Bunlardan hangisi Müslümanlık?

Biri; Kelime-i şehadet getirmeyi, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hacca gitmeyi, -olmazsa olmaz- beş temel kural olarak koyan bir inanç sistemi… Diğeri; Kelime-i şehadeti farklı getiren, namaz kılmayan, -Ramazan orucu değil- Hızır ve on iki imam oruçlarını tutan, zekat verirken bunu oransal bir sayıyla ya da zamanla sınırlamayan, hac olarak Kâbe’ye gitmeyip, “Benim Kabem insandır” diyen, ibadet yeri -cami değil- Cem evi olan, semah dönen, saz çalan, pir, niyaz, lokma, nefes vb. argümanlarla ibadet eden bir inanç sistemi… Şimdi bunlardan hangisi Müslümanlık?

Google Haberlere Abone ol

Şerafettin Halis*

Sayın Recep Tayyip Erdoğan,

Türkiye Cumhuriyeti 12. Cumhurbaşkanı,

Devlete karşı sorumlulukta pay sahibi edilen, ancak eşit yurttaşlık haklarından yoksun bırakılan Alevilerin -inanç ve ibadetleri üzerinden- toplumsal varlıkları, ya imha edilmesi gerekenler olarak görüldü ya da inkardan gelindi.

Yeni değil; Selçukludan başlayarak bugüne gelen Alevilerin imha politikası, devr-i iktidarınızda Aleviliğin inkârı ve eritilmesi politikasına dönüştü. Yani dün, “Bunlar Müslüman değildir, katli vaciptir.” anlayışından, bugün, “Aleviler Müslümandır, dinin gereğini yerine getirmelidirler.” anlayışına varıldı.

Dünyanın sadece üç büyük semavi dinden ibaret olmadığını siz de bilirsiniz. Tanrıyı arayan, ona kavuşmak isteyen insan toplulukları, bu arayışın ve ona ulaşımın çeşitli yol ve yöntemlerini yani ibadet biçim ve sistematiğini oluşturdu. Bu zamanla uyulması zorunlu olan kurallar bütünü haline getirildi.

Ve her dinin değişmez temel kuralları oluştu. Bu temel kurallardan birinin değiştirilmesi ya da uygulamadan kaldırılması yeni bir inanç formasyonunun varlığına kapı araladı. Dolayısıyla her dinin varlığı bir başka din dünyasını rahatsız eden sancılar yarattı. Bir boyutu ekonomik de olsa, Avrupa’dan Asya’ya Afrika’ya uzanan din savaşları neredeyse hiç eksik olmadı.

Geçmişin karanlık dünyasında yapılan din savaşları, günümüzde -gönlümüzün arzu ettiği yerde olmasa da- yerini karşılıklı hoşgörüye bıraktı.

Ancak ülkemizde din ve devlet sarmalında varlık gösteren siyasal erk Aleviliğin gerçek kimliğiyle yaşamasını içine sindirmiş değil.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının 23 Nisan dolayısıyla çocuklar için hazırlatmış olduğu kitapçıkta üç din temsilcisinin yanına bir de Alevi dedesinin çizilmesi üzerinden Aleviler yine gündem oldu. Aleviler, bu çizimde görünür kılınmanın hoşnutluğunu yaşarken, Alevi olmayan kişi ve odaklar ile paravan Alevi kurumları rahatsızlıklarını dile getirdiler. Çizimdeki amaç ve niyet her ne olursa olsun Alevilerin ana kitlesi büyük bir memnuniyet yaşadı.

“Aleviliği din olarak takdim eden anlayışı kınıyorum.” açıklamanız bu memnuniyeti gölgelemiş, bu konuda zaten var olan güvensizlik ve kaygı bir daha tazelenmiştir.

Din nedir sorusunun dünyaca kabul gören en yalın tanımı Türk Dil Kurumu sözlüğünde yazılıdır: “Tanrıya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum…”

Bu tanım ekseninden Müslümanlık ve Aleviliğe gelince…

Biri; Kelime-i şehadet getirmeyi, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hacca gitmeyi, -olmazsa olmaz- beş temel kural olarak koyan bir inanç sistemi…

Diğeri; Kelime-i şehadeti farklı getiren, namaz kılmayan, -Ramazan orucu değil- Hızır ve on iki imam oruçlarını tutan, zekat verirken bunu oransal bir sayıyla ya da zamanla sınırlamayan, hac olarak Kâbe’ye gitmeyip, “Benim Kabem insandır” diyen, ibadet yeri -cami değil- Cem evi olan, semah dönen, saz çalan, pir, niyaz, lokma, nefes vb. argümanlarla ibadet eden bir inanç sistemi…

Şimdi bunlardan hangisi Müslümanlık?

