Korona diplomasisi!

Koşullar “korona diplomasisi” için bir fırsat değil, zorunlu bir nedendir. Türkiye’nin güvenliği ve sağlığı için de gereklidir. Türkiye ile Suriye arasındaki sorunları silahla değil, korona diplomasisiyle çözmek daha akılcı ve insani bir yöntem olabilir.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

Dünya tarihinde hiç beklenmedik olaylar bazen bambaşka bir alanda hiç olmayacak sonuçlar doğurabiliyor. Yakın dönemlerde bu paradigmanın iki farklı örneğini yaşadık, ikisi de diplomasi alanında. İlki bir pingpong maçının ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), diğeri bir deprem felaketinin de Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin yönünü değiştirmesi.

Çin Komünist Partisi’nin 1949 yılında ülkede hakimiyeti ele geçirmesiyle birlikte, ABD yeni ilan edilen ÇHC’yi tanımayarak, ambargo uygulamaya başladı ve BM dahil, her yerde tecrit etmeye çalıştı. Bu durum 1971 yılına kadar bu şekilde devam etti. Ancak durum, ÇHC’nin 1971 yılında Japonya’da bir turnuvaya katılan ABD pingpong takımını davet etmesi ve davetin kabulüyle değişti ve ABD-ÇHC ilişkilerinde bir yumuşama dönemi başladı. 1972 yılında Başkan Nixon ve Dışişleri Bakanı Kissinger’ın ÇHC’yi ziyaret etmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler normalleşti. Bu gelişme bugün de “pingpong diplomasisi” olarak adlandırılıyor, biliniyor.

İkinci örnek ise bu sefer Türkiye ile Yunanistan arasında, ancak bir doğal felaket sonrasında yaşandı. 1999 yılının yaz mevsiminde önce Gölcük, sonra Atina’da ölümlere ve ciddi maddi hasara yol açan depremler vuku buldu. Depremler iki komşu ülke halkları arasında güçlü bir yardımlaşma ve dayanışma sürecini tetikledi. İki ülke arasında emsali olmayan bu olumlu ortam Türk ve Yunan liderlerinin ülkeleri arasındaki ilişkilere başka bir gözle bakmalarının yolunu açtı ve bir yakınlaşma ve işbirliği dönemi başladı. Bu süreç de “deprem diplomasisi” olarak hatırlanıyor.

Şimdi neden bu iki örnekten bahsediyoruz, onu açıklayalım! Yaklaşık üç aydır insanlık koronavirüs salgınıyla meşgul ve mücadele ediyor. Uluslararası gündemdeki bütün konular ikinci plana itilmiş, sanki öncelik ve önemlerini yitirmiş gibiler. Oysa gerçek tabii öyle değil. Çatışmalar, siyasi sorunlar, açlık, sefalet, terör, iklim değişikliği, deprem gibi diğer doğal afetler aynen devam ediyor. Ancak korona salgını az ve ürkek de olsa bir küresel dayanışma hissiyat ve ihtiyacının doğmasına da yol açmış görünüyor. İtalya başta olmak üzere pek çok ülkeye yardım elini uzatan Çin bu bağlamda iyi not alırken, ABD, Avrupa ve Rusya içlerine kapalı ben-merkezli yaklaşımlarını maalesef henüz sürdürüyorlar. Küresel planda dayanışmanın seyrinin ne olacağını görebilmek için anlaşılan biraz daha beklememiz gerekecek. Ne yazık ki…

Türkiye’ye geldiğimizde durum nasıl? Salgınla mücadelenin bilime dayalı bir zeminde yürütülebildiği ölçüde başarılı olacağının pek çok işareti var. Ancak din ve inanç esaslı zihniyet, söylemler ve eylemler bilime müdahale ediyor ve bilime dayalı mücadeleyi olumsuz etkiliyor. Diyanet'in yanlış ve eksik yönlendirmeleri salgının kontrolünü zorlaştırıyor. Diğer bir deyişle, salgın bağlamında zor günler Türkiye’nin arkasında değil, korkarım, hâlâ önünde!

Şimdi korona virüsü salgınına diplomasi açısından bir bakalım. Türkiye için salgın özellikle Suriye’yle ilişkilerimizi gözden geçirmek için öncelikli bir neden oluşturuyor. Suriye’de virüs enfeksiyon ve bağlı ölümler verileri hakkında ülkenin durumu nedeniyle sağlıklı bir bilgi almak mümkün değil. Ama komşumuzda neler yaşanabileceğini tahmin etmek de zor değil. Salgınla mücadele için, Suriye’nin son 10 yıldır çatışmalarda çökertilen alt yapısının yeterli olamayacağı, sivil halkın kendilerini korumak için en basit imkanlardan dahi yoksun olduğu, çatışmalar nedeniyle ülkeye insani yardımların yetersiz kaldığı hususları ülkenin acı gerçekleridir. Salgının orada baş göstermesi olağanüstü acılara yol açabilir.

Diğer bir deyişle, Suriye halkının Türkiye’nin yardım ve dayanışmasına ihtiyacı vardır. Pingpong ve deprem diplomasisi örneklerinden hareketle Türkiye uluslararası düzeyde yansımaları olabilecek Suriye'ye yönelik bir “korona diplomasisi” hamlesi yapmalıdır. Bu amaçla ülke genelinde bir ateşkes sağlayarak -bunun için BM Güvenlik Konseyi devreye sokulmalıdır- Suriye yönetimiyle temas ve anlaşmayla salgın bağlamında nasıl bir işbirliği yapılabileceği hususları belirlenmelidir. Suriye topraklarındaki askerî mevcudiyetimizi sonlandırmak için de yeni bir gerekçemiz daha vardır: askerlerimizin güvenliği.

Yaklaşık 4 milyon Suriyeli sığınmacıya kucak açan Türkiye’nin Suriye’de yaşamaya çalışan halka da imkanları çerçevesinde yardım elini uzatması gerekir.

Koşullar “korona diplomasisi” için bir fırsat değil, zorunlu bir nedendir. Türkiye’nin güvenliği ve sağlığı için de gereklidir. Türkiye ile Suriye arasındaki sorunları silahla değil, korona diplomasisiyle çözmek daha akılcı ve insani bir yöntem olabilir.

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili