdüğüne dair tartışmaya imkân aralıyor.

“Altın! Sarı, pırıl pırıl, halis altın! Yok Tanrılar…

Şu kadarı yeter bunun çevirmeye karayı aka; eğriyi doğruya” (2)

UEFA Şampiyonlar Ligi son Son 16 turu seyircisiz oynanan Valencia-Atalanta karşılaşması. Bu maçtan sonra bazı oyuncuların ve kulüp çalışanlarının Covid-19 testleri pozitif çıkmıştı.

Bugünlerde futbol liglerinin tekrar başlamasına yönelik alınan kararlarda yayıncı kuruluşların, bahis şirketlerinin ve bütün bir futbol piyasasının ne kadar baskı oluşturduklarını biliyoruz. Liglerin oynanmadığı takdirde birçok futbol kulübünün bu durumdan olumsuz etkileneceği ve karşı koyamayacakları ekonomik problemlerle boğuşacakları da haberlere ve yazılara konu olan gelişmeler. Futbol her geçen gün ekonomi-politik ile bağını güçlendirirken adına seyir zevki denilen bir noktaya sıkıştırılıp estetik-etik tartışmalardan bağını koparıyor. Estetiğin her zaman etik ve politika ile birlikte düşünülecek bir kavram olduğu sıkça tekrarlanan bir tartışma. Oyunu “güzelleştirme” çabalarının, seyir zevkini arttırmak için sürekli değişen oyun kurallarının futbolun etiğine dair tartışmaları yok saydığını düşünüyorum. Futbolcuların “otomat”lara dönüştürüldüğü böylesine bir futbol ikliminde salgın tehlikesi altında oyuna tekrar başlamak futbolun etik sorulardan ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Oyunu tekrar başlatmak için yoğun çaba sarf eden futbol otoriteleri herhangi bir duran top organizasyonunda neredeyse bir salon boyutundaki ceza sahası içerisinde 20’ye yakın oyuncunun temassız nasıl durabileceğini de muhtemelen hesaplamışlardır.

Eduardo Galeano’nun alternatif bir dünya kupası tarihi oluşturduğunu düşündüğüm Gölgede ve Güneşte Futbol (3) adlı kitabında dünya kupalarının izini sürerek değişen ve dönüşen futbol iklimi üzerine yazdığı denemelerde; paranın ve ticarileşmenin futbola nasıl musallat olduğunun seyrini de görmek mümkün. Futbolcuların bugün tekrar başlaması planlanan liglerde oynamamak üzerine cılız sesler çıkarabildiğini ve birkaç açıklama dışında futbolun ana aktörlerinin maçların tekrar başlaması üzerine ciddi bir tepki geliştiremediği bir atmosferdeyiz. Futbol tarihinde futbolcular tarafından geliştirilen protestoların olduğu da başka bir gerçek. Örneğin; '86 Meksika Dünya Kupası’nda Valdano, Maradona gibi futbolcular maçların öğleyin güneşin altında oynanmasına itiraz edip durdular. Meksika’da vakit öğleyken Avrupa’da geceydi. Yayın gelirleri için çok önemli olan bu sebepten ötürü futbolcular gündüzün kavurucu sıcağında oynamak zorundaydılar. Yayın hakkının satışı oyunun kalitesinden daha mı önemliydi? Futbolcuların görevi koşmaktı, konuşmak değil ve Havelange (dönemin FIFA başkanı) devreye girerek tartışmaya şu sözüyle son verdi:

"Çenelerini kapatıp oynamaya baksınlar."

Henüz yayın gelirlerinin milyar dolarla ifade edilmediği bir dönemde bile futbol endüstrisinin futbolcular ve oyun üzerinde nasıl bir baskı mekanizması haline dönüştüğünü anlatıyor Galeano. Futbolcuları birer otomata dönüştüren futbol endüstrisi bugünlerde de çıkacak irili ufaklı sesleri bu şekilde bastırır mı bilmiyoruz. Ancak zaten futbolcuların birer ikon haline geldiğini, yaptıkları sözleşmelerle neredeyse birer reklam nesnesine dönüştüklerini biliyoruz. Futbol altyapılarının sadece yetenekli futbolcular çıkarmak için değil aynı zamanda koşabilen makineler ürettiğini de eklemek gerekir. Çok övülen dünyaca ünlü futbol kulüplerinin altyapıları aynı zamanda futbolcuların öznelliklerini de inşa etmek gibi bir göreve sahipler. La Masia gibi kurumlar bunun en iyi örnekleri. Foucault’un kavramlarıyla futbol kulüplerinin altyapı kurumlarını incelemek gerekecektir. Bu başka bir yazının tartışma konusu olabilir belki. Galeano’ya dönecek olursak; Albert Camus, “Bütün iyi yönlerimi futbola borçluyum” derken elbette profesyonel futbolu kastetmiyordu. Profesyonel futbol, futbolcuları Galeano’nun sözleriyle “ayaklı bir reklam panosu”na dönüştürmüştür.

Ali Akay’ın T24’te yazdığı “yerlilerin futbolu ve bizim futbolumuz” adlı yazıda sömürgecilerle sömürülenler arasında oyuna yaklaşımdaki farklılıklar tartışmalar için önemli bir alan açıyor. Burada mesele geçmişe dair nostaljik bir tavır takınmak değil ya da futbol endüstrisini görmezden gelip oyunun saf ve iyi olduğu günleri tekrar çağırmak gibi romantik bir hayale kapılmak da değil. Şu an ve gelecekte futbolun merkezine bunun gibi tartışmaları dahil edebilmek. Futbol denen ritüelin geçirdiği dönüşümleri görüp yeni sorular ve problemler yaratmak.

“Futbolu öğretmişler onlara, sömürgeciler. İngiliz sömürgeciliği futbolu öğretmiş; onlar da öğrendikleri oyunu oynuyorlar, ama İngilizler gibi oynamıyorlar. Hiç durmadan birkaç gün sürüyor maç; çünkü galip gelen taraf olmasın istiyorlar. Bir o yenecek, bir o yenecek, bir o yenecek, galibiyet yok. Oyun var. Taraftarlar oyunu seyretmeye geliyor, galip tarafı alkışlamaya değil. İşte yaptakçı ile kapitalist sömürgeci arasındaki fark bu olarak çıkıyor karşımıza. Yahut da şöyle söyleyebiliriz. Minör bir düşünceyle, merkezi bir devlet düşüncesi arasındaki fark söz konusu kabilenin oyunu ele alışıdır: Futbolu oynuyorlar, günlerce sürüyor futbol maçı, o kadar çok oynuyorlar ki ne kazanan var ne de kaybeden. Ve dolayısıyla, oyun bir ritüele dönüşmeye başlıyor." (4)

Futbolun merkezinde yatan etik problemleri yeniden düşünmemiz gerekiyor. Milyarlarca insanın tutkuyla bağlı olduğu bu oyun piyasalaşma ile beraber her geçen gün etik sorulardan uzaklaşıyor. Oyunun etik problemleri; “fair play” gibi muğlak mefhumlara sıkıştırılıyor, bir oyuncu sakatlandığı zaman rakip takım oyuncusunun topu dışarıya göndermesi ve oyun tekrar başlayınca rakip takıma topun tekrar geri verilmesinden ibaret sığ bir pratiğe dönüştürülüyor. Takımlar bunu yapmadığında tribünlerden gelen ıslık sesini duyuyor gibiyim. Belki de seyirciler olarak en fazla bu dönemde ıslık sesini arttırmalıyız. Futbolun bir oyun olduğu fikrinden uzaklaştığımız her an etik meselelerden uzaklaşma riskini de beraberinde taşıyoruz. Oynananın her zaman bir oyun olduğu gerçeğini unutmamak, bu tartışmaları gündeme getirmek için salgın sürecinin önemli olduğunu düşünmemiz gerekiyor.

1- https://t24.com.tr/k24/yazi/bundesliga-hayalet-maclarla-donerken-futbol-alcakgonullulugu-ogrenebilecek-mi,2655

2- Karl Marx, 1844 El Yazmaları, çev. Murat Belge (İstanbul: Birikim Kitapları, 2017) s 148.

3- Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, çev. Ertuğrul Önalp-M.Necati Kutlu (İstanbul: Can Yayınları,2008)

4- https://t24.com.tr/yazarlar/ali-akay/yerlilerin-futbolu-ve-bizim-futbolumuz,19795