Bu kıyaslamalardan yola çıkarak; her ikisi de Müslümanlık olabilir mi? Birincisi Müslümanlıksa ikincisi değildir, ikincisi Müslümanlıksa birincisi değildir.

Yani siz Müslümansanız biz değiliz, biz Müslümansak siz değilsiniz.

Alevilik öğretisine göre diğer tüm dinlerden daha eski olan Alevilik, en büyük etkileşimini Müslümanlığın doğuş yıllarında yaşar.

Emevi iktidarının, din istismarı üzerinden siyasallaştığı dönemde, haksızlıklar, adaletsizlikler ve baskılar ayyuka çıkınca, Hz. Hüseyin’in “Artık İslam’la vedalaşmak gerekir, çünkü ümmet Yezit gibi bir yöneticiye düçar olmuştur…” sözü yeni bir sürece kapı aralar.

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen Hz. Muhammed’i ve “Yoksula yardımı o dilenmeden yap. Onu el açmak durumunda bırakırsan, verdiğin sadaka, onun sadakadan daha değerli olan haysiyetini satmaktan kurtarırsın.” diyen Hz. Ali’yi ve ehlibeyti sahiplenilerek bugüne gelinir.

Kuralları tam oturmamış ilk elli yıllık birliktelikten sonra, gelinen bu yol ayrımında Müslümanlık kimliği Hz. Ali’nin soy ve inanç ardıllarına değil, doğal olarak Emevi saltanatına kalır. Alevilik yaklaşık bin dört yüz yıllık süreçte, tüm engellemelere rağmen kendi inanç ve ibadet formasyonunu pekiştirerek bir din olarak bugüne varır.

Bundan dolayıdır ki, Aleviler kendilerine “Müslüman değilsiniz” denildiğinde, rahatsızlık duydukları gibi, inanç ve ibadetlerinin inkarından gelinerek, “Siz Müslümansınız” denilmesinden de o kadar rahatsızlık duydukları bir ikilemi yaşarlar. Bu ikilem zamanla utangaç bir açmaza dönüşür, Aleviler deyim yerindeyse, Araf’ta kalarak net bir dinsel kimlik tanımından kaçınır.

Bu ikilemin yarattığı açmaz üzerinden bazı marjinal kesimler “Alisiz Alevilik” gibi bir fantezi üretirken, bir kesim de, “Öz Müslüman biziz” savunusu içine girerler.

Aleviler bu utangaç açmazdan kurtulma aşamasındalar. Aleviliğin, kendi dışındaki tüm dinlere hoşgörüyle bakan, Peygamber Muhammed’i, Ali’yi, Ehlibeyti kucaklayan bir din sistematiği olduğundan kuşkuları yok.

Buna itiraz eden Aleviler olacak mıdır? Hiç kuşkusuz, en doğru bir kabulün bile, bir azınlık tarafından reddedilmesi toplum olmanın doğası gereğidir.

Gelişmiş demokratik dünya, tarihi geçmişiyle yüzleşip evrensel değerlerle hayat bulurken, bizde hala tarihi yanlışların devamı üzerinden yönetimi sürdürmeye çalışmak bir kazanım değil kayıptır. Yine dinleri teolojik düzlemde tartışmak, günümüz gelişmiş dünya değerlerinin kabul edebileceği bir durum değildir. Sorun teolojik boyut değil, inanç sahiplerinin inançlarını diledikleri gibi yaşayıp yaşayamama haklarıdır.

Alevilere ısrarla bir kimlik giydirmeye çalışmak, aslında sahip oldukları gerçek kimliği gizlemek ve unutturmaktır. Aleviler kim olduklarını biliyorlar. Her toplumun kendi inançlarına göre yaşama hakkı olduğu gibi, Alevilerin de kendi inanç ve ibadetlerine göre yaşamaları temel bir haktır. Aleviler bu hakkın güvencesini istiyor.

Bu güvencenin kardeşlik söylemiyle değil, anayasayla hükme bağlanmış eşit yurttaşlık haklarının verildiği laik demokratik bir cumhuriyetle olacağının mutlak inancını taşıyoruz.

Saygılarımla.

*23. Dönem Dersim/Tunceli Milletvekili