Evde kal demenin muğlaklığı

Basit bir kural olarak; acil durum ve afetlerde topluluğu oluşturan bireylerin en temelde beslenmesi, barınması, sağlık hizmeti alması ve zorunlu hallerde bir yerden başka bir yere hareket halinde olmaları gerekecektir. Bunlar vazgeçilemez fonksiyonlardır. En kötü durum senaryosudur yani.

Google Haberlere Abone ol

Serkan Küçük *

Hemen herkes birbirine "evde kal" diye çağrıda bulunuyor. Bu çağrıyı yapanlar elbette evde kalanlar, destekleyenler de öyle. Ancak cümlenin öznesi muğlak. Gizli özne 'sen'i işaret ediyor. Yani "sen evde kal" demek istiyor bize bu çağrıyı yapanlar. Peki, ben kalamıyorum ya da kalmamam gerekiyor; o zaman kim kalsın "o kalsın". 'O’ kim? 'O' işte, evde kalmayan.

Bu çağrıyı yapanlar politik bilinç ya da tercihlerine göre, evde kalamayanların durumuna yönelik çözüm önerileri de dile getiriyor ki çoğu mantıklı ve aciliyet gerektiren öneriler. Ancak bunun tekil seslerden öteye gitmesine şiddetle ihtiyaç var şu sayılı günlerde.

Risk yönetimi alanında çalışan bir profesyonel olarak, kısa yazmak istiyorum. Sorunun şu aşamada acil iki boyutu var. Evde kalamayanlar ve evde kalmaması gerekenler. Önce evde kalmaması gerekenlerden bahsedelim konuyu uzatmadan. Bir devletin yönetim sistemi ne olursa olsun, yurttaşlarının hayatlarını idame ettirmesi için birtakım ihtiyaçları karşılaması gerekir. Bu, devlet değil bir topluluk olduğunda da değişmez. Acil durum ve afet yönetiminde; karşılaşılan sorunun büyüklüğü, etki süresi, etkilenen canlı ve cansız varlıklar, eldeki kaynaklar, mücadele kapasitesi gibi faktörler göz önünde bulundurularak, bu ihtiyaçların hangisinin gerçekten acil olduğu kararlaştırılır. Bunun için etki şiddetine göre eylem planları oluşturulur. "En kötü durum senaryosu" adı verilen bir mantıkla, sorunun etkisi büyüdükçe hangi fonksiyonlardan vazgeçileceği ve mücadeleye hangi noktaya kadar devam edilebileceği ön görülmeye çalışılır. Pandemi de bu kapsamda değerlendirilen bir konudur ve görüyoruz ki bazı ülkeler buna çalışmış bazılarıysa çok hazırlıksız.

Yine görüyoruz ki Türkiye’nin etkin bir ulusal acil eylem planı bulunmamakta. Bu noktada asıl önemli olanın, öznesi gizli ya da belirsiz evde kal çağrılarından öte, siyasi iktidarı olabildiğince zorlamak ve anlamlı çabalara omuz vermekten geçtiğine inanıyorum.

Şurası çok açık ki en kötü durum senaryosunda bile herkes evde kalamaz ve kalmamalıdır da. Toplumsal yaşamın ve düzenin hızlıca ve de tamamen çökmemesi adına bu böyle olmalıdır. (Tam bu noktadan kapitalizmin zayıf karnına vurgu yapıp, yeni bir düzenin kapıda olduğu gibi tahayyüllerin kanımca eksik pek çok boyutu var ancak başka bir yazının konusu olsun diyelim şimdilik. Kapitalizm Endüstri 5.0 ile bu sürecin sonunda yine zayıfladığı yerden güçlenerek çıkacak maalesef.) Konuyu dağıtmadan kimlerin evde kalmaması gerektiğine dair çok kısa bir fikir egzersizi yaparsanız siz de benim yaptığım gibi bir liste oluşturabilirsiniz. Elbet devlet yetkililerinin bu listeyi ilgili taraf temsilcileriyle hazırlamış olmaları gerekmektedir.

Basit bir kural olarak; acil durum ve afetlerde topluluğu oluşturan bireylerin en temelde beslenmesi, barınması, sağlık hizmeti alması ve zorunlu hallerde bir yerden başka bir yere hareket halinde olmaları gerekecektir. Bunlar vazgeçilemez fonksiyonlardır. En kötü durum senaryosudur yani. Önce hayatta kalmak, sonrasına da sonra bakmak gerekir. Bunun dışındaki fonksiyonlar belirli bir süre ertelenebilir. Recep Tayyip Erdoğan ve bakanları birinci ağızdan, önümüzdeki iki üç hafta çok kritik diyorlar.

Önümüzdeki bu kritik üç hafta boyunca evde kalmaması gerekenler dışında, herkesin evde kalacağı yasal ve ekonomik düzenlemeyi yapmak yönetim erkinde ve sorumluluğundadır.

Resimde gösterilen faaliyet ve sektörler dışındaki tüm sektörlerin belirlenmiş süre boyunca çalıştırılmaması, bundan dolayı hak kaybına uğramamaları, işyerlerine bu amaçla destek sağlanması vb. uygulamalar evden kalamayanları rahatlatacak ve bu zincirin halkalarını ayırmaya yarayacaktır.

.

Dikkat ettiyseniz bu tabloda bankacılık sektörü yer almıyor. Elbette küresel ekonomik ağın geldiği nokta itibariyle, bir ülkede bankaların kapatılması pek mümkün gözükmüyor. Öte yandan önlemsiz yapıldığında başka bazı riskler doğurması da beklenir. Bununla birlikte en kötü durum senaryosu dediğimiz şey; tam da bankalar ne zaman kapanmalı sorusunun yanıtıdır.

Ancak bu yazının kaleme alındığı 27.03.2020 tarihi itibariyle iktidarın ne bankalara ne de özel sektöre yönelik böyle bir niyetinin olmadığı anlaşılmaktadır. İlerleyen günlerde bu durum metazori değişir mi yaşayarak göreceğiz. Pikniği yasaklamakla, dolmuşlarda aralıklı oturun gibi anlamsız tedbir tavsiyeleriyle bu sürecin yönetilemeyeceği çok aşikar.

Türkiye’de toplam çalışan nüfus son rakamlara göre 28,5 milyon civarındadır. Evde kalamayacak dediğim kesim, çalışan kesimin ne kadarlık bir oranını oluşturur, bunu benim bilmem mümkün değil. Diyelim ki dört milyon olsun. Dört milyon kişi dışında herkesin evde kaldığı bir durumda önümüzdeki kısa dönemde bu badireyi en az zararla atlatma olasılığımız yükselecektir. Risk yönetimi açısından da baktığınızda, kısa vade için ‘’makul uygulanabilir’’ bir önlem olduğu görülecektir.

İktidarın "evde kaldırmadıklarına" yönelik olarak da yeterli önlemleri aldırabildiği söylenemez. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü; 20 Mart tarihinde "Yeni Koronavirüs Salgını Kapsamında İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Profesyonellerinin İşyerlerinde Aldıracağı Tedbirler" başlıklı bir duyuru yayınladı. İSG profesyonellerinin para harcama yetkisi yokken, işi durdurmak için patrondan icazet etmesi gerekliyken hangi tedbiri nasıl aldıracak orası şüpheli ama duyuruda da dişe dokunur tedbirlerden bahsedilmiyor nasılsa.

Tedbir önerilerin çok büyük çoğunluğu muğlak ve yapmasanız da olur kapsına çıkıyor, aşağıdaki örnekleri gibi:

  • Sosyal mesafe kuralı gözetilerek çalışma yöntem ve şekillerinin yeniden gözden geçirilmesi, mümkün olduğu durumlarda bu kurala uygun iş organizasyonu yapılması,

  • Çalışma alanında aynı anda bulunan çalışan sayısının asgari oranda tutulması için planlama yapılması, mümkün olması halinde uzaktan çalışma gibi yöntemlerin tercih edilmesi,

  • Temizlik ve atıkların boşaltılmasından sorumlu personelin, kişisel hijyenlerine ve uygun KKD kullanıma özen göstermesi,

  • Ortak kullanım alanındaki su sebilleri ve çay makinalarının mümkün olduğunca kullanılmaması, çalışanlara kapalı şişelerde su temin edilmesi.

Çok üzücü ama bu yaklaşım, salgınla etkili mücadele yapılmadığını, evde kalın tavsiyelerinin "cambazı göstermek" olduğunu ortaya sermektedir.

Öte yandan ve son olarak evde kalanlar, evde kalamayanlara yönelik çağrılarının adresini değiştirip yönetim erkine; "evde kalamayanların koşullarını düzelt, hep birlikte kurtulalım" demedikçe, cambaza bakmaya devam ettikçe, çağrılarının muğlaklığı baki kalacak. Altmış beş yaş üzeri büyük bir akıl tutulmasıyla günah keçisi olmaya devam edecek.

Amaç, bu açmaza dikkat çekmeden, kişisel sorumluğunu yerine getirme hissiyatını pekiştirmekse çözüm çok kolay. Saat 21.00’de balkonlarda ‘’evde kal’’ diye bağıralım, olsun bitsin.

* Yüksek lisansları afet ve acil durum yönetimi ile yangın güvenliği alanlarında olan bir kimya mühendisi, A sınıfı iş güvenliği uzmanı