Yükseköğretimde uzaktan eğitim: Türkiye hazır mı?

COVID-19 sadece halk sağlığı anlamında değil, iktisat, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler gibi birçok alanda birçok şeyi değiştirecek gibi. Eğitim ve yükseköğretim de bu alanlardan biri olacak.

Google Haberlere Abone ol

Ceyhun Elgin*

COVID-19 hastalığının küresel ölçekte yayılması, birçok sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe olumsuz etkilerini göstermeye başladı. Farklı ülkelerde, farklı eğitim düzeylerinde (ilkokul öncesi, ilk, orta, yüksek öğretim) farklı zamanlarda, eğitim, yavaş yavaş sekteye uğramaya başladı. Ülkemizde de hem Milli Eğitim Bakanlığı kararıyla ilk ve ortaöğretim düzeyinde kısa bir tatilin ardından uzaktan eğitime geçilme kararı alındı, hem de YÖK tarafından üniversitelerin de uzaktan eğitime geçeceği açıklandı. Bu yazıda, hem 2001-2005 yılları arasında almış olduğum örgün eğitime ek olarak bir uzaktan eğitim lisans programını tamamlayan hem de yükseköğretimde 2005 yılında başlamış olduğum iktisat doktora eğitiminden bu yana farklı kademelerde ve kurumlarda çalışmış biri olarak, Türkiye’de yükseköğretimin uzaktan eğitim konusunda ne kadar hazır olduğunu sorgulamak istiyorum. Yazının ana fikrini de en baştan belirtecek olursak, açıkçası üniversitelerimizin içinde bulunduğumuz ve uzaktan eğitimi zorunlu kılan bu günlere oldukça hazırlıksız yakalandıklarını düşünüyorum.

Öncelikle şu vurguyu yapmamız gerekiyor, uzaktan eğitim, örgün eğitimden oldukça farklı dinamiklere sahip ve bu nedenle farklı bir bakış açısı, yöntem, hazırlık ve efor gerektiriyor. Türkiye yükseköğretiminde uzunca bir süredir Anadolu Üniversitesi eliyle gerçekleşmiş bir uzaktan eğitim tecrübesi var; ben de 2001-2005 yılları arasında almış olduğum örgün lisans eğitimine ek olarak dört yıllık bir uzaktan eğitim lisans programında öğrenci olma tecrübesi yaşadım. Ancak, her ne kadar zaman içinde bir miktar teknolojik açılımlar yaşanmış olsa da bu eğitim, büyük ölçüde, öğrencinin aktif değil pasif bir şekilde ekran (TV ya da bilgisayar) karşısında eş zamanlı olmayan ya da eve gönderilen kitap yoluyla aldığı pasif bir eğitime dayanıyor. Oysa, günümüzde modern anlamda uzaktan eğitim, dersi veren hocanın ve dersi alan öğrencinin eş zamanlı olarak sanal ortamda bir araya gelerek dersin uzaktan işlenmesi anlamına geliyor. Bu noktada öğrenci, derse daha doğrudan katılım gösterebiliyor, yeri geldiğinde ders anında aklına gelen soruyu sorabiliyor, ders sırasında öğrenciler ve dersi veren öğretim üyesi arasında olması gereken sınıf içi tartışmalar yapılabiliyor. Dersin bitiminde yine sanal bir forumda öğrenciler birbirleriyle ya da dersi veren hocayla tartışmaya devam edebiliyorlar. Dolayısıyla, modern anlamda uzaktan eğitim, dersi veren hocanın dersi alan öğrenciyle, adeta sınıf içinde aynı ortamdaymışçasına dersi sanal ortamda işlemesine dayanıyor. Bu tanım bu şekilde yapıldığı zaman; müzik, tiyatro gibi uzaktan eğitimin oldukça zor olduğu alanlarda ya da mühendislik ve doğa bilimlerinde laboratuvar uygulamalarında dahi, zorlukları olsa da, eğitimi uzaktan yapabilmek mümkün.

Son yıllarda Anadolu Üniversitesi’ne ek olarak bazı diğer üniversitelere de uzaktan eğitim yapma hakkı verilmiş olsa da açıkçası örgün eğitime göre, uzaktan eğitime, toplumun daha uzak durduğunu söylemek yanlış olmaz. İçinde bulunduğumuz olağanüstü şartlarda eğitim-öğretim faaliyetlerinin aksamaması, öğrencilerin mezuniyet durumlarının gecikmemesi için YÖK üniversitelerin uzaktan eğitim yapmasına haklı olarak yeşil ışık yaktı. Ancak içinde bulunduğumuz zor zamanlarda, her ne kadar altyapısı ve hazırlığı kuvvetli birkaçı bu işi yapabilecek olsa da ne yazık ki, yüksek öğretim kurumlarının pek çoğu, çeşitli nedenlerle, eş zamanlı eğitime geçebilecek altyapıya sahip değiller. Anladığım kadarıyla, MEB’in ilk ve ortaöğretimdeki uzaktan eğitim uygulaması da merkezi olarak kameraya alınacak bir dersin ülke genelinde internet ya da TV ekranlarından yayını üzerine kurulu olacak; X şehrindeki devlet okulunun 2. Sınıf öğretmeni dersi bizzat öğrencisine vermeyecek. Zira ülke genelinde modern anlamda uzaktan eğitimi hakkıyla yerine getirebilmenin önünde oldukça çok sayıda engel bulunuyor.

Bu engelleri sıralayacak olursak:

  1. Öncelikle teknik altyapı ile ilgili sorunlar yaşanacağı açık. ABD ve Avrupa’da COVID-19 salgını nedeniyle uzaktan eğitime geçen üniversitelerde hızlıca teknik altyapı hazırlıkları yapıldı; birçoğunda altyapı zaten vardı. Bu açıdan dünyayı yeniden keşfe gerek yok, hâlihazırda bu konuda kullanılan çok sayıda yazılım mevcut. Ancak, tüm üniversitelerimizde (özellikle devlet üniversitelerinde) bu yazılımların tam zamanlı ve yarı zamanlı tüm öğretim üyeleri için satın alınmasını sağlayacak bütçe var mı bundan emin değilim. Bir şekilde bu halk sağlığı krizinden çıktığımızda üniversitelerimizin ve YÖK’ün eğitimde teknoloji kullanımını bütçedeki önemli kalemlerden biri olarak planlaması gerekiyor.
  2. Bu teknik altyapı sağlansa ve öğretim üyeleri ve öğrencilere bu teknolojiyi kullanma eğitimi verilse dahi, yine de Türkiye’de öğretim üyelerinin uzaktan eğitim için yeterli hazırlığa sahip olmadıkları açık. Bu hazırlığın yapılabilmesi için de bence artık yeteri kadar zaman da yok, zira bu çok önceden yapılmalıydı. Tabii ki bu olağanüstü şartlar öngörülemezdi, ancak üniversitelerimizin öğreticilerin eğitimi ile ilgili uzun zamandır yeterli yatırımı yapmadıkları da oldukça açık. Ne yazık ki, örgün eğitim veren üniversitelerimizde eğitim kalitesi ile ilgili ARGE çalışmaları ve bu çalışmaların bizzat öğretim üyeleri nezdinde kullanılarak eğitim kalitesinin artırılmasına yönelik etkinlik sayısı oldukça az, hatta birçoğunda hiç yok. 2010 yılından bu yana farklı kademelerde (post-doc araştırmacı, yardımcı doçent, doçent ve profesör) olarak bir devlet üniversitesinden çalışıyorum. Ne yazık ki, çalıştığım bu süre boyunca kurumumda, yapmış olduğum akademisyenlik işinin eğitim boyutuyla alakalı herhangi bir eğitim fırsatı (buna uzaktan eğitim de dahil) olmadı. Oysa, çeşitli vesilelerle (sabatik izni, görevlendirme, dönem izni vs.) dönemlik ya da yıllık yurtdışı ziyaretlerimde bulunduğum kurumlarda öncelikle Öğrenme ve Öğretme Merkezi (Center for Learning and Teaching) adı verilen bir merkez bulunur ve bu merkez düzenli olarak hem geleceğin akademisyeni olması beklenen doktora öğrencilerine hem de mevcut öğretim üyelerine düzenli olarak eğitim faaliyetlerine katkı sağlayacak etkinlikler, çalıştaylar ve eğitimler düzenler. Bunu sadece Harvard, Yale ya da Columbia gibi köklü ve ünlü üniversitelerin yaptığını düşünmeyin, en büyük araştırma üniversitesinden en küçük kolejine kadar tüm kurumlarda eğitimde düzenli bir yenilik yaratma ve eğitimi geliştirme çabası vardır. Etkin bir notlandırma nasıl yapılır?”, “Sınıfta aktif bir tartışma ortamı nasıl sağlanır?”, “Öğrenci derse katılım için nasıl teşvik edilir?”, “Öğrencinin heyecanı ders boyunca nasıl canlı tutulur?”. Bu ve bunun gibi birçok soru bu eğitimlerde öğretim üyeleriyle paylaşılır ve örnek tecrübeler diğer öğretim üyeleriyle paylaşılır. Ne yazık ki, yükseköğretim kurumlarının uzaktan eğitime geçeceği şu kısa sürede böyle imkanlar yaratma şansı pek yok. Ancak ilk madde de belirttiğim gibi bu tip eğitimlerin ve yukarıda adı geçen merkezlerin kurulmasının içinde bulunduğumuz kriz ortamı sonrasında üniversitelerin öncelikli görevlerinden biri olduğu açık.
  3.  Ortada olan bir diğer sorun da öğretim üyeleri kadar öğrencilerin de uzaktan eğitim konusunda yeterli birikime ve kısmen teknolojik imkanlara sahip olmaması. İdeal olan, uzaktan eğitim öncesinde örgün eğitimde dersi veren hocanın dersini uzaktan eğitim ile yine aynı öğrenci grubuna vermesi. Ama bunun yapılabilmesi için öğrencilerin dersi veren ile aynı sanal ortamda buluşabilme imkanına sahip olmaları gerekiyor. Bu da her öğrencinin en azından bir bilgisayar (tablet, dizüstü ya da masaüstü) ve verilen dersi sorunsuzca izleyebileceği bir internet bağlantısına sahip olmasını öngörüyor. Ne yazık ki, bu sorun da kısa vadede çözülebilecek bir sorun olarak gözükmüyor.

COVID-19 sadece halk sağlığı anlamında değil, iktisat, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler gibi birçok alanda birçok şeyi değiştirecek gibi. Eğitim ve yükseköğretim de bu alanlardan biri olacak. Şu an yükseköğretimdeki eksikleri ve bunların nasıl kapatılacağını konuşmak için en doğru zaman olmayabilir, ancak en azından halk sağlığı krizi bittiğinde, neler yapılabileceğini düşünmenin ve planlamanın faydalı olacağını umuyorum.

*Prof, Dr., Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü