Tebdil-i mekanda ferahlık yok

Hiçbirimiz yoga yapmak, film izlemek, kek yapmak, aktivite planlamak zorunda değiliz ve fakat hepimiz akıl sağlığımızı korumak zorundayız. Bu aktiviteleri gerçekten hakkaniyetle yapıyor ve yeni yaşam alışkanlığı kazanma yolunda bir aracı olarak kullanıyorsak hayhay, hiçbir sözüm yok!

Google Haberlere Abone ol

Eda Pınar*

Bir meslektaşımın, bizleri sosyal medya aracılığıyla yoga, meditasyon yapmaya, evde envaiçeşit ekmek için hamur yoğurmaya, çeşit çeşit listelerle film izlemeye davet eden blogger, psikolog, öğretmen vb. kişileri eleştiren bir paylaşımı üzerine uzun süredir aklımda olan, lakin yazıp yazıp sildiğim bir yazıyı okumaktasınız. Yazıp yazıp siliyorum çünkü böylesi belirsizlik durumlarında söylenmemiş olanı söylemeye eskisinden çok daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Son zamanlarda kaliteli zaman geçirmek üzerine yapılan -ve belki birçoğumuzun gerçekten günlük rutini de olan- yoga, dans, sinema benzeri aktivitelerin; gelinen aşamada hafızamızı, beşer-i hürriyetimizi manasız bir forma dönüştürerek tehdit eder hale gelmesi/geliyor/gelecek oluşu hakkında arz etmemiz gereken, birkaç mesel hakkında konuşacağım biraz... Bilerek ya da bilmeyerek, farkında olsak da olmasak da, önlem alıyor görünsek de görünmesek de birçoğumuzun aslında virüse ve özelinde virüsün çıktığı bölgeye (Vuhan özelinde Çin) dair gizil -bazen gizil olmayan- öfke duygularımızın olduğunu görüyorum. Ve bu duygunun (öfke duygusunun) sınıfsal gerçekliğimiz nezdinde doğru yöne akmadığı ve şiddetli (olmaya hakkı) olduğu bir gerçek. Öfke duygumuz haklı, ancak sınıfsal bir temelde ve var olan pandeminin etkilerine yönelik olabilirse... Gel gelelim her duygu gibi öfke de karşılık bekleyen bir duygu. Karşılık bulamadığında egoya geri dönen ve bu karşılıksızlığı bireyin diline, tepkilerine, edimlerine şiddet yoluyla yatırabilen bir duygu. Hal böyleyken, bu virüsün alışık olmadığımız ölçüde bulaşıcı mahiyeti olması, belki zaman içerisinde bedenimizden utanma, tiksinme ihtimalini içinde tutması (birtakım deri hastalıkları gibi) ve zaman içerisinde özsaygımızı tehdit eder hale gelme olasılığı barındırması dolayısıyla ekstra öfke uyandıran bir duygulanım içerisindeyiz ve kabul dengede tutmamız bir süreliğine sadece bizimle ilgili değil!

Ekoloji, feminizm, gıda sektörü gibi konuların ilgisini çektiği ve bunu binbir varyasyonla önümüze ustalıkla sunabildiği ve bu süreçten yine avantajlı çıkacağını düşündüğüm kapitalizm ise yoluna bakmaya devam ediyor. Güvencesiz koşullarda çeşitli sektörden işçiler çalışmaya devam ediyor. Birçoğunun psikolojik durumu ise gördüğüm, iletişimde olduğum kadarıyla tamamen bireysel çözümlerle adeta idare ediliyor (!) Olağanüstü koşullarına alışkın olduğumuz canım ülkede, sayılar ve tablolarla resimleşen vakaların yaşantıları hakkında hiçbir fikrimizin olmayışı -isimleri dahi-, ne kadar görmezden gelirsek gelelim; adına vicdan, öz, yürek dediğimiz yerlerimizi sıkıştırıyor, bir gün sonramızla ilgili tahminlerimizi bulanıklaştırıyor ve belirsizliği katmanlıyor (Rober Koptaş’ın “Bir ölü artı bir ölü iki değildir” yazısını oldukça beğenmiştim) ve şimdilik bu hususta yeterince şey söylenmiş olduğunu farz ederek; vaka-sayı-olgu örtüklüğünü görmezden geliciğimizle ilgili kısma sadece değinmekle yetiniyorum...

Yazının girişinde değindiğim husus ise şüphesiz bu durumlardan azade değil. Sosyal medyada son dönemlerde sayfa yeniledikçe karşıma çıkan; kimi uzman, kimi blogger, kimi vatandaş meşreplerce önümüze sunulan aktivite planları, günü kaliteli geçirmeyi salık veren öğütler, fasiküller vb. sizi bilmem ama bende rahatsızlık uyandırmaya başladı. Uzatmadan, kafamı karıştıran ve tehlikeli gördüğüm birkaç noktadan söz etmek istiyorum. Kaliteli zaman geçirmemizi vaat eden -bir kısmını ben de doğru buluyor olsam da -programlar/kılavuzlar/checklist'lerin herkese göreliğini belirleyen ne, bunları ne kadar mercek altına alıyoruz? Birinci madde yapılamıyorsa, kendi aktivite planlarımızı yaratabileceğimiz ve bazen yaratma zorunluluğumuz olmadığı gerçekliğini/özgürlüğünü neden insanlarla paylaşmıyoruz?

Evet, senaryoları birlikte deneyimliyoruz ama her birimizin öz yaşantısı, içe-dışa bakış açıları, motivasyonları kısacası gerçekliği farklı farklı. Eğer birbirimizi kurtarma ve korumayı planlıyorsak (ki vaat odur) bu parametreleri dikkate almak zorundayız. Ve hatta bir kısmımızda bu rastgele serpiştirilen önerilerin zaman içerisinde uygulanamadıkları takdirde nasıl ağırlık yaratacağını da hesaba katmalıyız. Tüm bunlar derli toplu değerlendirildiğinde ise uyanık olmamız gereken bazı nosyonlar (özellikle de evde yalnız olanlarımız için) var. Kimimiz kendi gündelik yaşamlarımızı elimizden geldiğinde örgütlüyoruz, kimimiz geçmişten getirdiğimiz birtakım sorunlarla boğuşmaya devam ederek süreci yönetmeye çalışıyoruz, kimimizse o kadar hızlı içselleştirip başa çıkamıyoruz -ki bu da çok normal-.

Diyeceğim o ki hiçbirimiz yoga yapmak, film izlemek, kek yapmak, aktivite planlamak zorunda değiliz ve fakat hepimiz akıl sağlığımızı korumak zorundayız. Bu aktiviteleri gerçekten hakkaniyetle yapıyor ve yeni yaşam alışkanlığı kazanma yolunda bir aracı olarak kullanıyorsak hayhay, hiçbir sözüm yok! Velhasıl bu checklist'leri gerçeklikle yüzleşme ihtimalini (bu oldukça önemli) ortadan kaldıran, bastırma araçları olarak kullanıp kullanmadığımızı sınama -bunu fark etmek oldukça zordur- gerekliliği olduğunu düşünüyorum. Dahası giderek ağırlığı büyüyen fiziksel yalnızlığımızı manevi yalnızlığa dönüştüren maskelere hiç mi hiç ihtiyacımız olmadığını da eklemek gerekiyor. Üstelik işe gitme zorunluluğu olanlar için önerisi olanları bulmak gitgide zorlaşıyorken; tam da günceli bireyin gerçekliğini sansürleyerek, bireysel kurtuluş vaatleriyle önümüzü bulanıklaştırarak, bizi tekmil yalnızlaştırarak kendini var eden kapitalizmin eli her an ensemizde ve tebdil-i mekanda ferahlık yokken...

Karantinanın romantize edilmesi, sınıf ayrıcalığıdır.

*Uzm. Psk.