Golan trajedisi ve Filistin’de Toprak Günü yürüyüşü

Mart sonu ile haziran arası, Filistin halkının uğradığı felaketler serisiyle doludur: Kaybedilen Toprak Günü, Büyük Bozgun, Büyük Felaket, Yurda Dönüş Günü. Bu arada muhtemel İsrail saldırısına karşı büyük yürüyüş ve gösteri organizasyonu yapılıyor. Gazze, Batı Şeria ve 1948’de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinlilerden bu münasebetlere toplamda 1 milyon kişinin katılması bekleniyor.

Google Haberlere Abone ol

Faik Bulut

Gazete Duvar’da Golan Tepeleri’ne ilişkin üç önemli değerlendirme Fehim Taştekin, Mühdan Sağlam ve Musa Özuğurlu tarafından kaleme alındı. Filistin’deki gelişmelerin seyri içinde birkaç cümleyle değinmiştim bu konuya. Yazılanları tekrar etmemek adına Golan’ın işgali meselesi, hangi noktadan ele alınabilir diye düşünürken bölgesel ölçekteki değerlendirme ve tepkilerin içeriği dikkatimi çekti. Arap basınından birkaç makale; meselenin trajik boyutunu, tarihsel arka planını ve ABD Başkanı Donald Trump’ın “Golan Tepeleri üzerinde İsrail’in egemenliğini” tanıyan kararının perde arkasını irdeledi. Kendimce şeytanın ayrıntılarda gizli olduğu ilginç bilgilere ulaşmış oldum. Bağlantılı olarak İsrail işgaline karşı 40 yıldan beri direnişin simgesi haline gelen, bu yıl 30 Mart günü gerçekleşecek olan Filistin Toprak Günü gösterileri ve yürüyüşü ile Gazze’ye yönelik İsrail saldırı tehdidine değineceğiz.

Golan Tepeleri’nde insani ve sosyal açıdan yaşanan trajediyle başlayalım: İşgalden önce bu bölgede farklı etnik köken ve inançlardan topluluklar yaşıyordu: Sünni Araplar, Arap kökenli Dürziler, Aleviler, İsmaililer ve Hıristiyanlar (Ermeniler ve Rum Ortodoks kilisesine bağlı olan Araplar). Ayrıca Kürtler, Türkmenler ve Çerkezler. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Fransız sömürgesi döneminde Dürzi kanaat önderi Sultan Paşa Atraş, “Din Allah’ın vatan hepimizin” sloganıyla sömürgecilere başkaldırdı ancak yenildi. İsrail işgalinden hemen önce barış içinde bir arada yaşayan bu toplulukların nüfusu, toplam 139 köyde yaklaşık 130 bin idi. 1967’deki İsrail işgalini izleyen birinci ayında, adı geçen azınlıklardan (Dürziler hariç) sadece 6 bin kişi kaldı. Suriye vatandaşı sayılan Dürzi inançlardan ise toplam beş köyde 26 bin insan kalabildi. Irkçı ve yayılmacı Siyonistler, zaman içinde tehcir ve asimilasyon politikalarını hayata geçirdiler. Siyonist lider Haim Weizmann Azriel (27 Kasım 1874 - 9 Kasım 1952), 1919’da İngiltere Siyonist Birliği önünde şöyle demişti: “Yahudi milli vatanı demekle şunu kastediyorum: Şartları ve ortamı kendi lehimize çevirebildiğimiz ölçüde, (yurt dışında yaşayan) çok sayıda (Yahudi) göçmeni böyle bir vatana getirip Filistin’e yerleştirmek suretiyle bu toprakları Yahudi Filistin’ine dönüştürebilmeliyiz.” Siyonizme muhalif İsrail tarihçisi İlan Pappe, “Irkçı temizleme planı, çok milliyetli ve kültürlü toplumları homojen (türdeş) bir topluma dönüştürmeyi öngörür” diyor. Lord Baron Rothschild’in kurmuş olduğu Yahudi İskânı İçin Filistin Cemiyeti adına Filistin’den arazi almayı üstlenen Sabetay Levi, patronu olan bu ünlü işadamının amacını şu cümlelerle kayda geçmiştir: “Bizler, Filistinli Arapları topraklardan tehcir ederken Suriye ile Ürdün topraklarına gitmelerini de engellemeliyiz; onları, ta Irak’a sürebilmeliyiz. Çünkü Suriye ve Ürdün toprakları da tarihi İsrail yurdunun kapsamına girer.” 6 Haziran 1967 tarihindeki işgalden üç gün sonra toplanan İsrail kurmay komutanları, “Irksal açıdan tertemiz bir Golan mıntıkasına sahip olmak durumundayız” görüşünü benimsemiştir. Bu görüş ve plan doğrultusunda işgali izleyen altı ay içinde İsrail, Golan Tepeleri’nde, başta Araplar olmak üzere diğer toplulukların yaşadıkları köyleri yerle bir etmeye başladı. Bu arada yöre insanının su ve besin kaynaklarını ya kesti yahut tümüyle kuruttu. Yöredeki yerleşimcileri, İsrail işgali dışındaki topraklara sürdü. Demografik değişiklik hayata geçirilince İsrail parlamentosu (Knesset), 4 Ekim 1981 tarihinde bu coğrafyanın tümüyle Yahudileştirilmesini öngören “Yahudi kanunları”nı çıkardı. Golan bölgesini ilhak ettiğini açıkladı. Bölgede yaşayanları, İsrail vatandaşı kimliğini almaya zorladı; bu arada boşalan ve yıkılan köyler yerine çok sayıda Yahudi yerleşim yeri inşa etti. Yetmedi, aynı bölgenin çeşitli mevkilerinde askeri mıntıkalar (yasak bölgeler), sanayi ve tarımsal yatırım tesisleri kurdu. Ders müfredatında Arap tarihindeki olumlu yanlara, kahramanlara ve özellikle İsrail’e karşı mücadele gibi konulara asla yer verilmedi. (Diya Ali, “İşgal Altındaki Suriye Golan’ı: Su ve Şarap kaynakları İsrail’e” başlıklı makale, El Ahbar gazetesi, 22 Mart 2019) 1948’de işgal edilen topraklarda kalan kimi Dürzileri, “siz Arapların değil, Nebi Şuayib üzerinden biz Yahudilerin öz akrabasısınız” diyerek yanına çeken İsrail yöneticileri, aynı taktiği, Golan’da yerleşik beş köyde yaşayan Suriye vatandaşı olmakta direnen Arap kökenli Dürzi toplumuna boyun eğdirmek maksadıyla kullanıyor.

Golan’ın işgal sürecine ilişkin kısa bir tarih bilgisi: 1967’de İşgal edilen Golan Tepeleri, Ekim 1973’deki Arap-İsrail savaşı sırasında Suriye ordusu tarafından geri alındı. Suriye birlikleri, işgal altındaki topraklarının yanı sıra 1948 yılında işgal edilmiş olan el Celil (Galile) bölgesini de ele geçirdiler. Kısa zamanda toparlanan İsrail ordusu, ABD’nin yoğun askeri (tank, uçak, füze gibi ağır ve tahrip gücü yüksek silah donanımı) yardımı sayesinde el Celil ve Golan (yaklaşık 1200 kilometrekarelik alanı) mıntıkalarını tekrar işgal etti. Irak ve Fas birliklerinin yardımıyla ölümüne direnen Suriye ordusu, sadece 510 kilometrekarelik alanı koruyup elinde tutabildi. İsrail, her durumda, yüksekliği bakımından stratejik askeri öneme sahip olan Golan Tepeleri’ni (mesela Cebel-ül Şeyh 2800 metredir) elinde tutmayı sürdürdü. İsrail ile Suriye arasındaki ateşkes ve askeri birlik bulundurma hattı, “mütareke/ayrışma hattı olarak” bilinir. Uzunluğu 25 km.dir. 1992 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, eski İsrail Başbakanı İzak Rabin’e şöyle bir teklifle gitmişti: “İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına çekilip Golan Tepeleri’ni geri vermesi şartıyla Suriye lideri Hafız Esat, sizinle barış anlaşması imzalamaya hazırdır.” 2008 yılı, Türkiye’nin iki ülke arasında arabuluculuğa soyunduğu tarihtir. Dönemin Başbakanı Ehud Olmert, barış karşılığında Golan Tepeleri’nin Suriye’ye devredilmesi yolundaki altı maddelik barış şartını kabullenmişti. Aynı yıl İsrail’in Gazze’ye saldırısı, barış müzakerelerini yarım bıraktı. Ardından başbakan seçilen Netanyahu, görüşmelerin son raundunda “Suriye yönetiminin İran ve Hizbullah ile ittifakını bozması halinde, 1967 sınırlarını çekilme meselesini dikkate alabileceğini” söyledi. 2011’de Suriye iç savaşına giden olaylar başlayınca, görüşmeler de askıya alındı. İsrail, İslamcı çeteler dâhil Suriyeli silahlı gruplara destek veren lojistik merkezler açtı Golan mıntıkasında.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'nun, işgal edilmiş Golan mıntıkasının Suriye toprağı olduğuna ilişkin iki önemli kararı bulunuyor: 1967 Arap-İsrail savaşının hemen ertesinde alınan 242 sayılı karar (bu karar, Filistin meselesine ek olarak Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze topraklarının konumuyla da yakından ilgilidir); İsrail Parlamentosu'nun Golan’ın ilhakını dünya kamuoyuna duyurmasına bir tepki veya önlem olarak 17 Aralık 1981'de alınan 497 sayılı karar. Şöyle formüle edilmiş: “İsrail'in işgali altındaki Golan Tepeleri’nde kendi kanunlarını, yargısını ve idaresini uygulama kararı hükümsüzdür ve uluslararası hukuki geçerliliği yoktur.”

Soru şudur: Trump, niçin İsrail’in Golan üzerindeki egemenliğini tanıdığını ilan etti? Arap dünyasında ve Batılı basındaki yorumları birkaç başlıkta toplamak mümkün: 1) Kudüs’ün egemenliğinin İsrail’e ait olmasını iki yıl önce destekleyen ABD Başkanı, Arap dünyasında ve uluslararası alandaki tepkilerin ve kınamaların laftan öteye geçmediğini görünce, bu kez Golan’ın ilhak edilmesine destek verdi. Bu karar, aynı zamanda Suudi-Amerika ortaklığıyla “asrın barışı” sloganıyla sürülen damat Jared Kushner’in planına arka çıkmaktan öte bir anlam taşıyor. Mesela Filistin meselesini yedi kat yerin dibine gömmeyi ve İsrail’in Batı Şeria bölgesini tümüyle ele geçirmesini hedefleyen bu planı desteklemeyen yahut arka çıkma konusunda tereddüt eden Arap ülkelerine yönelik bir tehdittir. Yani bizim barışa sırt çeviren ekmek ve barış yok. Saldırı ve düşmanlık var! İngiltere’de sosyal bilimci ve uluslararası ilişkiler görevlisi olarak çalışan Prof. Fevvaz Cercis, “Trump, İsrail’in komşularıyla uzun yıllar boyu savaş halinde olacağından emin” görüşünde. Ona göre Amerikalı Başkan, bu kararıyla zaten ölü vaziyetteki Arap-İsrail barışını çarmıha germiş oldu. Arap kesiminde ağır basan kanaat şöyle özetlenebilir: Trump’ın desteği bölgedeki barışa yönelik umutları darmadağın etti. ABD, artık tarafsızlığını yitirdi. Arabulucu olamaz. Bazı Araplar ve Batılı analistler ise, ABD’nin bu tutumunun, Suriye-İran-Hizbullah ve benzeri direniş odaklarını kışkırtabileceğini; onları, Golan için daha fazla mücadele etmeye iteceğini belirtiyorlar. 2) Reuters haber ajansının Beyrut mahreçli haber-yorumunda, bu karar, “İsrail Başbakanı Netanhayu’nun gökte ararken yerde bulduğu bir nimet oluverdi” tarzında bir tespitte bulundu. İngiliz Independent gazetesinin muhabiri, (yolsuzluk ve başka skandallar nedeniyle) “son zamanlarda halk desteği giderek eriyen Netanyahu’ya sunulan bu destek, cankurtaran simidi yerine geçmekle kalmadı. Irkçı ve aşırı dinci bir koalisyonu çevresinde toplayacak olan Netanyahu, seçimi kazanmak suretiyle ülkesinin en uzun süreli başbakanı olarak nam kazanacaktır. Malum, Netanyahu, her seçimde kazanabilmek uğruna kriz çıkarmak ve savaş başlatmakla ünlenmiştir. 3) Kimine göre ise, Trump’ın bu adımı, aslında 2020 yılındaki Amerikan seçimlerinde kendisine yatırım yapmasına yöneliktir. Böylece ülkesindeki Yahudi lobilerinin ve fanatik muhafazakâr Evangelistlerin oylarını garantilemek istiyor. 4) Destek kararının aniden Trump’ın kafasından çıkmadığı açıklık kazanıyor. Bir yıl öncesinde bile Amerikan yönetimi, klasik diplomasisinin bilinen bir taktiğini uyguladı. Nabız yoklama babından bazı bilgileri kamuoyuna sızdırmıştı. Sözgelimi o zamanlar başta damat Kushner ve John Bolton olmak üzere üst düzey görevlilerle konuyu enine boyuna tartışmışlardı. Ortak görüş tek noktada yoğunlaştı. ABD, Kudüs’ün İsrail egemenliğinde olmasını desteklediğinde bütün o gürültü patırtı içinde bile Arap ve İslam dünyasındaki tepkiler zayıf kaldı, pratikteki sonuçları sıfır düzeyindeydi. Örneğin bazı Arap ülkeleri hem ABD hem de İsrail ile güvenlik, askerlik ve istihbarat konularındaki ilişkilerinin seviyesini düşürmediler. Devam ettirdiler. Onun için Trump’un Ortadoğu meseleleriyle görevli özel temsilcisi James Greenblat, şöyle demişti. “Suriye devletinin veya İran dâhil herhangi bir âsi devletin Golan bölgesine egemen olmasına İsrail’in izin vermesi akıl dışıdır!” (Omar Necib, Trump’ın Kararı ve Washington’un bölgedeki Hesabı” isimli makale, Ray el Yom gazetesi, 2 Mart 2019)

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Trump’un bu tutumunu “kolonyalist” (sömürgeci) olarak niteleyerek kınadı. Birleşik Emirlikleri Dışişleri Bakanlığı da şu açıklamayı yaptı. “Amerikan yönetiminin aldığı böyle bir tutumdan üzüntü duyuyoruz ve kararı kınıyoruz. Çünkü Golan, Suriye’nin işgal edilmiş toprağıdır…Trump’ın ilan ettiği karar, bahsedilen gerçeği değiştiremez.” Merkezi Cidde’de bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı, Trump’ın kararını, “İsrail işgalini meşrulaştırmak” olarak değerlendirdi ve ABD’nin BM kararlarına uyması gerektiğine işaret etti. Tunus’taki sol ve ulusal partiler koalisyonu Halk Cephesi, benzer bir tutum alarak, eldeki güç ve imkânlarla işgalci İsrail’e karşı direnme çağrısı yaptı. Lübnan Hizbullah örgütü genel sekreteri Hasan Nasrallah’a göre İsrail’in Golan işgalini destekleyip meşrulaştırma kararı, Arap-İsrail çatışması tarihinin dönüm noktası, önemli bir dönemecidir. Zira Trump, bu ve benzeri kararıyla Arap ve İslam dünyasıyla alay edip hiçe sayıyor. Böyle giderse Amerika, Batı Şeria toprakları üzerindeki Filistin Yönetimi egemenliğini hiçe sayıp yerine İsrail işgalci egemenliğini de kabul edilecek. Böyle bir tutum, bölgedeki barış arayışlarını sabote etmektedir. Bu yüzden Tunus’ta bir araya gelmiş bulunan Arap ülkeleri sorumluları, ABD’nin de içinde olduğu Arap Barış Girişimi’ni durdurma yönünde karar almalıdırlar. BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi eski başkanı Mısırlı eski diplomat Muhammed el Baradai, Trump’un İsrail yanlısı bu kararına tepki olarak Arap ülkelerine şu yaptırımları önerdi: ABD ile askeri, ticari ve diplomatik ilişkiler, asgari düzeye indirilmeli ve vize konusunda ise misliyle muamele yapılmalı.

Tepki ve kınamalar, İsrail ve ABD tarafından kenara not edilirler ama dikkate alınmazlar. Çünkü bu tür sözlü protestoları destekleyecek fiili adımlar yoktur. Bu noktayı iyi saptayan Filistinli yazar Abdülsettar Kasım, “Arap rejimleri bolca lafazanlık ederler. Ancak ABD’ye karşı pratik bir adım dahi atamazlar. Trump’ın eli boğazlarına yapışmış bazı Arap yöneticileri, bırakın aktif eylem yapmayı, büyük olasılıkla alttan alta Amerika’nın böyle bir karar almasını teşvik etmiş bile olabilirler” yolunda görüş belirtiyor. Kasım, ABD-İsrail pervasızlığına karşı Arap devletleri yerine 300 milyonu aşkın Arap dünyasındaki aydınları, din adamları, basın mensuplarını, şahsiyetleri, kanaat önderlerini ve muhalif partileri faal göreve (protesto, kitle hareketi, ekonomik boykot) çağırıyor. ( “Golan’ın Geleceğiyle Oynamaya Karşı Arzu Edilen Tepki” başlıklı makale, Ray el Youm, 26 Mart 2019)

Times of Israel gazetesi, Netanyahu’nun Suriye ile olan husumeti/anlaşmazlığı çözmeye yönelik hazırladığı planını, Rusya Başkanı V. Putin ve Trump’a sunduğuna ilişkin bir haber yayınladı. Üst düzey bir İsrail yetkilisine göre; bu plan, İran’ın Suriye’den çekilmesini ve İsrail-ABD-Rusya üçlüsünün Suriye krizini çözmek amacıyla devreye girmesini öngörüyor. Aslında planda belirtilen noktalar, İsrail başbakanının daha önce açıkladığı şartlarla aynıdır. Peki, gerçek maksat nedir? Ya orta vadede İsrail’e yönelik İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve hatta Filistinli diğer örgütlerin başlaması muhtemel direniş/kurtuluş mücadelesini önlemeye yönelik bir adımdır. Yahut İran’ın kuşatılması çerçevesinde Suriye ile bu ülkenin ittifakını bozmayı amaçlayan bir taktiktir. Bir yanıyla bakarsak, bölgedeki çatışma ihtimali giderek artmaktadır. Mesela 25 Mart tarihli İsrail gazeteleri (Yediot Ahronot, Yizrael Hayom, Haaretz, Jerusalem Post gibi), Hamas’ın Gazze’den İsrail tarafına 50 roket fırlattığından bahisle, Gazze’de meydana gelebilecek iki taraf arasındaki çatışma olasılığının Netanyahu’yu huzursuz ettiğine dair haberi, manşetlere koydular. “Hamas’ın ateşle oynadığını” ileri sürdüler. Basın, İsrail’in Gazze’yi bombalama ve yeniden işgal etme planını da öne çıkarıyor ki, seçim öncesinde fiili işgal ön planda olmasa bile havadan ve karadan bomba yağdırma ihtimali büyüktür. Çünkü seçimde kazanmaktan başka çaresi olmayan mevcut Başbakan, oy uğruna böyle bir operasyonu göze alabilir. Öte yanan iktidara yakın Yizrael Hayom gazetesi, Hamas ile İsrail arasındaki gerginliği düşürmeye yönelik bir Mısır planından söz etti. Buna göre Mısır, İsrail ile Gazze’deki Filistin örgütleri arasında bir mutabakat sağlama gayretinde. Hamas iktidarına dokunulmamasını (veya Hamas ile beraber yönetecek olan bir koalisyon hükümetinin kurulmasını) ön şart olarak alan Mısır, Gazze’ye uygulanan İsrail ambargo ve kuşatmasının kaldırılması karşılığında oradaki örgütleri ağır silahlardan arındırmayı hedefliyor. Hafif silahlar da sadece yöredeki kolluk kuvvetlerinin kullanımında olacak. Kuşatma altındaki Gazze’nin ekonomik durumunun iyileştirilmesi için yabancı ülkelerin bu topraklarda işletme, tesis ve fabrika kurma gibi altyapı yatırımlarına izin verilmesi de planın bir parçası.

Mart sonu ile haziran arası, Filistin halkının uğradığı felaketler serisiyle doludur: Kaybedilen Toprak Günü, Büyük Bozgun, Büyük Felaket, Yurda Dönüş Günü. Bu arada muhtemel İsrail saldırısına karşı büyük yürüyüş ve gösteri organizasyonu yapılıyor. Gazze, Batı Şeria ve 1948’de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinlilerden bu münasebetlere toplamda 1 milyon kişinin katılması bekleniyor. 30 Mart’taki yürüyüş ve protestoya tek başına 50 bin gösterici katılacakmış. Bu sayı, Filistinli nüfusa göre önemli bir orandır. Gösterilerin asıl amacı son Golan Tepeleri ilhakı dahil, dayatılan kuşatma ve halka yönelik operasyonları poretsto etmek; direniş ruhunu diri tutmak, katliam planlarına dur demek olarak belirlenmiş. İsrail emniyet kaynakları, gösteriler sırasında havada yanan balonlar uçurulacağını ve büyük olaylar çıkacağını iddia ederek alarma geçmişler. Emniyet, caydırma taktiğine başvurarak, “İsrail yüzlerce kannasın (keskin nişancıların) uygun noktalarda mevzilerini yerleştirildiği yolunda söylenti yayıyor. Binlerce broşürü Gazze’nin sınır boylarında dağıtıldığını açıklıyor.

Bahsedilen gelişmelerden ötürü Birleşmiş Milletler (BM) Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Nickolay Mladenov, “Gazze'de bir kez daha felaketle sonuçlanabilecek tehlikeli bir gerginlikle karşı karşıya kalabiliriz. Son iki günde yaşananlar savaşın eşiğine ne kadar yakın olduğumuz gösterdi.” dedi. Gazze'den atılan roket, geçen sabah Tel Aviv'in kuzeyindeki Şaron bölgesinde bir eve düşmüş, buradaki yedi kişi yaralanmıştı. Bunun üzerine İsrail yönetimi, Gazze'ye açılan Kerm Ebu Salim ve Beyt Hanun (Erez) sınır kapılarını kapatmıştı.

Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma’nın Başkanı Vyaçeslav Volodin ise şu açıklamayı yaptı: “ABD’nin işgal altındaki Golan Tepeleri üzerinde ‘İsrail egemenliğini’ tanımaya ilişkin kararı, tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Bu karar, doğrudan savaşa neden olabilecek bir yoldur!”