Korona günlerinde dayanışma

Kronik hastalar ve engellilerin özel ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Glutensiz un bulamayan çölyak hastaları var. Fizik tedavi ihtiyacı olan engelliler var. Evden çıkamayan, yalnız yaşayan ve belki yeni teknolojilere çok da aşina olmayan yaşlılar var. Onların maddi ve manevi gereksinimleri nasıl karşılanacak?

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Sosyal uzaklaşma sürecinin yarattığı tecrit ortamında gündelik hayatın hemen her alanında aksamalar söz konusu. Kurumsal yaklaşımlar bir taraftan pandeminin yayılımını ve enfekte kesimin tedavi sürecini kontrol altına almaya çalışırken diğer taraftan kırılgan grupların maruz kaldığı sosyal ve ekonomik etkilerle de başa çıkmaya çalışıyor. Birçok hükümet sağlık hizmetlerinin maliyetinden işsiz kalanların yaşam masraflarına, aksayan eğitim sürecinden piyasalardaki olası kriz koşullarına karşı çeşitli programlar açıklıyor ve bu yeni durum için bütçe ayırıyor. Bütün bunlar gerekli, ancak bu süreçten etkilenen tüm kırılgan kesimlerin gereksinimlerini karşılama konusunda yetersiz müdahaleler. Bu tür makro düzey politikalar durumu ana hatlarıyla kontrol altına almaya yarasa da belli grupların karşı karşıya kaldığı sorunları ve özel ihtiyaçları çözmekte yetersiz olabilirler. Örneğin kronik hastalar ve engellilerin özel ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Glutensiz un bulamayan çölyak hastaları var. Fizik tedavi ihtiyacı olan engelliler var. Evden çıkamayan, yalnız yaşayan ve belki yeni teknolojilere çok da aşina olmayan yaşlılar var. Onların maddi ve manevi gereksinimleri nasıl karşılanacak?

Bu süreçte belli başlı kesimlerin kırılgan konumu acil ve kapsamlı müdahaleler gerektiriyor. En büyük aksaklıklardan biri eğitimin kesintiye uğraması nedeniyle boşta kalan öğrencilerin durumu. Şimdilik üç hafta gibi görünen ara süresinin uzaması büyük bir olasılık. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve YÖK’ün uzaktan eğitim çabası yine gerekli, fakat tam anlamıyla bir çözüm olma konusunda yetersiz bir yaklaşım. Burada özellikle Türkiye’de Açık Öğretim sisteminin yaygınlığı ve etkinliği konusundaki deneyimin altını çizmek gerek; çünkü bu sayede uzaktan eğitim süreci biraz daha hızlı bir şekilde hayata geçirilmiş olacak. Ancak uzaktan eğitimin temel sıkıntısı öğrenme sürecinin gerektirdiği interaktif iletişimden yoksun olması, bireylerin farklı bilişsel özelliklerini ve buna bağlı olarak ihtiyaç duydukları eğitsel yaklaşımları içermemesi ve son olarak ölçme değerlendirme aşamasında etkinliğin sorunlu olmasıdır. Sonuç olarak örgün eğitimin tüm eğitim kademelerinde aksaması öğrenme sürecinde telafisi zor bir değer kaybına yol açacak.

Bir başka kırılgan grup ise çalışanlar ve çalışamayanlar. Pandemi koşullarına rağmen çalışmak zorunda kalan, en başta sağlık çalışanları ve kamu kurumlarındaki idari personel gibi kesimlerin çalışma riskleri artmış durumda, fazla mesaiden kaynaklanan yıpranma payı söz konusu. Halen çalışmakta olanların durumuna yönelik düzenlemeler ve koruma seçenekleri bir tartışma konusu. Diğer taraftan emek piyasasında yer alanların önemli bir kısmı sözleşmeli, yarı-zamanlı, parça başı çalışan emekçilerden oluşuyor. Bunun dışında kayıtdışı istihdam azımsanmayacak bir düzeyde. Üretimin durduğu alanlarda, mesela perakende sektöründe, yeme-içme sektöründe çalışanlar hafife alınmayacak bir ekonomik riskle karşı karşıya kalacak. Ücretsiz izne çıkmak zorunda kalanlar, süresiz olarak işsiz kalanlar için belli fonlar yaratılması veya sosyal koruma seçenekleri geliştirilmesi gerekiyor.

Pandemi ilanından ve Türkiye’de ilk vakanın görülmesinden hemen önce ülkenin gündemini meşgul eden en önemli grup kimi yerleşik kimi de transit durumda olan göçmenlerdi. Yaklaşık dört milyonluk bir nüfusun küçük bir kısmı resmi kayıt altına ve geçici koruma kapsamına alınmış durumda. Yine küçük bir kısmı kamplarda yaşıyor, ancak büyük bir kısmı düzensiz ve kayıtsız bir biçimde toplumun farklı alanlarında hayatta kalmaya çalışıyor. Bu kesime yönelik ne tür düzenlemeler yapıldığı çok önemli, en basitinden bir dil bariyerini göz önüne alarak Covid-19’a karşı 14 Kural bu kesime aktarılmalı, bu kesimin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ve bir yoksunluk halinin neden olacağı viral yayılımı engelleyecek önlemler alınmalı. Bu insanlar bir yere yerleştirilmeli, temel ihtiyaçları karşılanmalı ve temel hijyen koşulları garanti altına alınmalı.

Toplumsal hayatın ciddi bir oranda durduğu ve kurumsal çözümlerin ancak genel düzeyde işe yaradığı bir ortamda kırılgan gruplara yönelik ne tür alternatif yaklaşımlar üretilebilir? Dayanışma bu noktada hiç olmadığı kadar önemli oluyor. Şu ana kadar birçok küçük çaplı ve dağınık örnekten söz etmek mümkün: Risk grubunu oluşturan yaşlıların alışverişini yapmak isteyenler, evde kalan çocuklara internet üzerinden eğitim desteği sunanlar, ücretsiz kitap, film ve benzeri kaynağı paylaşanlar sosyal medya üzerinden farklı kesimlere ulaşıyor. Bütün bu çabalar çok değerli olsa da yaygın ve kapsayıcı olduğunu söylemek oldukça güç. Bu durumda dayanışmayı artırmak için neler yapılabileceği üzerinde daha fazla düşünmek gerekecek.

1. Yerelde dayanışma için yeni bir ölçek: Dayanışmadan söz ederken sıklıkla katılımcılığın önemine, gönüllülük konusunda motivasyonun gerekliliğine vurgu yapılır. Oysa fiziksel temasın ve sosyal ilişkilerin kısıtlandığı bir ortamda dayanışma ilişkilerinde katılımcılıktan söz etmek oldukça zordur. Burada yapılacak şey öncelikle bireysel erişimin mümkün olduğu düzeyde dayanışmayı yeniden ölçeklendirmektir. Belki bir apartman, bir site veya en fazla bir sokak kapsamında kırılgan gruplara ve ihtiyaç sahiplerine odaklanmakla başlanabilir. Burada doğrudan temas olmadan, belli bir mesafeden ihtiyaçlar karşılanabilir. Söz konusu ihtiyaçlar her zaman elle tutulur ve maddi olmayabilir, bazen bir konuşma, bir bilgi paylaşımı bile insanlara çare olabilir. Eğer bu ölçekte küçük bir gönüllü grubu oluşmuşsa basit bir işbölümü ile dayanışma geliştirilebilir.

2. Sosyal medyada dayanışma grupları: Toplumsal hayata yönelik düşüncenin en temel varsayımı insanın toplumsal bir varlık olduğu, bireyin toplumsallaşma (sosyalizasyon) süreci sonucunda belli toplumsal kural ve değerleri öğrendiği, içselleştirdiği ve kendini yapının içine yerleştirdiğidir. Bu toplumsallaşma süreci sekteye uğradığında birey Durkheim’ın kavramıyla anomi, yani bir kuralsızlık ortamıyla karşı karşıya kalır. Özellikle doğal afetler, ekonomik kriz, savaş gibi kitlesel çöküntü durumlarında bireyler davranışlarını temellendirecek toplumsal çerçeveden yoksun kalırlar ve ruhsal sorunlar yaşayabilirler. Pandemiye bağlı tecrit durumu da benzer bir etki yaratabilir. Bu durumda sosyal medya ve diğer iletişim araçları üzerinden kurulacak dayanışma ve yardım grupları bireyin ihtiyaç duyduğu toplumsal çerçeveyi kısmen de olsa sağlayabilir. Yalnız yaşayan ve evden çıkamayan bireyler için bu tür iletişim ağları hayat kurtarıcı olabilir.

