Savunmanın teminatı: Bağımsız barolar

Avukatların can güvenliğinin olmadığı, fiili saldırılara maruz kaldığı, salgın dolayısıyla çalışamayıp ekonomik gerekçelerin intihara sürüklediği bir ortam varken; gitgide büyüyen problemlerinden önce insan haklarını dert edinmeleri büyük bir fedakarlıktır. İnsan haklarının işletilmesini kendi mesleki problemlerinin önüne koyan avukatları faşizmle suçlamak gerçeklikle bağdaşmaz.

Google Haberlere Abone ol

Ali Eşsiz*

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın “ramazan, sabır ve irade” konulu hutbesinde, eşcinsellerin hedef gösterilip ötekileştirildiği iddiasıyla Ankara Barosu, bu söylemleri kınayan bir açıklama yaptı. Açıklamada geçen “çağlar öncesi” söylemini siyasi liderler, İslam’ın temel değerlerini aşağıladığı gerekçesiyle gündemlerine aldılar. Ankara Cumhuriyet Savcılığınca “halkın bir kesiminin dini değerlerini aşağılamak” suçundan baro hakkında soruşturma başlatıldı. Bu ibareyle dini değerlerin değil; çağlar öncesinden gelen ötekileştirme ve nefretin sonuçlarının kastedildiğini anlatan ikinci bir açıklama yayınlandıysa da konu çoktan gündemi değiştirmiş oldu. Diyarbakır Barosu hakkında, din ve vicdan hürriyeti ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği açıklaması sonrası aynı sebeple soruşturma başlatıldı. Basın açıklamalarında dini değerleri aşağılayan hiçbir ibarenin yer almadığı şerhini düşen İzmir ve Şanlıurfa Baroları da destek açıklamalarını sürdürdü.

Konu; özlenen ve beklenen bir tartışmaymış gibi İstanbul Sözleşmesi'nin toplumu yozlaştırması ve gereksizliğine, Türkiye Barolar Birliği (TBB) seçim sisteminde değişikliğe, Avukatlık Kanununda yapılacak düzenlemelere değin uzandı. Baroların söylemlerini hukuki çerçevede değerlendirme zorunluluğumuz var. Asli konudan uzaklaşıp siyasi ve hukuk dışı gerekçelerle tartışmalar yürütülüyorken; bunlara hukuki zeminde cevap bulmak da pek mümkün olmuyor. Barolar, birer siyasi parti olmadıkları için siyasi iddialara, siyaseten cevap verme gereği duymazlar. İktidar veya muhalefet partilerinden bir destek beklentisi içinde olmaları veya açıklamalarına, siyasi sonuçlarını düşünerek yön vermeleri beklenemez. Böylelikle niyet okumalara da gerek kalmaz.

Neyin haram olup olmadığı Baroların konusu değil ancak avukatların veya meslek kuruluşlarının yasal haklarını kullanması, ardından konunun siyasi malzeme haline gelmesi ve hukukçuların bu hakkın yasal zeminini ispat çabası tanıdık bir kısır döngüye dönüşmüş durumda.

BAROLARIN AÇIKLAMALARININ YASAL DAYANAĞI VAR MI?

Öncelikle yasal mevzuat ile siyasi ve dini söylemler birbirinden ayrılmalı.

-Avukatlık Kanunu md. 95’e göre yönetim kurulu, kendisine kanunen verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü olup, baronun işlerini kovuşturur ve menfaatlerini korur. Yönetim kurulunun başlıca görevleri şunlardır: Avukatlık onurunun ve meslek düzeninin korunmasını, meslekin adalet amaçlarına uygun olarak bağlılık ve onurla yapılmasını sağlamak.

Bu hüküm; farklı bir ses olarak yükselmenin yasal dayanağıdır. Barolar, hukukun üstünlüğünü koruma ve işler kılma konusunda yetkilendirilmiştir. Dolayısıyla baroların basın açıklamalarını, durumdan gereksiz vazife çıkararak yaptıklarını söyleyemeyiz.

-Avukatlık Kanunu md. 97’ye göre ise meslek onuru ve bağımsızlığı ile ilgili işlerde kanunlar ve meslek kurallarının gereğini her türlü organlara karşı savunmak ve bu konuda doğrudan doğruya veya kendisini göreve zorlayan hususları yapmak zorundadır

Söz konusu ” her türlü organlar” tanımına Diyanet İşleri de dahildir.

-Yeniden tartışmaya açılan ancak bağlayıcılığını sürdüren Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi md. 18’e göre taraflar tüm mağdurları şiddet eylemlerine karşı korumak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri almak zorundadır. Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemine karşı korur ve desteklerken; yargı birimleri, savcılar, kolluk kuvvetleri, yerel ve bölgesel yönetimler dahil ilgili tüm devlet kurumlarının yanı sıra, sivil toplum kuruluşları ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarla etkili bir işbirliği için uygun mekanizmaların mevcudiyetini temin etmek üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.

Kimsenin kamu gücünü kullanarak toplumun bir kesimini hedef alamayacağını söyler. Bu sözleşmenin aile yapısını bozduğu, toplumu yozlaştırdığı iddia edilse de ölçü olarak kabul etme, uluslararası alanda gereğini yerine getirme yükümlülüğümüz devam ediyor.

-Ayrıca Anayasa md. 2 uyarınca laik ve sosyal bir hukuk devletinde yaşamanın bir gereği olarak baroların böyle bir yorum yapma hakkı saldırganca karşılanamaz. Yine Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesi de tüm kişi ve kurumlar için bağlayıcıdır.

-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md. 13, tanınmış hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir hükmüyle uluslararası yargı yolunun da açık olduğunu gösterir.

LGBTİ bireylerin yanı sıra HIV virüsü hastalıklarının sadece cinsel yönelime indirgenmesi, bilimsel temelden uzaktır ve belli bir kesimi hedef alır. Bu durumda baroların harekete geçmesi; avukatın, sadece yasal çerçevede vekalet ilişkisi yürütmekle görevli olmamasının gereğidir.

Geçmişe bakıldığında, en ağır koşullarda dahi sanıkların savunma hakkı kutsallığına inanan avukatların, kimseyi savunma hakkından yoksun bırakmayıp hak ihlallerinde etkin rol oynadıkları görülecektir. Avukatların insan hakları konusunda yürüttüğü mücadeleler zamandan bağımsız olarak çoğu kez siyasi iktidarların tepkisini çekmiştir.

Diyarbakır ve Ankara Barosuna açılan soruşturmalara izin verecek makam olan Adalet Bakanlığı'nın, henüz dosya önüne gelmeden baroları kınamasıyla usûl tartışmaları da başlamıştır. Bu soruşturmalar, 2004 yılı baro seçimlerinde başörtüsüyle oy kullanan avukatlara açılan disiplin soruşturmalarıyla aynı yaklaşımın tezahürüdür.

DİYANET İŞLERİ'NE HAKARET İDDİASI, DEVLETE HAKARET SAYILIR MI?

“Hastalık taşıma ve nesilleri çürütme” sözlerinin Türk Ceza Kanunu md. 216 kapsamında nefret söylemi olduğu gerekçesiyle barolar açıklama yaparken; kendilerine halkın bir kesiminin dini değerlerini aşağılama gerekçesiyle aynı maddeden soruşturma açıldı. Ceza kanununda devlete karşı suçlar yer alır ve içinde iddia olunan suçlar sayılmamıştır. Dolayısıyla hukuken devlete karşı bir suç mevcudiyetinden bahsedilemez.

BAROLAR NEŞTER VURULABİLİR YAPILAR DEĞİLDİR

Demokrasinin dahi siyasal iktidarların yargı aleyhine genişleme eğiliminde çoğu zaman araç olarak kullanıldığı görülmüştür. Avukatlar da bireyin iktidar yapısı ve kamu bürokrasisi arasında kaybolmamaları noktasında önemliler.

Avukatların can güvenliğinin olmadığı, fiili saldırılara maruz kaldığı, salgın dolayısıyla çalışamayıp ekonomik gerekçelerin intihara sürüklediği bir ortam varken; gitgide büyüyen problemlerinden önce insan haklarını dert edinmeleri büyük bir fedakarlıktır. İnsan haklarının işletilmesini kendi mesleki problemlerinin önüne koyan avukatları faşizmle suçlamak gerçeklikle bağdaşmaz.

Ankara Barosu, bunun bir örneğini amaçlayan açıklamasıyla sapkınlıkları yüceltmeyi amaçlamamış; toplumsal eğilimleri düşünerek kendini öteki hisseden, yaşam hakları ihlal edilen LGBTİ bireylere karşı yeni hak ihlalleri yaşanabileceği ihtimaliyle hatırlatmada bulunmuş, dolayısıyla bir din tartışmasına değil, hukuki bir ihlale dikkat çekilmiştir. Avukatlar, temel hukuki ilkelerin işlerliği için, insani değerlerin kulağa hoş gelen sözlerden ibaret kalmaması için varlar.

Yurttaşlar, yarın başına ne geleceği korkusuyla yaşıyorsa hukuk devletinden bahsedemeyiz. Savunma hakkının güvencesi olan avukatlar ve baroları itibarsızlaştırmadan açıklamalarına hukuki gerekçelerle yaklaşılmalıdır. Savunma makamı güçlü oldukça birey hakları korunabilecektir. Nasıl ki Diyanet İşleri, hakarete uğradığını düşünüp meşru şikayet hakkını kullanıyorsa baroların faaliyetleri de en az o kadar meşrudur. Baro faaliyetlerini herhangi bir siyasi anlayışa bağlamak, yasal düzenlemelerle kısıtlamak, savunmayı yargı sisteminde etkisiz kılar. Barolar, adalete ulaşma konusunda dezavantajlı görülen kesimler için bünyelerinde onların haklarını koruyan merkezler oluşturmuş, hayatlarına dokunabilmeyi başarmışlardır. Yasal düzenlemelerle bu kurumu baskılayıp merkezileşme eğilimiyle bu sosyal faydaları elde edebilmek mümkün değil.

*Stajyer avukat