'Her şey güzel olacak' mı?

AKP/MHP/Perinçek iktidarının geriletilmesi ihtimali bile oldukça güzel. Yıkılması daha da güzel olacaktır elbet... Bunu isteyen herkesin Ekrem İmamoğlu'yla ittifak yapması son derece doğru politik bir taktiktir... İmamoğlu’nun kazanması sadece İstanbullular için değil, tüm Türkiyeliler için (“her şey” değil) güzel olacaktır!..

Google Haberlere Abone ol

Kazım Gündoğan

"Her şey çok güzel olacak!" güzel slogan. İnkar etmek olmaz, hepimize çok iyi geliyor. Uzun süren bir karanlığın, vahşi yıkımın ve çaresizliğin içinden bir ses, bir ışık… Ben de herkes kadar istiyorum bunun gerçek olmasını. Bırakalım gerçekleşmesini, gerçekleşebilme olasılığı bile mutlu ediyor insanları. Ne güzel..!

Aslında bu sloganı atanların bir kısmı bunun gerçekleşemeyeceğini, dolayısıyla her şeyin güzel olmayacağını bildikleri halde buna inananların yanında sessizce duruyor ve hayal kırıklığına neden olmak istemiyorlar.

Düşünen, sorgulayan, biraz tarih bilgisi olan, devletin sınıfsal niteliğini ve örgütlenmesini bilen her insan bu sloganı kullanan kadronun gerçek anlamda bir karşılık yaratamayacağını bilmektedir. Ancak öyle bir rüzgar var ki, bu rüzgara göğüs germek ve akıma karşı durarak hakikati söylemek kolay değil. Hatta bunu yapanlar için riskleri olan bir durum…

Ben hakikati biliyor ve görüyorsam dayanamam, riski alır ve söylerim. Biliyorum ki bunları dile getirdiğim için pek çok arkadaşım kızacak bana. Olsun… Hakikat ile kurduğum etik ilişki her şeyden daha kıymetli benim için.

Öyle bir toplumsal ruh hali var ki gerçekten başlı başına analiz edilmesi gerekir.

"Her şey çok güzel olacak" söyleminin yarattığı atmosfer çok güzel ve kıymetli... Bu atmosferin devam etmesini hatta daha da güçlenmesini ben de çok istiyorum.

Ancak gerçekçi olmak, “her şeyin güzel” olmayacağını bilmek, bunu dile getirmek ve her şeye hazırlıklı olmak gerektiğini de düşünüyorum.

Geleneksel devlet işleyişinin ortadan kaldırıldığı, mafya, tarikat ve rant çevrelerinin devletin birer kurumu/organı gibi konumlandırıldığı, kendisi gibi düşünmeyen ve biat etmeyen herkesin “terörist” ve “vatan haini” görüldüğü bu ortamda AKP/MHP/Perinçek iktidarını bırakalım yıkmayı, geriletecek her adım güzeldir. Bunun için en küçük kazanımı bile, toplumun rahat nefes almasını sağlaması açısından çok değerli bulduğumu ve desteklediğimi belirtmeliyim.

Ancak onun yerine gelme olasılığı olan kadronun aynı devlet aklının diğer yarısı olduğunu unutmamak gerektiğinin de yararlı olacağı kanaatindeyim. AKP karşıtlığı ve öfkesiyle, 700 yıllık ceberut devlet aklının son 100 yıllık tekçi, inkârcı, asimilasyoncu politikaları referans alan kadroların niteliği unutulursa büyük hayal kırıklığı ve yıkım kaçınılmaz hale gelir.

Benzer tartışmaları; AKP’nin “Kemalist askeri vesayeti kaldıracağız,” söylemine kendini kaptırıp İslam’dan, Medine Sözleşmesi’nden “demokrasi,” R. Tayip Erdoğan’dan da “demokrat” çıkarmaya çalışan liberal aydınlarla yaşamıştık…

Bir kötüye karşı çıkan herkesin iyi olamayacağını anlamamız gerekir artık!..

AKP ile CHP resmi ideolojinin yani Türk/İslam sentezci ideolojinin iki yüzüdür ve ataları aynıdır. Soykırımlar ve katliamlar yapmış atalarını (Topal Osman vb.) sahiplenme yarışına girenlerin her şeyi güzel yapmayacaklarını bilmek için uzman veya kâhin olmaya gerek yok sanırım. Bırakalım her şeyin güzel olmasını, bazı şeylerin güzel olabilmesi için tekçi, inkarcı ve asimilasyoncu politikalarla aranıza mesafe koymanız gerekmez mi?

Öte yandan geleneksel devlet partisi CHP toplumun muhafazakârlaşması ve sağcılaşması sürecine sürdürdüğü politikalarla doğrudan ve dolaylı olarak katkıda bulunuyorken nasıl her şey güzel olabilir ki?

AKP “İslam dinimiz” diyerek ve her bakımdan toplumu sistemli olarak İslam üzerinden muhafazakârlaştırırken, CHP “Ekmeleddin vakası”yla buna katkıda bulunuyor. AKP “beka sorunu” diyerek toplumu ırkçı/milliyetçi çizgide sağcılaştırırken, CHP ırkçı “Ozan Arif”e methiyeler dizerek toplumun sağcılaşmasına doğrudan su taşıyor. Keza AKP “Kahramanımız Topal Osman” derken, CHP “o bizim kahramanımız” yarışına girip ırkçıları ve katilleri meşrulaştırırken her şeyin güzel olmayacağını açıktan anlatıyor zaten…

İslamcılaşmada AKP, milliyetçileşmede MHP ile yarışarak her şeyin güzel olması mümkün değildir. Kaldı ki İslamcıların ve milliyetçilerin aslı dururken kopyasına kimsenin iltifat etmediği bilindiği halde…

Oysa sosyal demokrat birey veya parti olmanın asgari ölçüsü ırkçılık ve dinciliğe karşı ilkesel bir tutum almaktır.

Devletin ve sermayenin çıkarlarını korurken sosyal demokratlar; halkın tarihsel, kültürel, ekonomik ve sosyal çıkarlarına uygun politikaları da önemser ve bir denge rolü oynarlar hiç olmazsa.

Tekrar gelelim İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerine. Halkın oyuyla 31 Mart’da seçilmiş Ekrem İmamoğlu’nun başkanlığının gasp edilmesini “YSK darbesi” olarak tanımlamıştım. Aslında bir saray darbesiydi bu. Ne yazık ki bu darbe yeterince anlatılamadı topluma ve karşı bir duruş gösterilemedi. Türkiye’de Cumhuriyet rejiminin elinde kalan neredeyse tek “meşru” mekanizmaydı seçimler ve parlamenter sistem. Böylelikle o da meşru olmaktan çıkarılmış oldu…

Devleti devlet yapan temel kurumlar; yasama, yürütme ve yargının tamamen iktidara bağlanarak işlevsiz kılındığı bir ülkede hiç kimse hukuktan ve adaletten bahsedemez. “Hukuk”, YSK veya Anayasa Mahkemesi'ndeki davalar örneğinde görüldüğü gibi açık ve kaba siyasettir artık…,

CHP Genel Başkanı K. Kılıçdaroğlu YSK’nın seçimi yenileme kararı üzerine YSK üyelerine haklı olarak “çete üyeleri” demişti. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütün kurumları aynı nitelik ve aynı biçimde işlemektedir. Saray’dan başlayarak muhtarlıklara kadar işleyen bir aygıt bu…

Devletin temel organları yoksa hukuk ve yasalarla yönetilmiyorsa ortada bir devletten bahsetmek ancak kendini kandırmaktır. Bu aynı zamanda mevcut durumu kabul etme ve meşrulaştırma çabasının bir parçası olmak anlamına gelir.

Bazı muhalif siyasetçilerin AKP iktidarının bu uygulamalarına; “yaptığınız demokrasiye aykırı” veya “yaptığınız hukuka aykırı,” “suç işliyorsunuz, mahkemeye götüreceğiz…” demelerini sıradan bir komediye benzetiyorum.

Oysa ortada hukuksuz ve gayrimeşru bir aygıt varsa karşısında meşru olan halk ve halkın iradesi vardır. Uygulanan “özel hukuk” karşısında ise evrensel hukuk vardır. Sorun halkın gücüne ve evrensel hukukun gerekliliğine inanıp inanmamakla ilgili bir durumdur. İnanıyorsanız buna uygun bir politika belirler ve demokrasi güçleriyle birlikte bu mücadeleyi verirsiniz… Değilse?!

Dolayısıyla 23 Haziran’da her şeyin değil, küçük de olsa bir şeylerin güzel olabilmesi ve korunabilmesi için size oy veren halkla birlikte, evrensel hukuktan doğan meşru haklardan biri olan “sivil itaatsizlik” hakkını kullanarak gayrimeşru aygıta karşı haklı ve meşru bir duruş gösterecek misiniz? Öncelikle bunun kararını vermelisiniz. Bunu benimsemiyor ve hazır değilseniz, şimdiden geçmiş olsun! Kendinizi ve halkı kandırmayın!.. Zira “çete” dediğiniz aygıt kullandığı gayrimeşru yöntemlerle 24 Haziran'da Muharrem İnce’ye ve 31 Mart sonrası Ekrem İmamoğlu’na yaptığını tekrar deneyecektir…

Söz gelimi; 24 Haziranda Muharrem İnce eğer dediğini yapıp on binlerce avukat ile YSK’nın önünde oturabilseydi her şey değil belki ama küçük de olsa bazı şeyler güzel olabilirdi…

Sonuç olarak evet AKP/MHP/Perinçek iktidarının geriletilmesi ihtimali bile oldukça güzel. Yıkılması daha da güzel olacaktır elbet... Bunu isteyen herkesin Ekrem İmamoğlu'yla ittifak yapması son derece doğru politik bir taktiktir... İmamoğlu’nun kazanması sadece İstanbullular için değil, tüm Türkiyeliler için (“her şey” değil) güzel olacaktır!..

"Her şey çok güzel olacak" söylemini 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri bağlamından koparılarak büyük beklentiler oluşturan/oluşturacak tarzda ele alan yaklaşımları problemli gördüğümü bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Akılcı olmak; hakikati bilerek küçük kazanımlar/güzellikler için bile büyük mücadeleler vermenin yaşamsal öneme sahip olduğu zamanlardayız…