İdlib'in muhtemel sonuçları neler?

Kaçınılmaz olan İdlib savaşının Suriye, Türkiye ve hedefte olan silahlı şeriatçı güçlerle, üç milyona yakın sivil açısından ne gibi muhtemel sonuçlara yol açması bekleniyor? Belirtmek gerekir ki İdlib’i kurtarmak ve topraklarına katmak Suriye yönetiminin doğal ve meşru hakkıdır. Yönetimin Suriyeli olmayan cihatçılarla bir uzlaşmaya varması ise hiçbir koşulda beklenmiyor. Esat, İdlib'i kurtarmakla siyasi pozisyonunu bir kat daha yükseltecektir.

Google Haberlere Abone ol

Bereket Kar*

Küresel kapitalist emperyalist güçlerin yedi yıldan beri sürükleyip itekledikleri şeriatçı İslami güçlerle, Suriye’yi yıkıp parçalama projelerinin ters teptiği, Esat’ın, gerek askeri alan hakimiyeti gerekse tedarikçilerin umutsuzca beyanatlarından ve kullanılan silahlı cihatçı çetelerin ortalıkta bırakılmasından anlaşılmaktadır. Yolun sonui çıkmaz sokak İdlib’te, malumun ilamı için geri sayım başlamıştır.

İdlib’te eli kulağındaki savaşın, sanıldığı kadar basit olmadığı ve yalnızca Suriye yönetimini ilgilendirmediği; Rusya, İran ve Türkiye'nin yanı sıra Batı'yı temsilen ABD’nin pazarlık masasında olduğu görülüyor. Tarafların ön kabulle El Nusra'yı terörist tescil etmelerine rağmen, ortadan kaldırma iradesinde tutuk davranmaları, sonuçtan pay alma ya da yeni kayıplardan kaçınmayla ilgili bir durumdur. Zira birinci derecede, Suriye hanesine yazılacak bir başarı, kimileri için (Türkiye, ABD) yenilgi sayılması sorunludur. ABD'nin Rusya ile pazarlık opsiyonu her halükarda varken, Türkiye’nin ise pirince giderken evdeki bulgurdan olma riski devam ediyor.

İdlib’i, elde tutuğu Cerablus, Bab ve özellikle Afrin için ileri bir müdafaa hattı sayan ve buna göre strateji geliştiren Türkiye’yi, İdlib savaşından kazanç sağlama ihtimali bir yana eldekini, karşılıksız kaybetme korkusu sarmıştır. AKP ve Sarayın Moskova’ya mekik diplomasisi kurması, Esat saldırısının felaket olacağı gibi beyanatlar, bu korkunun sonucudur. Bu işin bir yanı, diğer bir yanı ise SDG’yi, ya da PYD ile Esat’ın, en azından şu ana kadarki görüşmelerinin olumlu seyretmesi, ABD’nin de bu sürece müdahil olmaması, Türkiye’yi daha da kaygılandırmaktadır. İdlib kuşatmasında, olasılık olarak, SDG güçlerinin yer almasının da hesapta olmayan bir ek sıkıntı yaratacağı muhakkak. Ki başarı halinde, Kürdi güçlerin, Afrin istikametine yönelme talepleri olasılık dahilidir.

Türkiye'nin yoğun görüşmeler ardından, El Nusra Şefi Ebu Muhammet El Culani’nin, koalisyon içinde olduğu; Uygurlar, Çeçenler, Özbek, Kazak ve birçok yabancı ülke çeteleri adına; Türkiye’nin güvenilmez bir ülke olduğunu ilan etmesi, AKP iktidarını daha da zora sokmuştur. Bir yıl önce HTŞ olarak ismini değiştiren El Nusra’nın bu açıklamasının ardından, Türkiye’nin HTŞ’yi terör örgütü olarak ilan etmesi oldukça dikkat çekicidir. Rusya ve İran’ın baskısı, artı BM Suriye Temsilci De Mistura’nın "Nusra kazanmamalıdır, kimyasal üretme gücü vardır"’gibi son açıklamaları ile Türkiye’yi zorlamış ve yolun sonuna gelindiğini kabule itmiş olabilir. Diğer bir olasılık da, "HTŞ’yi lağvedin, kurdurduğumuz, Suriye Ulusal Cephesi'ne katılın" baskısı da olabilir. Her iki halde görünen, sonun kabulü olmakla birlikte saldırıyı geciktirme ve hedef olmaktan kaçınma taktiği olarak algılanabilir.

Peki, kaçınılmaz olan İdlib savaşının Suriye, Türkiye ve hedefte olan silahlı şeriatçı güçlerle, üç milyona yakın sivil açısından ne gibi muhtemel sonuçlara yol açması bekleniyor?

