Korona virüsünün ekoloji politiği

Distopik durumların yüksekliği ütopyaya en yaklaşılan anlardır diyebiliriz. Yaşadığımız kaba gerçekliğin distopyaya mı yoksa ütopyaya mı evrileceği bize bağlı.

Google Haberlere Abone ol

Erol Malçok

Tuhaf bir paradoksu yaşıyoruz yeni zamanlarda. İnsanın bir yandan doğadaki evrimsel süreçlere aşırı müdahalesi iklim krizi ve sürekli yeni tip öldürücü virüslerin ortaya çıkmasına sebep olurken öte yandan aynı virüsten (Covid-19) korunmak için almak zorunda kaldığı önlemler doğayı iyileştiriyor. İnsanın antroposen olarak adlandırılan, gezegene aşırı müdahalesinin sonuçlarından birisi olan korona virüsü yaban hayvanlarının alanına fazlasıyla girmemizden kaynaklanıyor. Bilim insanlarının araştırmaları korona virüsünün yarasalardan misk kedisine oradan da insana bulaştığını ortaya koyuyor. Hatırlayacak olursak HIV virüsü de şempanzelerden insana bulaşmıştı. Yaban hayvanlarının habitatına girmiyor olsak bu virüslerle boğuşuyor halde olmayacaktık belki de. Gezegen üzerindeki antroposentrik faaliyetlerimizle ciddi bir hesaplaşmaya girmeyip flora ve faunanın dengesini sürekli bozmaya devam edersek, evrimleşecek yeni tip virüslerin bizi kapıda beklediğini unutmamalıyız. Küresel ısınmanın dünyadaki hastalıkları arttırdığına ve gıda krizine yol açacağına dair de sürekli bilimsel çalışmalar yapılıyor.

İnsan azıcık durmak zorunda kaldığında bile neler değişiyor dünya üzerinde. Örneğin korona virüsü nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edilen İtalya’nın Venedik kentinde kanalların suyu temiz akmaya başladı ve bunun sonucu olarak da suda balıklar ve kuğular görünmeye başladı. Birçok ülkede birçok kentin havası son yıllarda hiç olmadığı kadar temiz şu anda…

Buradan hareketle sözü getirmek istediğim yer: yakın tehdit olarak algıladığımız korona ile uzak tehdit olarak algıladığımız iklim krizinin birbiriyle ve daha birçok faaliyetimizle iç içe olduğudur. Korona söz konusu olduğunda bireysel psikolojilerimiz, hemen bilim insanlarını dinlemek ve ona göre önlemler almak şeklinde işlerken –ki olması gereken de budur– iklim krizi söz konusu olduğunda maalesef bu durum bir avuç ekoloji aktivisti ve bilim insanının sorunuymuş gibi işliyor. Halimiz, Hitler’in orduları biraz uzaktayken normal hayatlarına devam edip, Naziler kapılarına dayandığı zaman ancak duruma ayıkan ama fazlasıyla geç kalmış olan Avrupa insanının durumuna benziyor.

KAPİTALİZM ÖLDÜRÜR

İçinde bulunduğumuz duruma dair dünyanın en büyük ya da en etkili ülkelerinin liderlerinin açıklamaları tam bir trajikomiklik içeriyor. Önce Trump’ın havalar ısınıyor ciddi bir sorun olmaz açıklaması ardında yakın zamanda Britanya başbakanı Boris Johnson’un yaşlılarımızın bir kısmı ölebilir açıklaması akıllara durgunluk verecek niteliktedir. İtalya ise kriz karşısında tam bir acizlik durumunu yaşıyor. Ölülerini gömmekte bile zorlanıyor. Uzaya insan gönderen, yapay zekâda inanılmaz ilerlemeler sağlayan bir sistemin en gelişmiş ülkeleri - tabii ekonomik olarak- çaresizlik açıklaması yapıyorlar. Bu açıklamaları, tüm imkânlarını seferber etseler gerçekten virüsle baş edemeyeceklerine yormamız imkânsız. Sorun neye öncelik verdiğinizle ilgili… İnsan hayatının önemi ve sağlıklı bir gezegende yaşamak mı? Yoksa ne olursa olsun ağırlıklı ekonomik kaygılarla hareket etmek mi? Türkiye hükümetinin geçtiğimiz günlerde açıkladığı önlem paketi de bunu doğrular niteliktedir. ABD’nin ve Türkiye dâhil birçok ülkenin sağlık sistemi berbat durumda ve böyle bir krizde bile sağlık sisteminin değişmemesi ciddi bir insan kaybına yol açabilir. Örneğin ABD için çok yüksek rakamlar telaffuz ediliyor. Bilim insanlarının ve sağlıkçıların tahminleri de bu yönde. Ama bu riski rahatlıkla göze alabiliyorlar. Oysa kamunun imkânlarının seferber edilip tüm ülkelerde sağlık ulaşımının en azından böyle bir durumda ücretsiz olması gerekir. Ve enerjilerini mültecilere duvar örüp dikenli tel çekmek yerine aşı bulmaya harcamalılar. Aşı bulma konusu o aşıyı ancak satabilecekse üretecek şirketlere bırakılmayacak kadar önemlidir. Çünkü sürekli değişen virüse karşı aşı üretmek şirketlere pek de kârlı görünmeyebilir.

Krize, ekonomik - sınıfsal temelli yaklaşım yine yoksulu vuruyor. Virüse karşı önlemler söz konusu olduğunda sağlıklı ve iyi beslenin önerisini sıkça dile getiren devlet “medya” ve “akademisyenleri” bunun ne kadara mâl olduğunun farkında mı acaba? Hem de marketler ve eczaneler fırsatçılık yapıp fiyatları uçurmuşken… Virüsün aşısı bulunsa bu aşıya kimler erişebilecek? Zenginler özel araç veya jetleriyle güvenli yerler satın alıp kiralayarak virüsten kaçabilirken ya da işlerini uzaktan yönetebilirken, gündelik yevmiyeyle çalışan işçiler ailesinin karnını nasıl doyuracak? Patronlarının ücretsiz izine çıkardığı insanların durumu ne olacak? İşleri bıçak gibi kesilen küçük esnaf ne yapacak? Herhangi bir işsizlik ücreti almayan işsizlerin psikolojisi ne olacak? Bütün bunların açıklanan önlem paketinde düşünülmediği çok açık… İnsanları sorunlarını bireysel olarak çözmeye ittiğinizde, sevgi ve dayanışmayla bir toplumsal önlem süreci yaşatmadığınızda, kaygılar hat safhaya çıkacak ve bireyler arası sosyal ilişkiler de paranoya düzeyinde bozulacaktır. Bunun en trajik örneği şu anda ABD’de yaşanıyor. Başka ülkelerdeki kısmi yağma haberlerini duyan Amerikalılar hızla silahlanmaya başladılar. Amerika’da silahlanmanın internetten satın alınabilecek kadar yasal kolaylığı var zaten. En kötüsü de bireylerin güven sorununun gelecekte de psikolojik hasarlara yol açacak olmasıdır. Zaten az güvenen ve az ilişki kuran bireyler bu pozisyonlarını da kaybedecektir. Bir nevi sosyal ölüm yani.

DAYANIŞMA YAŞATIR

Virüse karşı önlemler söz konusu olduğunda hep hijyen, beslenme ve sosyal mesafelenme önerileri dile getirilirken insanın kendisini yalnız hissetmeyeceği bir dayanışma ortamı sağlanmıyor. Canla başla çalışan sağlık personeli kendisini güvende hissetmiyor. İtalya’dan gelen haberlerden binlerce sağlık emekçisinin virüs kaptığını öğreniyoruz. Türkiye’de ise sağlıkçılar zor koşullarda çalışıyor ve aile hekimleri fiyatları yükselen malzeme ve ekipmanları sağlamakta zorluk çekiyor. Zor bir psikolojinin içerisindeler. Şunu unutmamalıyız ki bu krizde, fiziki önlemler kadar birey ve toplum psikolojisinin sağlam, dirençli kalabilmesi de çok önemli. Psikolojik olarak zorda olan bireyin bağışıklık sistemi de çökecek ve virüse kolay teslim olabilecektir. Ayrıca sürecin ne kadar devam edeceğini bilemiyoruz. ABD’de hükümetten sızan bilgiye göre ekim ayına kadar devam edebileceğinden bahsediliyor. Çin’de ve başka ülkelerde ikinci dalganın gelebileceği dillendiriliyor. Virüsün henüz yayılmadığı, özellikle de önlem almakta zorlanabilecek yoksul ülkeleri düşündüğümüzde önümüzde psikolojimizi sağlam tutmamız gereken çok uzun bir süreç olabilir. Bu durum bize ulusal ve uluslararası bir dayanışmanın zorunluluğunu gösteriyor.

Acaba kriz, daha da bencilleşmek ve yağma kültürü yerine, bireysel-toplumsal dayanışma kültürünü arttırır mı? Bu soruya Slavoj Zizek, insanların dayanışarak sisteme karşı çıkabileceğinin mümkünlüğü yönünde cevap veriyor ya da öyle temenni ediyor. Ben de iflah olmaz bir iyimser ve ütopyacı olarak buna benzer düşünüyorum. Ayrıca distopik durumların yüksekliği ütopyaya en yaklaşılan anlardır diyebiliriz. Yaşadığımız kaba gerçekliğin distopyaya mı yoksa ütopyaya mı evrileceği bize bağlı. Kendi yarattığı krizlerle insanlığın ve yeryüzünün eko - sosyal yaşamını berbat eden sistemin içinde bulunan bireyler, ancak kendisine ütopya gibi görünen sosyal ekoloji siyasetini uygulayarak krizden çıkabilirler. Çünkü bugün yaşadığımız ekolojik-sosyal felaketlerin sebebi erkek egemen, insan emeği ve hayvan sömürüsünde sınır tanımayan ‘ya büyü ya öl’ sermaye mottosuyla doğayı talan eden sistemin kendisidir. Hiyerarşik toplumsal yapı çözülmeden ne işçinin ve değişik toplumsal cinsiyetlerin ne hayvanların ne de ekolojik sorunların çözülmesi mümkün değildir. O halde zorunlu olan ile ütopik olan arasındaki ilişkiyi bir an önce kurmak durumundayız. Yoksa virüs kaygısıyla, ekonomik zorluklarla ve ekolojik tahribatla dolu bir dünyada büyüyecek çocuklarımız.

Etiketler ABD virüs korona