Kürtler bir mesele midir? Ortadoğu’da Kürtler için hukuk, etik ve siyaset

Kürtler, bu soruyu nasıl yanıtlayacaklardır? 1200 yılında Selahaddin Eyyübi mektubuna “ben Kürt Selahaddin…” diyerek başlamıştı. 1600 yıllarında Şerefxan Şerefnamede ayrıntılı bir “millet” girişiminde bulunmuştu. 1700 yıllarında ise Ahmedi Xani “milletimiz” kavramını kullanmıştır. Buradan anlaşılmaktadır ki Kürt tarih yazımı, kendi geçmişine dair modern tarih yazımına geniş bir literatür sunmuştur. Peki bunun hak, hukuk, nesafet, adalet ile alakalı olarak sonuçları neler olacaktır?

Google Haberlere Abone ol

İsmet Yüce*

Kürtler bir mesele midir? Dinamik bir toplumsal, siyasal, kültürel hayatın pasif bir konusu mudurlar ya da? Daha ileriye giderek soralım: Kürtler, Ortadoğu ve Ortadoğu devletlerinin veya ideolojik ve söylemsel düzeyde sorarsak Türk, İran ve Arap milliyetçiliklerinin sürekli olarak kendilerine ödevler verdikleri bir sorun mudur? Sürekli telafi edilen, tadilat yapılan ve tahsilat talep edilen sıradan bir konu mudurlar? Her bir devlet ve hukuk düzeninin içinde nereye ve nasıl yerleştirilecekleri, ulusal iddiaların hangi kompartımanına konulacakları üzerine konuşulan, duygu ve sadakatleri üzerinde sürekli olarak hesaplar yapıldığı bir “teba” mıdırlar?

Yoksa, diyaloğun bir tarafı, dinamik bir toplumsal hayatın dinamik bir unsuru, eşit bir kültürel ilişkiler ve gündelik hayat alanının öznesi, hukuk, adalet ve siyasetin her sorunun ve cevabın ana mahfillerinden birisi midirler?

Bu sorular, Ortadoğu’nun inşa edildiği 19'uncu yüzyıl sonlarından itibaren yankılanan ve hâlâ da yankılanmaya devam eden temel sorulardır ve sadece Ortadoğu değil bütün bir evrensel dünyanın da bugüne dair hukuk, adalet ve siyasete dair güncel sorularını ve cevaplarının test edildiği bir tarihsel laboratuara işaret etmektedir. Son 150 yılın soruları, Ortadoğu’nun her gün yaşadığı sorunlarda yeniden ve yeniden sorulmakta, sorunun ortaya konuluş biçimi, kavramları ve entelektüel düzeyde nasıl tüketildiği konusu da demokrasi ve otoriteryanizm tartışmaları bakımından da özel bir dikkati gerektirmektedir.

“Kürtler ve Hukuk için Londra İnsiyatifi” olarak son 150 yılın bu en temel sorularını yeniden ve bu kez bir başka biçimde tartışmak için Britanya Alevi Dernekleri Federasyonunun ev sahipliğinde 30 Mayıs 2019’da bir panel düzenledik. Ve konuşmacılara Kürtler ve hukuk bahsinin iki yönünü anlatmak üzere bir soru sorduk: Ortadoğu’da Kürtler ve hukuk ile Kürtlerin kendi içindeki hukuk üzerine açılan bu ikili bahis gerçek bir hak, adalet ve hukuk tartışmasını da beraberinde getirecekti. Nitekim katılımcılar Dr. Orhan Gazi Ertekin ile Dr. Deniz Çiftçi sırasıyla tam da bu sorulara cevap vermek üzere kurguladılar konuşmalarını.

DR. ERTEKİN: ORTADOĞU'NUN HUKUKEN İNŞASI VE KÜRTLER KARŞISINDA HUKUK

Ertekin, sunumunda, “Kürt sorunu” adlandırmasının her şeyden önce hukukun içinden savunulamayacak bir hiyerarşi barındırdığını, herhangi bir kültürel, etnik, milli grubun siyasi yönetimlerin stratejik hesaplarıyla sevk edilmesini meşrulaştıran bir yaklaşım olarak belirginleştiğini, bu haliyle çözümün dinamikleri konusunda sadece devlete ödevler veren bunun dışındaki tüm insani irade alanlarını yok sayan bir etki gösterdiğini savunarak başladı konuşmasına. “Kürt meselesi bir Kürt meselesi olarak kaldığı sürece bir mesele olmayı sürdürecektir” şeklindeki özeti sorunun dinamik ve çok taraflı, çok iradeli niteliğini vurgulaması açısından oldukça önemliydi.

Dr. Ertekin, Ortadoğu’nun bugünkü statüsü ve hukuk düzenlerinin iki temel tarihsel uğrak üzerinden inşa edildiğini, bunlardan esas olanın 1918-32 arası tarihsel süreç olduğunu, bu süreç içinde emperyal egemenlik stratejileri ile bölge devletlerinin egemenlik iddiaları arasında bir uyum ve uzlaşma alanının oluştuğunu ve bu uzlaşma alanına da hukuk dendiğini ifade etmiştir. 1918’den 1932’ye kadar ki süreçte Ortadoğu haritasının belirlendiğini, Sykes-pico anlaşmasının ortaya koyduğu İngiliz ve Fransız çıkarları ile Türkiye, İran ve daha sonradan ortaya çıkan Arap devletlerinin bölgesel ve yerel egemenlik yapıları arasındaki çakışmanın bölgenin coğrafi, kültürel, siyasal sınırlarını oluşturduğu kadar aynı zamanda hukuki-kriminolojik sınırlarını da inşa ettiğini de eklemiştir Ertekin. Bu çerçevede Kürtlerin yaşadığı bölge coğrafi olarak farklı egemenlik yapılarına ayrılırken Kürtler kaçınılmaz olarak kriminal, “kaçakçı” bir politik ve hukuki konuma doğru itilmiş olmaktadırlar. Birisi İngiliz ve Fransız olmak üzere emperyal diğeri ise Türkiye, İran ve Arap devletleri olmak üzere bölgesel çıkar alanları tarafından tarif ve tasnif edilen coğrafya Kürtleri tüm varoluş halleriyle bir “sınır” olarak yerleştirmeyi de kaçınılmaz hale getirmiştir. Emperyal güçler ve bölge devletlerinin sınır kontrolü ve egemenlik iddiası bu ülkelerin hukuk ve yargısını ciddi bir milliyetçi ideolojinin etkisi altında bırakmış ve ortadoğuda hukuk ve adalet sorunları da böylece yapısal bir hale gelmiştir. İşte bugün “Kürt sorunu” diye adlandırdığımız şey emperyal ve bölgesel güçlerin coğrafyayı, kültürü, beşeri alanı tarif etme geleneğinin bir politik ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ertekin, 1920’lerde oluşan bu statükonun Dr. Mustafa Ongan’ın doktora tezinde işlediği gibi 1878 Berlin Antlaşması sonrası Türkiye-İran sınırının kesinleştirilmesi-belirginleştirilmesine dair pratiklerle tarihsel bir derinliğe ve tecrübeye dayandığını da ifade etmiştir. Esas olarak İngiliz emperyal çıkarları tarafından yönlendirilen ve sevk edilen bu modern sınır oluşturma çabası aynı zamanda Türkiye ve İran’ın modern devlet olarak inşa süreçlerinin ve dahi çıkarlarının bir parçası olarak ortaya çıkıyordu. Bu durum 1920’lerde üst üste geçen emperyal çıkarlar ile bölgesel devlet çıkarları arasındaki ilişkinin ondan yaklaşık bir elli yıl öncede kurulmuş olduğunu göstermektedir.

Ertekin, Ortadoğu’nun bu kuruluş sürecinin Türkiye’nin hukuk düzeninin inşası bakımından da anlamlı sonuçlar doğurduğunu, Türkiye’de hukuk düzeninin esas olarak Türklük üzerine dayandığını, Türklüğün ise yapısal bazı zaaflar içeren bir Türkçülük tarafından kurgulandığını, bu durumun hukuk düzeni içinde hiyerarşik bir kompartımanlar alanının doğmasına yol açtığını da eklemiştir. İlk Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un “Türklük dışındaki grupların tek hakkının köle olmak…” olduğuna dair ifşaatının bu hiyerarşik düzenin açıksözlü bir ifadesi olduğunu söylemiştir.

Bütün bu cümlelerden olmak üzere Ertekin, Kürt meselesini hukukun içinde, hukuk ile ve hukukun gerektirdiği hak, özgürlük, nesafet ve adalet ilkeleri ile eşit düzeylerde konuşmak gerektiğini, ancak bu halde Kürt meselesinin bir mesele olmaktan çıkıp kendi cevaplarını bulan ve Ortadoğuda tüm farklı etnik, kültürel grupların bir arada yaşama imkanını derinleştiren etkiler göstereceğini ifade ederek sunumunu tamamlamıştır.

DR. ÇİFTÇİ: PEKİ YA KÜRTLER ARASINDAKİ HUKUK?

Dr. Çiftçi, konuşmasına Ertekin’in bıraktığı yerden hareketle çarpıcı bir tespitle başlamıştır: “38 yıl önce Türklerle yaşayabilir miyiz?" sorusu tartışılırken bugün "Kürtler bir arada ve beraber yaşayabilir mi" haline geldiğini, İslamcı Kürtler, Alevi Kürtler vb. gibi çeşitli dinsel ve inanç farklılıklarının giderek merkezi ve ortak bir kamu alanında buluşmaya dönüşüp dönüşmeyeceği sorularını vurguladı. Bu noktada Kürtlerin kendi aralarındaki hukuk bakımından iki temel tespitin altını çizgi Dr. Çiftçi. Bunlardan birincisi Kürtler içinde giderek çeşitlenen aktörler alanının yükselişi ve ikincisi ise kültürel haklar, özerklik, federasyon ve bağımsızlık taleplerine kadar giden geniş bir talepler alanının doğduğunu, tüm bunların konunun çözümü ve Kürtlerin hukuk yaratma kapasiteleri konusunda bir bakış açısı sunduğunu ifade etmiştir. Çiftçi, Kürt sosyolojisi ve siyaseti içindeki farklı aktörlerden örnekler vermiş, İslamcı Kürtlerin giderek kürt milli talepleri doğrultusunda bir politik eğilim gösterdiğini, Rojova’nın ise hem güney hem de kuzeyde yeni bir siyasi ve hukuki merkez olarak doğduğunu ve artık hiç kimsenin Rojova’yı gözardı ederek değerlendirme yapamayacağını dile getirmiştir. Başlıca vurgusu ise şurası olmuştur: Kürtler çok aktörlü bir sosyolojik, kültürel ve örgütsel bir tecrübeye sahiptirler. Kuşkusuz çözüm de çok aktörlü olmak zorundadır. Bu da açıktır ki Ortadoğu’da Kürtlere uygulanan hukuk gerçeği kadar Kürtlerin kendi aralarındaki hukuk ve Kürtlerin hukuk yaratma kapasiteleri açısından oldukça belirleyici bir soru ve sorunlar alanını ortaya çıkarmaktadır.

Şimdi panel ve konuşmaların ortaya çıkardığı oldukça temel bir sorun ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu sorun Ortadoğu’da bir hukuk tartışması hem dışarıdan vaat edilen hukukun değerlendirilmesini hem de içeride Kürtlerin kendi yarattıkları; birbirleriyle nasıl yaşayacakları, sorunlarını nasıl çözecekleri, birbirlerine nasıl bir hukuk vaat ettikleri soruları ile birlikte yapılmak zorundadır.

Kürtler, bu soruyu nasıl yanıtlayacaklardır? 1200 yılında Selahaddin Eyyübi mektubuna “ben Kürt Selahaddin…” diyerek başlamıştı. 1600 yıllarında Şerefxan Şerefnamede ayrıntılı bir “millet” girişiminde bulunmuştu. 1700 yıllarında ise Ahmedi Xani “milletimiz” kavramını kullanmıştır. Buradan anlaşılmaktadır ki Kürt tarih yazımı, kendi geçmişine dair modern tarih yazımına geniş bir literatür sunmuştur. Peki bunun hak, hukuk, nesafet, adalet ile alakalı olarak sonuçları neler olacaktır? Milli kimlik, milli ideoloji, milliyetçilik, Kürtler arasında nasıl bir tarihi seyir izlemiştir? Ve nasıl bir mahiyet kazanmalıdır? Kürtlerin evrensel olana vereceği, Kürtlerin Türklere, İranlılara, Araplara vereceği kimliğe, kültürü, hakka, hukuka, nesafete dair neler vardır. Kürtlerin birbirlerine vereceği neler vardır? Kendi dışındakilerle nasıl yaşayacağı sorunu kadar kendisiyle, Kürtlerin kendi aralarında nasıl bir hukuk iddiaları vardır?

Bunlar çok temel sorulardır ve artık yazının en başından itibaren sorduğumuz ( Kürtler bir mesele midir?) sorusunun yerini Kürtler kendilerine ve başkalarına nasıl bir hukuk vaat ediyorlar? Kürt aktörler arasında nasıl bir hukuk olmalıdır? Kürtlerin başka halklar ile hukukları nasıl olmalıdır? Güç ilişkileri, iktidar eğilimleri barışçıl ve hukuka uygun biçimde nasıl yönlendirilebilir? Soruları almaya başlamalıdır…

Kuşkusuz ki bundan sonra bize düşen de bu soruları derinliğine tartışmak ve cevaplar geliştirmek, cevapların peşine düşmek, diyalog ve barışçıl yöntemleri harekete geçirmek olacaktır…

*Kürtler ve Hukuk için Londra İnsiyatifi