Belirtmek gerekir ki İdlib’i kurtarmak ve topraklarına katmak Suriye yönetiminin doğal ve meşru hakkıdır. Yönetimin Suriyeli olmayan cihatçılarla bir uzlaşmaya varması ise hiçbir koşulda beklenmiyor. Esat, İdlib'i kurtarmakla siyasi pozisyonunu bir kat daha yükseltecektir. Beklenen bu suç örgütlerini destekleyip Suriye’ye sokan devlet ve güçlerin bunları başka alanlara taşımasıdır. Rusya, Çin, Suriye, İran gibi ülkeler buna şiddetle karşı çıkmaktadırlar. ABD ve Türkiye’nin sahip çıkmaması halinde çatışarak ölmeleri ya da çatışarak Türkiye’ye, özellikle sınır oldukları, Hatay'a giriş yapmaları kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu durum, Hatay halkı için bir felaket, AKP iktidarı için hesabı verilemeyecek ağırlıkta yeni bir çalkantının başlangıcı olur. Halihazırda Türkiye, bu şeriatçı güçlerle kapalı odalarda neyi konuşup planladığını açıklamadığı için Hatay halkı ve özellikle Arap Alevileri fazlasıyla tedirgindir. Kalkan olarak tutulan ve çoğunluğu cihatçı milislerin ailelerinden oluşan milyonlarca sivilin ne olacağı hâlâ meçhuldür. Bulanacak çözümler sınırlıdır. Kaçınılmaz gözüken sivillerin Suriye'de bağımsız geçici kamplarda tutulma ihtimali ya da Türkiye’ye yeni bir göç dalgası ihtimalidir.

Türkiye'nin başından beri silahlı muhalif güçlere sahip çıkarak garantörlüğe soyunmasının ardında yatan plan, Türkiye’ye iltica etmiş on binlerce Uygur, Çeçen ve diğer Türki cumhuriyetlerden cihatçıları İdlib’e yerleştirerek, Suriyeli Türkmenlerle birlikte, parçalanması beklenen Suriye’de, sınır hattında, özerk Türkmen bölgesi kurmaktı. Davutoğlu'nun derin stratejilerinden biri de buydu, olmadı.

Şimdi İdlib’de düşünülenden daha yıkıcı bir savaşın Türkiye’nin tüm planlarını ters yüz edeceği ve bir çıkmaza sokacağı bekleniyor. ABD ve müttefiklerinin kimyasal gerekçesiyle saldırı ihtimali olsa bile savaşın Suriye lehine sonuçlanmasını engelleme şansı yok gibidir. Haliyle ABD, Rusya karşısında alternatifsiz olmadığını göstererek siyasi çözümün bir parçası olma pazarlığını, kuzeyde Rojawa'da kurduğu üsler üzerinden sürdürmeye devam edecektir. Yedi yıldan sonra ABD’nin ve müttefiklerinin İdlib’in üzerinden yeni bir bölge ve de dünya savaşına yol açacak bir maceranın içine girmesi beklenmiyor. Trump’ın ahmakça davranış ve kararları, İran’ı, Hizbullah'ı hedef tahtasına oturtmasının esas amaçlarından biri İsrail devletini koruma altına almaktır. Bir diğeri bölgede giderek yeniden güçlenen anti-Amerikancılığın önüne geçmektir. Bunun yalnızca askeri müdahalelerle gerçekleşemeyeceği Afganistan, Irak ve Suriye'de ortaya çıkmıştır. Haliyle daha farklı yöntemler denemesi gayet normaldir. İdlib sonrası sıranın Suriye'deki varlığına geleceğini bilen Trump, SDG ve Kürtler üzerinden, Esat ve Rusya ile pazarlık yapmasının çok kârlı bir iş olmayacağının farkında. Dolayısıyla Rojawa'daki konumu ve Kürtlerle ittifakına stratejik bir misyon bir yüklemediği Afrin sorununda açıkça görülmüştür. ABD’nin Suriye ve Irak'ta varlık nedeninin IŞİD olduğunu defaatle belirtmiş olması, IŞİD’ten sonra bu ülkelerde kalmak istemeyeceği anlamına gelmez. Bu denli iyi niyetli olmadığını herkes bilmektedir.

Sonuç olarak:

1- İdlib savaşı,bölge güçleri ve devletleri açısından yeni bir dizilişi zorunlu kılarken Suriye’nin geleceğini belirleme bakımından önemli bir kilometre taşıdır ve kaçınılmaz olmuştur.

2- Felaket tellallığı yapan Türkiye'nin, savaşan her iki tarafın yanında (hem Nusra hem Nusra karşıtları) durma gibi bir lüksü kalmamıştır. Ektiğini biçmek durumundadır.

3- El Kaide, IŞİD, Ahrar el Şam ve diğerlerinin ciddi bir yenilgiyi yaşamaları, bölge halkları lehine bir durumdur.

4- Her koşulda sivillerin korunması için Suriye yönetimi, müttefik güçleriyle güvenli çıkış güzergahları için BM’yle işbirliğine gitmelidir.

5- İdlib savaşının ardından derhal Cenevre barış süreci işletilmeli; Suriye’nin geleceği için Suriyeli tüm birleşenlerin katılacağı, çoğulcu demokratik ve seküler bir anayasa zemininde seçimler yapılmalıdır.

6- Suriye halkları hilafına, Suriye'de bulunan tüm yabancı güçler derhal Suriye'den çekilmelidir.

7- Türkiye, hiçbir gerekçe ileri sürmeden Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğün tanıyarak, savaşın bir tarafı olmaksızın geri çekilmelidir.

Savaş kıskacında olan İdlib'ten sonra her şeyin güllük gülistanlık olmayacağı bilinerek yukarıdaki tedbirler alınmalı, Suriye toplumsal birleşenleri ve devrimci, demokrat güçleriyle, savaşa karşı,siyasal barış mücadelesi desteklenmelidir.

*Gazeteci