Reel politik olarak Kürtler

Bu savaşın gözlerden kaçırılan bir yanı da siyasal ve ekonomik olarak çöküşün çözümü olarak görülmesidir. Bu görme öznel bir niyet değil, aksine kapitalizmin, diktatöryel tarzların irrasyonel pozisyonudur. Dolayısıyla savaşın kazanılması hali bile çöküşü hızlandıracaktır.

Google Haberlere Abone ol

Eşref Avcı

Reel politiğin birinci ilkesi; reel politik oyun değildir ancak bu politik sahnenin uygulayıcılarını oyuncu olarak nitelemekte bir beis yok, söz konusu maddi çıkarlar olduğunda bütün oyuncular birbirini satar. AKP orjinli rejimin uzun zamandır hazırlığını yaptığı Kuzey Suriye’de güvenli bölge stratejisinin temel argümanı herkesin malumu olan yalanlar üzerine dizilirken ABD’nin geceden sabaha pozisyon değiştirmesinin alametifarikası reel politiğin birinci ilkesinin teyidi niteliğinde. ABD’nin geceden sabaha değişen reel politik duruşunun muhtemel çıkarlarda Türkiye’nin kaybının Kürtlerin kaybından daha dramatik bir sonuç yaratacağı hesabıdır. Dolayısıyla hiçbir şey olmamış gibi bir anda ABD askerleri mevzilerini terk edebildiler. Mevziin terk edilmesinin bu denli kolaylıklı olması akla çıkarların çakışması ya da çatışması ilkesinin belirleyici önemde olduğunu bize hatırlatır. Dönemsel olarak Türkiye ile çakışmak durumunda kalan çıkarlar Kürtler ile çatışma yolunu açmıştır. Kürtler bir kez daha “satış” psikolojisinin travmasını yaşamak durumunda kalmıştır.

Reel politiğin ikinci ilkesi; Kendinden büyük bir güce kendi politikalarını kabul ettirmenin en önemli yolu, sana ihtiyacı olduğunda politikanı kabul ettirebilirsin ilkesidir. IŞİD ile savaşın neredeyse bütün evrelerinde Kürtler Suriye ile ilgili yapılan bütün pazarlıklarda devre dışı bırakıldı ve zamana yayıldı, diplomasinin kirli koridorlarında boğduruldu. Afrin mevzu olduğunda SDG Rakka sınırlarında savaşıyordu, arada geçen onca söyleme ve pazarlığa rağmen Afrin SDG’nin elinden alındı. SDG, Rakka’da IŞİD ile savaşırken geri dönüp sadece kendi olağan sınırlarına çekilseydi, dengeler farklı olabilirdi. Ancak şu anda ABD’nin Kürtlere ihtiyacı yok, deyim uygunsa yeniden IŞİD’in palazlanmasına ihtiyaçları var, Suriye’de görünür gelecekte savaşın biteceğine dair göstergeler emareler de yok. Böyle bir durumda savaşın cephelerinin değişeceğini tahmin etmek için müneccim olmak gerekmiyor. Bu yeni cephe Kürtlerin kazanımlarının elimine edileceği bir dönem olacaktır. Dolayısıyla reel politiğin üçüncü ilkesi devreye giriyor.

Reel politiğin üçüncü ilkesi; ulus devletler rejimini tehdit edebilecek herhangi bir oluşuma müsamaha gösterilmez. Son 17 Eylül tarihli Astana Zirvesi'nin sonuç kararlarında özellikle belirtilen "Suriye'de gayrimeşru öz yönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişim reddedildi." Özellikle altı çizilmesi gereken bu karar troykanın Kuzey Suriye Federasyonu konusundaki tavrını net bir biçimde önümüze koymuştur, bunun gibi reel politiğe has onlarca ilke sayabiliriz, ahlaktan, vicdandan, karakterden yoksun reel politik egemen sınıfların tepiştiği ve ezilenlerin her defasında ezildiği politik sahnedir. Ölülerden yapılmış masaların üzerinde stratejilerin, taktiklerin, haritaların yer aldığı reel politik içerisinde yer alan bütün oyuncular ile birlikte yok edilmesi gerekir.

Bu sahne farkını ilkelerle değil, çıkarlarla gösterir. Tarihsel olarak böyle bir sahnenin hiçbir zaman ezilenlerin yararına olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kürtler özelinde tarihsel olarak bu tür sahnelerde ne zaman yer aldılarsa deyim uygunsa egemen sınıfların sofrasında meze oldular. Reel politik sahnenin içerisinde devletlerarası çelişkilerden yararlanmak kuşkusuz önemlidir ve hatta dönem dönem ittifak ilişkileri dahi kurulabilirse de, ittifak ilişkilerinin kalıcı bir zamanı kapsadığına dair bir gösterge mevcut değildir. Kürtler ile Amerika’nın ilişkisini de böyle görmek gerekir. ABD hegemonik gücü eksilmeye başladığından beri iç hesaplaşmaları görünür hale gelmiştir, Dış İşleri'nin ayrı, Pentagonun ayrı, Beyaz Saray'ın ayrı veya Kongre'nin ayrı duruşlar, söylemler sergilediği ve bunun fiiliyata yansıyış biçimleri dikkate alındığında ABD egemen sınıfları içi çatışmaların belirgin bir biçimde görünür hale geldiği gözlerden kaçmamaktadır.

ABD’nin bu pozisyonu iki farklı durum ortaya çıkarmaktadır birincisi; hegemonya kaybının yaratmış olduğu travmatik etki ve ikincisi; sorun çözme kapasitesinin yok olması. Konumuz, ABD hegemonyasının kaybı değil, fakat hegemonya kaybının siyasal süreçler üzerindeki etkisinin travmatik belirsizlikle birlikte yürüdüğünü ifade etmektir. Trump’ın başını çektiği ekip çekilme kararı alırken bir diğer ekip çekilmeyi yavaşlatıp farklı bir durum ortaya çıkarabiliyor. Bu durum düne kadar hegemonun etki alanında bulunan güçlere özerk hareket etme imkânı da sunmaktadır. Türkiye’nin Suriye dâhil son birkaç yıldır ortaya koyduğu askeri pratiklerinin ardında hegemonun eksilmesi tutumu olduğunu vurgulamakta bir beis yok. Hegemonun ayırt edici özelliği, birlikte hareket ettiği güçlerle savaşa gerek kalmaksızın kabul edilme kapasitesidir. Bu kapasite onun iradesinin nihai kabul merci olmasıdır. Bunun yitimi durumunda ortaya çıkan tablo fazlasıyla dramatik hale gelir. Tarihsel olarak Hegemonya sorunu yeni savaşlara olanak da yaratmıştır. Bu kuşkusuz hegemonyanın ikili karakterinin eksilmesidir. Yani ekonomik hegemonya ile siyasal hegemonyanın birlikte eksilmesi.

Hegemonya eksilmesinin yaratmış olduğu etki en somut Kürtler ile olan ilişkisine yansımış ve burada Kürtlerin statü kaybı ABD’nin hegemonya kaybından daha dramatik sonuçlar yaratmıştır/yaratacaktır. ABD İŞİD’e karşı savaşı üzerinden Kürtleri modern silahlarla donatmıştır ve bu donatılar bilindiği gibi lojistik olarak desteklenmez ise savaşta herhangi bir etki de yaratmayacaktır. IŞİD’i nihai olarak Kürtlerin başına yine Kürtlerle dönemsel ittifak eden bu güçler bela etmiştir, onun ideolojik kardeşleri sermaye döngüsünün içerisinde yer alan kapitalist/emperyalist devletlerdir. ABD’nin, Trump’ın ağzından “savaşta tarafsız kalacağını” söylemesi bu silahların lojistik olanaklarının da Kürtler aleyhine yok edilmesi anlamını taşıyacaktır. Dolayısıyla ortaya çıkan tabloda Kürtler; kendi toplumsal statülerinin kabul edilmemesinin yaratmış olduğu handikap ve IŞİD konusundaki işlevsel pozisyonu arasında kaldığı makas, yaşadığı psikolojik bariyerin boyutu açısından dikkate değer bir gerilimi ifade etmektedir. Kendi öz gücüne dayanma ilkesinin esas, diğer kapitalist, emperyalist devletlerin, çelişkilerinden faydalanmakla ile birlikte bunların herhangi biri ile ittifak ilişkisi içerisinde olmak kesinlikle tali sınırlar içerisinde olmalıdır. Bu bugün çok daha elzemdir.

Gelelim Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasal-ekonomik krizin atlatılması için yeni bir başlangıç sayılabilecek bu savaşın önemine; Türkiye bu savaş üzerinden koro halinde söylenene gelen “beka” söylemi eşliğinde başından beri Suriye sahasını içinde bulunduğu ekonomik krizin hem müsebbibi ve hem de çözümü olarak telakki etmiştir. Buraya yatırılan paralar, eğitilen donatılan çeteler vs. sonuçta gelir hanesine değil, gider hanesine yazılmıştır. Bu giderlerin en kolay tahsil edileceği yer de kuşkusuz ticaretin yalana içkin doğası gereği Kürtlerle olan husumetin somut varlığından hareketle Rojava coğrafyasıdır. Ancak bu savaşın gözlerden kaçırılan bir yanı da siyasal ve ekonomik olarak çöküşün çözümü olarak görülmesidir. Bu görme öznel bir niyet değil, aksine kapitalizmin, diktatöryel tarzların irrasyonel pozisyonudur. Dolayısıyla savaşın kazanılması hali bile çöküşü hızlandıracaktır. Ancak kişisel olarak bu ve benzer bütün haksız savaşlara karşı olduğumu belirtmek isterim, çünkü bu savaşın reel politiğin gereği olarak halkların/ezilenlerin hanesine ölüm olarak dönecektir.