3. İnternet ve sosyal medyadan başka araçlar: Dayanışma ilişkilerini kurmak ve sürdürmek için en etkin araç internet grupları ve sosyal medya oluyor. Sosyal ağlar, benzer talepleri veya ilgileri olan insanları bir araya getirmek, bilgi aktarımı veya eğitim gibi alanlarda yardımlaşmak için çok kolaylaştırıcı. Ama bunun dışında, teknolojik olarak eski olsa da internet ve sosyal ağların dışında kalan kesimlere ulaşmak için kullanılacak başka araçlar da var. Yerel radyo ve televizyonlar, internet erişimi olmayanlar için cep telefonları veya sabit telefonlar, yakınımızda yaşayan ancak bu şekilde ulaşamadığımız kişiler için kapıya bırakılacak küçük bir not da bir seçenek olabilir. Bunları düşünürken güvenlik kaygısını göz önünde bulundurarak yaklaşmakta fayda var, örneğin apartmanlarda ya da sitelerde görevliler ya da yöneticiler bu konuda aracı olabilir, inisiyatif kullanabilir.

4. Bağışlar: Pandemi sürecinin sınıfsal boyutu hem virüsün yayılma sürecinde hem de buna karşı alınan önlemlerin ekonomik etkisinde kendisini gösteriyor. En temel yaşamsal ihtiyaçlarını ve temizlik koşullarını sağlayamayan kesimlerin virüsten etkilenme olasılıkları artıyor. Ekonomik daralma sonucunda işsiz ve dolayısıyla gelirsiz kalan kesimin ise ekonomik kırılganlığı artıyor. Her iki durumda da piyasa aktörleri bölüşümü iyileştirmeye katkı sağlamaktan, devlet ise sosyal politika harcamalarını artırmaktan kaçınıyor. Kurumların çekimser kaldığı koşullarda dayanışma acil durumdakiler için kaçınılmaz oluyor. Nakdi yardımlar için sendikalar veya başka dayanışma örgütleri bir yardım fonu ya da sandık oluşturabilir. Ayni yardımlar, özellikle hijyen malzemeleri veya gıda yardımı için mahalle düzeyinde iletişim ağları kurulabilir, muhtarlıklar bu işin düzenlenmesinde en azından iletişim açısından kolaylaştırıcı olabilirler. Belli stratejik noktalarda gıda bankaları kurulup gıda destekleri böyle noktalarda toplanabilir. Yerel yönetimlerin semt evleri, dayanışma evleri, mahalle birimleri bu iş için kullanılabilir.

5. Dayanışma Ağları: Dayanışma girişimleri mevcut halleriyle oldukça parçalı ve dağınık bir biçimde seyrediyor. Böyle olunca bu girişimlerin kapsamı dışında kalan kesimler olabiliyor, ya da tam tersi girişimlerin tek bir noktada toplandığı ve çakıştığı durumlar ortaya çıkıyor. Hem dar alanda tekrara düşmemek için hem de dayanışmaya dair bilginin yaygınlaştırılması için dayanışma ağlarının kurulması, bunların farklı iletişim araçları üzerinden duyurulması gerekir. Örneğin dayanışma girişiminin kısaca adını ve işlevini, yerini ve iletişim adresini ya da numarasını hem internet üzerinden hem muhtarlık üzerinden hem de cami aracılığıyla duyurmak denenebilir. Böylece bir noktadan ulaşılmayan ihtiyaç sahipleri başka bir noktadan ulaşılabilir. Böyle bir dayanışma ağını gönüllülük esasına dayalı kitlesel bir katılımla (crowdsourcing) oluşturmak mümkün.

Bütün bunlar, örgütlü toplum geleneğinden yoksun, devlet baba siyasetine sırtını dayamış, piyasa bağımlılığını zora düşene kadar sorgulamamış kesimler için anlaşılması zor, kuşkulu açılımlar. Kutuplaşmanın fazla olduğu, her gün yeni bir ayrımcılık örneğine maruz kaldığımız, toplumsal fay hatlarının giderek derinleştiği bir ortamda güven temelli, gönüllülük ve katılımcılık üzerinden şekillenen bir alternatifi hayata geçirmek büyük bir meydan okuma. Ancak pandemi koşullarına maruz kalan herkes için kesin olan bir şey var, hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Salgının yarattığı öğrenme süreci toplumsal ilişkilerde bir iz bırakacak, tüketim davranışlarımızı etkileyecek, gelecek endişelerimizi derinleştirecek. İçinde bulunduğumuz koşullara uyum sağlarken, toplumsal uzlaşıyı iyileştirmeye yönelik çabalar artırılmalı. Marketteki mallara saldırmadan önce ya da kendimizi kurtarmadan önce birlikte yaşamayı hangi değer üzerinde inşa edeceğimizi daha fazla düşünmeye ihtiyacımız var. Umalım ki dayanışma da bu değerlerden biri olsun.

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü