Halit Çelenk: Avukatı ben olaydım!

Halit Çelenk, Türkiye isyanlar tarihinin en özel hikâyelerinin ve kahramanlarının ortaya çıktığı 1960-70’lerin sıra dışı avukatı olarak her daim anılacaktır. O isyancıların avukatıdır ve mahsus bir isyan hareketi ile onun avukatlığı tarihsel olarak denk gelmiştir. Bu hukuk tarihinin nadir rastlanılan karşılaşmalarından birisidir.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

Halit Çelenk ismi, Türkiye’de avukatlığın popüler dünyası içinde sıkça yankılanır. Fakat, Avukat Halit Çelenk hakkındaki popüler hafıza genellikle Deniz, Yusuf ve Hüseyin ve devrimci gençlerin devlete kafa tuttuğu 1960-70’lerin özel öyküsü içinden işlemektedir. Halkın hafızasında devlete kafa tutma ile adalet arasında tılsımlı bir ilişki kurula gelmiştir hep. Korku duvarının aşıldığı yerde hep onların hikâyeleri anlatılır. Bu nedenle isyan ve ayaklanma, çoğu zaman bir avukat, bir hakim, bir savcı ve bir adliyeden daha fazla adalet ilham etmiştir halkların gözünde. Türkiyeli hukukçular bunun üzerinde daha ciddi düşünmelidirler. Halit Çelenk ismi hem isyan hem de avukatlığı bir araya getirmiş, getirmeyi başarmış nadir politik kişiliklerden birisi olarak bu meraka somut bir tarihsel malzeme sunabilir örneğin. O bir avukat olarak bir tarihsel isyanın içinden yükselmiştir. O bir “Kızıl Avukat” değildir. Nitekim kızıl avukat ondan birkaç yıl sonra çıkacaktır. Fakat o isyanın tam ortasındadır. Ortodoks bir görüşe göre avukatlar ve hakimlerden kahraman olmaz! Şeyh Bedreddin de Robespier de hakimlik yapmışlardı halbuki. Halit Çelenk ismi de bu Ortodoks tez sahiplerinin yeniden düşünmelerini sağlayacak bir hayat hikâyesini temsil etmektedir aslında. Pek gariptir ama onun hayatının toplumsal tarihi, bunca toplumsal ve siyasal zenginliğe ve onca röportaj ve makaleye rağmen yazılmamıştır henüz. Yazılamamıştır maalesef.

Kuşkusuz ki bunun çok çeşitli nedenleri vardır. Avukat Gandi örneğindeki gibi sömürgelerde isyan ve hak soruşturmasına odaklanabileceğimiz bir Anglosakson siyaset/hukuk gündemine sahip olmamamız bir neden olabilir. Av. Clerance Darrow veya siyah avukat Thorgood Marshall örneklerindeki gibi Amerikan hukukunun derin hiyerarşiler ve hukuksal müzakereler ile kurulu hikayelerinin öğretici etkilerinden uzak kalmış olmamız da Türkiye’li avukatların biyografilerinin toplumsal tarih içinden yazılması isteğini zayıflatır. Alman Genel Devlet kuramının güçlü potansiyeli örneğin Baider Meinhof’un avukatlığını yapan Heinrich Hannover’in ciddi araştırmalara konu olmasını sağlamıştır. Fakat Halit Çelenk ise maalesef hala ciddi araştırmacıları beklemektedir.

Bu cümlelerden olmak üzere ben burada şimdilik Çelenk’in biyografik izlerini ortaya çıkarmak istiyorum. İlerleyen zamanlarda gerçek bir biyografiye başlangıç olmak üzere tabii ki. Halit Çelenk’in hayatı iki önemli vurgu ile anlaşılmalıdır bence. Birincisi uzun politik muhalefet ve muhalif avukatlık tecrübesinden devrimcilerin avukatlığına uzanan bir ömür olarak ve ikincisi ise bir özgün avukatlık pratiği olarak belirli bir toplumsal tarihin içine yerleştirilmelidir. Bunlardan birincisi belirli bir boyutuyla çok işlenmiştir. İkincisi ise hakkında yapılan onca çalışmaya karşın hiç değerlendirme konusu yapılmamıştır neredeyse.

BİR ÖMRÜN SERENCAMI 

Halit Çelenk ömür çizgisini “kader”e dönüştüren bir kentte; Antakya’da 1921’de doğdu. Türkler, Araplar, Ermeniler ve daha birçok etnik kültürel grubun bir genel savaşın içinde karşı karşıya kaldığı zor bir dönemeçte Türkiye yanlısı bir ailenin içinde doğup büyümesi, Türkiye’ye bağlandıktan sonra da kültürel çeşitliliğini korumaya devam eden kentin çoğulcu kültürünü edinmiş olması onun hayatına Kemalist Cumhuriyetten Sosyalist harekete, Paris’ten İstanbula kadar uzanan geniş zenginlikte bir politik ve kültürel imkanlar alanı açmıştır. Bu toplumsal ortam onun hayatının çeşitli dönemeçlerindeki tercihlerinde daha yaratıcı bir derinlik sunmuş olsa gerektir.

İstanbul Hukuk Fakültesi ise onun “kaderi”nin bir başka derinliğini ortaya serer. Çelenk’in hukuk fakültesine başladığı 1939 ve sonrası açısından bakıldığında Türkiye’de hukuk uygulama ve eğitimi iki önemli kaynağın etkisi altında bulunuyordu. Bunlardan birincisi Osmanlıdan tebarüz eden hukukçulardı ki bunlar Hanefi fukahası ile 1917 Aile Kararnamesine kadar gelişen modernleşme atılımlarını bir araya getirmeyi başarmış ve kendi özel hukuki teknik ve düşünüş tarzlarını oluşturmuş nitelikli hukukçulardan oluşuyordu. Ebul Ula Mardin bunlardandı örneğin. O dönem bir hukuk fakültesi öğrencisi için ikinci önemli eğitim kaynağı ise Alman Yahudi göçmenlerinden oluşan hukukçu profesörlerdi. Türkiye hukukunun geleneksel pratik ve zihniyet yapılarına yepyeni teknik ve derinlikler getiren bu kişiler güçlü bir hukuk düşüncesine sahiplerdi ve öğrencilerin zihinlerini gerçek bir “yenilik” ile dönüştürüyor ve “değişim” ve ilerlemeyi somut bir ihtimal haline getiriyorlardı. Halit Çelenk işte bu “ikili kaynak” ve potansiyelin içinde eğitim sürecini yaşadı ve bu durum onu geleneğin dışına doğru iten bir başka sosyal etki ile karşı karşıya getirdi.

CUMHURİYETÇİ HUKUKÇULUĞUN ÜÇ YOLU 

Böyle bir eğitim ve sosyal ortamın içinden avukatlık pratiğini de şekillendirecek birkaç yol yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştı. 1940’lı yıllar ile birlikte örülen Cumhuriyet içindeki ilk ayrışmalar kendilerine ait farklı politik yolları artık tercih edilebilir hale getirmişti. Bunlardan birincisi Cumhuriyetin asgari bir devlet olarak kendi marjlarında olanlara karşı korunması duygusunun ürettiği bir “devletlü” hukukçular kuşağıdır. Bunlar Osmanlının sadece bürokrasi geleneğini değil aynı zamanda son dönem varoluş kaygılarını da devralarak Cumhuriyet içinde yaşatmaktaydılar. İsmet Giritli, Sulhi Dönmezer, Coşkun Üçok gibi hukukçular tam da bu duygu ve zihniyeti takip etmeyi tercih etmişlerdi. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in savcıları Baki Tuğ da bu kadrolardan birisiydi örneğin. Bir diğer grup Cumhuriyeti liberal bir hukuki zemine taşıma çabasıyla ortaya çıkmışlardı. 1950’lerde kurulan siyasi İlimler Cemiyeti bu niyetin kurumsal taşıyıcılarından birisiydi. Ali Fuad Başgil, Burhan Apaydın gibi entelektüeller bu yolu takip ediyorlardı. Bir üçüncü yol Cumhuriyet geleneğinin sol bir söylem üzerinden üretilmesi idi ki En önemli temsilcilerinden birisi Mümtaz Sosyal idi. Halit Çelenk ise tıpkı Mümtaz Soysal gibi sol Cumhuriyet geleneğinin bir çocuğu olmakla beraber o geleneğin dışına doğru ilerlemeyi tercih etti ve siyasal alanın marjında kalan sosyalist bir gelenek ve kültürün içinde yer almayı seçti. Böylece bu tercihi nedeniyle bütün bir hayatını Cumhuriyetin üç farklı yapı ve kişilikteki hukukçu kadrolarıyla yollarını kısmen ayırarak ve onlarla gerilim, uzlaşma, yakınlaşma ve kavgaya kadar uzanan bir ilişkiler ve yüzleşmeler süreci olarak yaşamıştır. Sosyalist Kerim Sadi ile yakın ilişkiler geliştirerek sol örgütlülük içinde yer almaya başladı. Nazım Hikmet’i cezaevinde ziyaret etti. TİP içinde yer aldı. Senatör adayı bile oldu.

CUMHURİYETİN SINIF KAPANI: 141-142. MADDELER 

Türkiye’nin 1940’lı yıllardan itibaren demokrasi ve hukuk mücadelesinin temel mevzilerinden birisini TCK’nin 141 ve 142. maddeleri çerçevesinde açılan davalardaki savunma ve direnişler oluşturuyordu. 141 ve 142. maddeler 1936 yılında TCK’ya dahil edilmişti ve esas olarak sınıf temelli mücadeleyi üstlenen sol ve komünist hareketleri hedef alıyordu. Bu ceza maddelerinin faşist İtalya’dan alınmış olması da oldukça manidardır. Çelenk’i 1960-70’lerde devrimcilerin avukatlığına taşıyacak süreç daha 1940’larda bu tür ceza davalarındaki savunmaları ile başlamıştı. Çelenk, avukatlık ve hukuk içindeki politik tercihinin bir sonucu olarak yoğun biçimde 141 ve 142. madde davalarında savunma yaptı. Ona göre bu ceza maddeleri devletin sınıf özelliğini daha da belirginleştiren, açık hale getiren hükümler içeriyor ve düşünceyi cezalandırıyordu. Halit Çelenk’in hukuka yaklaşımı bu çerçevede Ortodoks Marksist bir çerçeve içerisine oturtulabilir. O, hukukun sınıflı toplumların bir ürünü olduğunu, sınıf egemenliğinin bir taşıyıcısı ve egemen iradenin sürdürücüsü olarak görülmesi gerektiğini düşünüyordu.

HUKUKTA SİYASET

Hukuka dönük bu radikal yaklaşımı onun hukuk içindeki örgütlü politik iddiasını kaçınılmaz olarak artırıyordu. Çelenk’in Türkiye hukuk tarihi ve hukuk kültürü açısından bir başka önemli katkısının hukuk içindeki örgütlülük düşüncesini ilk geliştirenlerden ve bu konuda en çok çaba harcayan avukatlardan birisi olması bu nedenle şaşırtıcı değildir. Hukuk ve yargı alanı Cumhuriyetin başından itibaren bir örgütlenme ve “hareket” alanı değildi. Siyaset ise hukuku yok eden, gasp eden bir eylem olarak görülüyordu. Hatta Türk hukukçuluğu kendi itibarını örgütlülük ve hareket gibi toplumsal ve siyasal eylem ve etkinliklerden uzak durarak elde tutabileceğini düşünüyordu. Bu ilkel anlayışı ilk yıkanlardan birisi de Halit Çelenk olmuştur. Bir grup arkadaşı ile yeni hukuk dernekleri kurdu ve etkileri bugüne kadar gelecek olan Çağdaş Avukatlar Derneğinin de kurucularından birisi oldu. Bu girişimleri nedeniyle soruşturuldu ve hatta yargılandığını da hatırlatmadan geçmeyelim. 1971 davalarında savunmasında sadece “önyargı” sözcüğünü kullanmış olmalarından dolayı askeri savcıya hakaretten yargılanıp ceza aldı. 1988’de sadece bir yazısından dolayı evinden gözaltına alındı ve yargılandı. Bu geleneği sürdüren avukatlar Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşlarının da bugün çok benzer suçlamalarla yargılanması Türkiye’nin aynı hukuk karanlığını devam ettirdiğini gösteriyor maalesef.

VE İSYANIN AVUKATI 

Hiç kuşku yok ki Halit Çelenk, Türkiye isyanlar tarihinin en özel hikâyelerinin ve kahramanlarının ortaya çıktığı 1960-70’lerin sıra dışı avukatı olarak her daim anılacaktır. O isyancıların avukatıdır ve mahsus bir isyan hareketi ile onun avukatlığı tarihsel olarak denk gelmiştir. Bu hukuk tarihinin nadir rastlanılan karşılaşmalarından birisidir. Gandi, Clerance Darrow, Thorgood Marshal ile değilse de RAF avukatı Heinrich Hannover ile karşılaştırılabilir Halit Çelenk’in hayatı. Her ikisi de kurulu bir hukuk düzeninin içinden yükselen isyanla kurulu hukuk düzeninin içinden ilişkilenmiştir. Bir isyancı ile bir avukatın karşılaşması değilse de yan yana gelmesi beklendiğinin tersine hep eşsiz anlamlar bırakır geriye. Çünkü bu bir çelişki değildir. Bir isyancı ile bir avukatın yan yana gelmesi, tıpkı adliye ile kontrgerillanın, hakim ile mafyanın yan yana gelmesi gibi bütün hukuk devletlerinin gerçek tamamlanma haline işaret eder. Nihayetinde bütün hukuk düzenleri gerçekte hukuksal şiddet ile hukuk dışı şiddet arasındaki sınırda bütünlenir ve gerçek tarihsel hikayeleri belirginleşir. Böylece hukuk ve şiddet arasındaki o geniş aralığı bu bahiste daha kolay anlamaya başlarız. Bu nedenle de Halit Çelenk’in hayat hikayesi Türkiye’nin hukuk ve yargı hikayesinin bütünlüğünü görmek açısından son derece önem arz etmektedir.

Şimdilik burada bitirmeden bir şey daha eklemek isterim. Sanırım 1989 yılıydı ve ben Ankara Hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencisiydim. O sıralar Halit Bey yaklaşık bir on yıldır tutuklu olan ağabeyim Mustafa Ertekin’in de avukatıydı ve ben de bir belge almak üzere ziyaret etmiştim. Evi Ankara Bahçelievler mahallesinin girişindeki bir apartmanın 5 veya 6. katındaydı sanırım. Eve girdiğimde Halit Bey dalgın vaziyetteydi ve yüzüme bakmamıştı. Girişin hemen yanında koca bir broşür yığını ile karşılaştım. “Devlet Güvenlik Mahkemeleri Niçin Kaldırılmalıdır?’ broşürleriydi bunlar. Şekibe hanım da içeride oturuyordu. Broşürün yazılmasından yaklaşık bir 15 yıl geçmişti ve öylece orada üst üste atılmıştı. Halit Bey ve Şekibe Hanım belgeyi alıp hemen çıkmamı bekliyorlardı. Tam çıkarken bu broşürden bir tane alabilir miyim acaba? Ben Hukuk fakültesinde okuyorum dedim. Birdenbire ikisi birden başlarını kaldırıp merakla bana baktılar. Üstlerindeki rehavet ve dalgınlık birden olağanüstü bir heyecan ve harekete büründü. Bir Halit Bey konuşuyordu bir Şekibe Hanım. Broşürü ne zaman ve nasıl yazdıklarını, artık ilgi gösterilmediği için böyle üst üste yığmak zorunda kaldıklarını ve hukuk fakültesi anılarını anlatmaya başladılar yarım saat boyunca. Ben de şaşkınlık ve hayranlıkla artık 70 yaşına gelmiş bu insanların nasıl hala bu kadar genç kalabildiklerini düşünmeye başladım. Cevap belliydi: Sahiciydiler ve hep hayata dokunarak yaşamışlardı. Hayatı, isyanı, hareketi gördükleri yerde gözbebekleri büyüyordu…

Ruhları şad olsun…

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı